?>
“Af Dilemeye Geldik Affa Layık Olmasak da…”
“Af Dilemeye Geldik Affa Layık Olmasak da…”
Yılın belli geceleri, gündüzleri ve ayları rahmet günleridir ve aylarıdır, bağışlanma ve affedilme zamanlarıdır. Her yıl tekrar ve tekrar gelir ve hatırlatır. Bize gelir ki manevi iklimin huzur veren atmosferinde yeniden temizlenelim, yeniden kendimize dönelim, yeniden af dileyelim kendimiz için, birbirimiz için ve hepimiz için…
Birbirimizi bağışlamalıyız, birbirimizi affetmeliyiz, Birbirimize sıcak ve sımsıcak duygularla yüreklerimizi ve gönüllerimizi açmalıyız… Bunalımın, stresin ve buhranın girdaplarından sevmenin, korumanın ve gözetlemenin enginlerine açılmalıyız…
Başladığı günü bildiğimiz hayatımızın nerede, ne zaman ve nasıl biteceğini bilemeyiz. Ama adımız gibi inandığımız ve bildiğimiz bir şey vardır ki bu hayat bitecektir; ancak bilmediğimiz bir gün ve saatte bu yeryüzü coğrafyasını terk edip gideceğiz.
Birlikte olduğumuz, tanıdığımız ve tanımadığımız insanları, kendimize bir takım kazanımlar elde etme adına kırmamıza, üzmemize, perişan etmemize ya da yok etmemize değer mi? Bir kez daha düşünmeliyiz… Onları kırarak, üzerek ve perişan ederek elde ettiğimiz kazanımların bize ne yararı olacak ki? Kazandıklarımızla ve kaybettiklerimizle tüm biriktirdiklerimizi yarın biteceğini adımız gibi bildiğimiz hayatımız sonunda toprağın altına birlikte mi götüreceğiz? Öyleyse nedendir bu hırs, bu bencillik, bu her şeye sahip olma ve ele geçirme arzusu? Ya da üstünlük ve haklılık çığırtkanlığı… Diğer insanların hakları ve alınterleri üzerinden kendimize aktarmaya uğraş verdiğimiz her şeyin bize ne katkısı olacak ki?
Sonlu bir dünyada geçici olan her şeye sahip olmak için çırpınıp, başkalarına fırsat vermeden ya da hakları taciz etmek yerine, sonsuz dünya için kalıcı kazanımlar elde etmek daha mantıklı, daha kazançlı değil mi? Bu sonlu ve sınırlı dünyada bencillik yaparak hepsini ve daha fazlası kendimizden yana yontmak kendi hanemize yönlendirmek bugün bize çok cazip ve çok çekici gelebilir. Hâlbuki paylaşarak, başkalarını da önceleyip düşünerek, tatminkâr ve kanaatkâr olmak günün geçer akçesine tavır koymak görünürde kaybetmek olsa da asıl kazanç değil midir? Zira bu dünyada vicdani rahatlığı, gönül mutluluğunu doya doya yaşarken, yarın hepimizin gideceği o sonsuz dünya için ciddi bir kazananımdır.
Bu günler ve bu aylar bunları bir kez düşünebilmemiz, kendimize dönmemiz için aç kalarak açılığı ve nefsimizin arzularını dizginleyici özelliğiyle hatırlatıcı günlerdir. Ders alma, ders çıkarma ve kısacası kendimize dönme günleridir. Durup düşünelim. Örneğin bugünlerde bir cenaze namazına gidelim. Musalla taşına konulmuş mevtanın dünyadaki kariyerine, şanına, malına ve mülküne rağmen o musalla taşında ve sonrasında toprağın altına konuluşuna bir kez ama kendimizi koyarak empati yapalım. Unutmayalım ki er ya da geç bu hali biz de yaşayacağız. Ve ellerimizi başımızın arasına alıp bu güzel günlerde bir kez daha düşünelim: Bizim tercihimiz, bu seçenekler arasında hangisinden yanadır?
Biz seçiyoruz, güzellik ve iyiliği ya da haksızlık ve kötülüğü…
O nedenledir ki, nefislerimizin ve hırslarımızın saldırısı ile kirlettiğimiz ruhlarımızı arındırmak için af dilemeliyiz. Bize bunca imkân ve nimeti veren Rabbimize karşı, onun istediği gibi olamamanın utancından sıyrılmak için, af dilemeye bile yüzümüzün olmadığı düşünerek, af dilemeliyiz… O’nun engin, kuşatıcı, sınırsız, merhamet ve mağfiretinden umutlanarak açmalıyız ellerimizi, yüreklerimizi ve gönüllerimizi: şairin dediği gibi “Af dilemeliyiz, affa layık olmasak da…”
Çünkü O affedicidir, O bağışlayıcıdır, O merhamet sahibidir…
O’na yönelelim, özellikle kutsal günlerde, mübarek vakitlerde ve her daim…
Üzerini paylaştığımız yerkürede yaşayan bir fert olarak, en yakınımızdan en uzağımıza birbirimize yönelmeliyiz. Rabbimizin lütfuyla eşimizle, dostumuzla, komşumuzla, iş arkadaşımızla ve yakınlarımızla hep birlikte başladığımız birleştirici, kuşatıcı ve bağışlayıcı iklimin egemen olduğu bu güzel günlerde birbirimize yüreklerimizi açmalıyız… Rahmetin ve mağfiretin egemenliğinde her bir ferdin, huzurunu ve rahatını dilemeliyiz… Can taşıyan her bir ferdin canının ve kanının aziz olduğunu bilmeliyiz… Yeryüzünün geniş coğrafyasında birlik içerisinde insanca yaşayacağımıza inanmalıyız…
Ve Rabbimize yönelmeliyiz, bizi bizden daha iyi bilen Rabbimize elimizi açıp, gönlümüzü açıp, acziyetimizi ifade edip büyüklüğüne sığınıp, rahmetini umarak, içten isteyerek ama onun dediği gibi yaşamaya çalışarak af dilemeliyiz. Biliriz ki af dilemek insanın kendisini aşmasıdır. Af dilemek Rabbe teslimiyettir. O affedicidir.
Affedilmemiz, bağışlanmamız ve arınmamız dileğiyle…
YAZARIN DİĞER YAZILARI