?>

ADLİ / İDARİ YARGI KOLLARI, YARGILAMA USULÜ FARKLILIKLARI ve YERİNDELİK DENETİMİ TARTIŞMASI

AVUKAT EYÜP DEMİRER

6 yıl önce

         Bu yazımızda adli ve idari yargı arasındaki bir kısım farklılıklara ve idari yargılama usulünde yer alan ve uzun yıllardır tartışmalar konu olan yerindelik denetimi uygulamasına ilişkin görüşlerimi aktaracağım.          Adli Yargı, genel bir tanımlamayla; Toplum içerisinde bireylerin aralarında yaşadıkları hukuki ihtilafları çözmek amacı ile oluşturulmuş bir yargı sistemi olup, Medeni Yargılama Hukuku ve Ceza Yargılama Hukuku olarak iki ana başlıkta toplanmaktadır. Medeni Yargılama Hukuku anlamında Sulh Hukuk, Asliye Hukuk,  Aile, Tüketici ve İş Mahkemeleri gibi alanlarda yargılama yapmak, Ceza Yargılama Hukuku kısmında ise Sulh Ceza, Asliye Ceza ve Ağır Ceza Mahkemelerinin görev alanlarına giren davalarda yargılama faaliyetlerini yürütmektedir.          Bu alandan farklı olarak İdari Yargı ise genel bir tanımla; toplumda idare ile kişiler arasında, idarenin eylem ve işlemlerinden doğan hukuki ihtilafların çözümünü sağlayan yargı koludur. Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi, ülkemizde eskiden sadece tek dereceli bir yüksek mahkeme incelemesi yapılırken, 20.07.2016 tarihinden bu yana araya Bölge Adliye ve Bölge İdare Mahkemelerinin (İstinaf Mahkemelerinin) konulmasıyla birlikte artık iki dereceli yüksek mahkeme incelemesi dönemi başladı.          Adli yargı ile İdari yargı ihtilafın tarafları, yargılama usulleri itibarı ile birbirinden ciddi farklılıklar ihtiva etmektedir.          Şöyle ki; Adli yargı alanı bireylerin birbiri ile olan hukuki ihtilaflarının çözüme kavuşturulması, idari yargı alanı ise bireyler ile kamu kurum ve kuruluşları eylem ve işlemlerinden kaynaklı ihtilafların çözümüyle görevlidir.  Yargılama usulleri olarak Adli yargıdaki medeni yargılama hukukunda Hukuk Muhakemeleri ve Ceza Muhakemeleri kanunları uygulanırken, idari yargıda İdari Yargılama Usulü Kanununa göre yargılama yapılmaktadır.          Mahkemelerden birey olarak beklenti ihtilafa yönelik somut bir çözüm üretilmesi ve verilen hükmün icrai kabiliyetinin sağlanmasıdır.  Örneğin, medeni yargılama hukukunda boşanma davası açan ve bu hususta somut delilleri bulunan tarafın haklı gerekçelerini ortaya koyup ispat etmesi dahilinde boşanma kararı verilip, kesinleşmesi ve evliliğin sonlanması, alacak davalarında lehine alacak miktarına hükmedilen davacının alacağının icra marifeti ile tahsil edilerek alacağını alması, ceza yargılamalarında ise suç işlediği her türlü şüpheden uzak, kesin, somut, inandırıcı deliller ile sabit olan sanığın cezalandırılması, hakkında önce güvenlik tedbirine hükmedilmesi ve sonrasında aldığı cezanın uygulanması  adımdır. Yani mahkemeler, adli yargıda bireyler arasındaki ihtilafları yürürlükteki kanunlarına uyarlı olarak çözüme kavuşturur ve mağduriyetleri giderir. Ancak, idari yargıda durum adli yargıdan oldukça farklıdır. Zira idari yargıda ortada kamu kurum ve kuruluşlarıyla vatandaş arasındaki problemin çözüme kavuşturulması söz konusudur ki; idare kamu adına işlem yapmaya muktedir olan kurumdur. Kurumsal kimliği sebebi ile yaptığı iş ve işlemler ebetteki denetimsiz olamaz ancak işlem yapmak yetkisi de idare de mevcuttur.          İdari yargı; İlk Derecede İdare Mahkemeleri, Vergi Mahkemeleri, üst derecede ise sırası ile Bölge İdare Mahkemesi ve Danıştay sürecine tabidir. Bu anlamda idari mahkemelerinin yetki sınırı 2577 sayılı İdari Yargılama Usul Kanununun 2. maddesinde; ? ?. İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat unsurları itibarı ile hukuka aykırı olanların iptali ve bu işlemlerin bireylerin menfaatlerini ihlal etmesi sonucundaki zararlarından dolayı tam yargı/ tazminat davaları bu alanın konusunu oluşturmaktadır?.?denilmektedir.          İdari yargının yetkisi idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olup, İDARİ MAHKEMELER YERİNDELİK DENETİMİ yapamazlar. İdari mahkemeler idarenin takdir yetkisini kaldıracak biçimde, idarenin işlem yapmak hak ve yetkisinin yerine geçerek yargı kararı veremezler.  Esasen adli yargı ile idari yargı arasında temel fark YERİNDELİK DENETİMİ konusunda daha belirgin şekilde ortaya çıkmaktadır.          İdari mahkemeler idari ile vatandaş arasındaki bir ihtilafta, ihtilafın yetki, şekil, sebep, konu, maksat unsurları itibarı ile hukuka uygun olup-olmadığına ilişkin inceleme yapıp akabinde idare kararının eğer belirtilen kıstaslara uygun değil ise İPTALİNE, ya da bu eylem ve işlemin vatandaşın hakkına zarar vermiş ise TAZMİNATA hükmeder. Bunun dışında idarenin yerine geçip karar veremez, yerindelik denetimi yapamazlar. Örneğin Belediyenin imar uygulamasında iptal kararı verildi ve vatandaşın davası kabul edildi ise idari mahkeme belediyenin yerine geçerek bu imar uygulamasını yeniden oluşturamaz, kararını gerekçelendirerek belirtir. İdari mahkemenin imar uygulamasını iptal eden karar vermesi ve bu sebeple yeniden imar uygulaması hususunda vatandaşın kararı tebliğ almasından itibaren 30 günlük yasal süre içerisinde ilgili belediyeye başvurması ile birlikte belediyenin yeniden imar düzenlemesi yapması gerekir. Ancak, verilen kararda idarenin takdir yetkisini ortadan kaldıracak biçimde bir yargı kararı olamaz. İdare kanunda belirtilen düzenlemeler dâhilinde yeniden idari anlamda somut ihtilafa ilişkin bir karar alır.          Vatandaşımızın idari mahkemeler nezdinde de beklentisi adli yargı mahkemelerinin işleyişi gibi olsa da idari yargılamalar tümü ile farklılık arz etmekte, özellikle YERİNDELİK DENETİMİ hususu bu ayrımı ciddi manada belirgin hale getirmektedir.          Eğer yerindelik denetimi uygulaması olmasa yürütme erki ile yargı erki arasında ciddi bir çatışma yaşanabilecektir ki, bu durumda idarelerin eylem ve işlem yetkileri ciddi manada zarar görmüş olacaktır.          Uzun yıllar ülkemizde birçok idari karar noktasında bu durum tartışılmış, biri birinden farklı kararlar verilmiştir. Bu ayrım net bir şekilde belirlenmeli, sınırları kanun hükümleri ve yargı kararları ile korunmalıdır. Aynı durum şekli denetim yapması gerektiği halde esasa ilişkin incelemeler yapılarak verilen yargı kararları için de değerlendirilmelidir. Eğer bir ihtilafa ilişkin sadece hukuka uygunluk yönünden karar vermesi gerekli olan bir mahkeme, ihtilafın özü ve esasına da girerek bir karar veriyorsa bu durum mevcut yürürlükteki kanun hükümleri ile bağdaşmamaktadır. Bu hususta yürürlükteki kanunlarımızda bir değişim gerekiyor ise bu durum net ve somut şekilde belirtilerek yapılmalıdır?
YAZARIN DİĞER YAZILARI