Sıcak geçen yaz mevsiminin izi halen geçmedi. 2020 yılının yaşam koşullarını düşünürsek yanına birde kuraklık eklendi.
Kurak geçen bir sonbaharın ardından yeni yıla ve kışa maalesef yağışsız girdik. Ülkemizin normalde aldığı yağışlar bir türlü düşmedi. Halimize bakıyorum da gökyüzünde oluşan bulutla umutlanıp, düşen birkaç damlayla sevinir olduk. Büyük şehirlerde içme ve kullanma suyunu sağlayan barajlarda ki su seviyelerinin düşüşü her gün haber olarak yayınlanmaya başladı. Bazı belediyeler böyle giderse su kesintileri yapacağız diye duyurulara başladı bile. En çok nüfusu barındıran İstanbul´un 2-3 aylık suyunun kaldığının İSKİ tarafından açıklanması durumun ciddiyetini ortaya koyuyor.
Yaşanan sıkıntının ciddiyetini anlamayanlar olsa da özellikle çiftçiler bu durumu panik ve korkuyla izlemekteler. Zaten zor şartlarda büyük emek vererek elde ettikleri ürünleri şimdide kuraklık sebebiyle üretemeyecekler. Ürün olmaması demek tüketiminde karşılanamaması demek. Yani hayatın olmaması anlamını da çıkarabiliriz buradan. Bu yazıyı yazarken dahi içim ürperiyor. Bunun üstüne uzmanlarda eğer böyle giderse 20 yıl sonra su fakiri bir ülke olacağız demesi tehlike çanını acı acı çalıyor.
Afrika gibi ülkelerle kıyaslayarak ülkemizin bu konuda iyi olduğunu söyleyip sorunların üstünü örtmeye çalışanlarda yok değil. Ancak inceleme ve gözlemler bugüne yönelik değil, geleceğe yönelik olmalıdır. Ülkemizde hızlı bir nüfus artışı bulunmakta. Kentleşme sorunları, tarımdaki gerileme, yeraltı kaynaklarının çekilmesi, kar yağışlarının ve yağmurun tıpkı bu sene olduğu gibi azalması gibi etkenlere baktığımızda; kişi başına düşen su miktarının azalmaya başladığı, kuraklık olayının Ülkemizi esir aldığı görülmektedir.
Zaten tam anlamıyla su zengini bir ülke değildik. Git gide düşen yağış oranlarının azalması, bizi gelecekte su stresi ve su kıtlığını şiddetli yaşayacak bir ülke konumuna getirdi.
Anlık umutlar oluşsa da içimizde, belki bu önümüzde ki ay bol bol yağış olacak desek te büyük resmi tam olarak göremediğimiz belli oluyor. Çünkü son yıllara baktığımız da gözle görülen yağış oranlarının azalması, arazilerin kullanım değişikliği, ormansızlaşma, çarpık kentleşme, küresel ısınma yüzünden olduğunu bilmekteyiz. Şehirlerin doluluğu, özellikle fabrikalar, kar yağışını değişime uğratıp, daha gökyüzündeyken erimesine, yere düşmemesine neden oluyor. Hal böyle olunca beklenen yağış kayboluyor.
Yaz mevsiminde bazı şehirlerde o kadar çok sağanak yağış yağıyor ki, bununla sel facialarının artıyor olması iklimin doğal dengede olmamasını işaret ediyor. Bize göre bu bol yağış tüm yılı kurtarır diye düşünsek te; uzmanlar kış kuraklığının yaz kuraklığından daha tehlikeli olduğunu söylüyor.
Türkiye deki suyun %70´i tarımda kullanılmakta. Bu büyük bir oran. Ancak su kıtlığı sebebiyle çok fazla su gerektiren bazı ürünlerin artık ülkemizde üretilmeyip ithal edilme olasılığı güçlenmekte. Örneğin pamuk gibi. Pamuk, 1 kg elde edebilmek için 12 ton suya ihtiyaç duyan bir ürün. Bu gibi ürünlerde üretiminin durdurulması an meselesi.
Bu tehlikenin artık ciddi olarak dikkate alınması gerekiyor. Tarımla uğraşanlara su planlaması için eğitimler verilerek ilk adımlar atılmalı.
Sadece çiftçilerin değil elbette. Tüm toplumun bu konuda bilinçlenmesi mecburidir. Temiz su kaynaklarını o kadar bilinçsiz harcıyoruz ki. Ağaçları kestik, ormanları elimizle yok ettik. Atıklarımızı doğaya bırakıp çevreyi kirlettik. Arabalardan çıkan egzozlar ve sanayi fabrikaları nedeniyle atmosfere sürekli zehirli gaz gönderilmesi doğal olarak yağış düzeyinin etkilenmesine neden oldu. Biz insanoğlunun doğaya verdiği zararlar küresel ısınmanın en önemli nedenidir.
Ülkemizin kuraklık konusunda daha da kötüye gitmemesi ve su savaşlarının gelecekte yaşanmaması için özellikle devletimizin acil su planları yapması ve medyayı da kullanarak toplum eğitimini ön sıraya alması önem kazanmıştır. Her konu da olduğu gibi bilinçlenmiş toplum bu krizleri de aşabilme gücüne sahip olacaktır. Ülkece değer görüp örnek alınmış, tanınmış kişilerden destek alınarak gerek televizyon, gerek internetten topluma kuraklık algısı verilmelidir. Reklam, film ve sunumlarda toplumun bilinçaltına suyun kıymeti, doğanın önemi yerleştirilmelidir. Ve bu tarz eğitimlerin daha çocuk yaşta ülkemiz bireylerine verilmesi gerekirken, eğitimciler ve yöneticilerin yanında anne babaya da çok ciddi görevler düşmektedir.