?>

ÇİÇEKLER ÜSTÜNE

Fatma Pekşen

2 gün önce

İnsanın çiçek sevdası, canlıların varoluş dönemi kadar eskidir. Başka milletlerinki nicedir bilemeyiz ama Türklerin sevdasının hayli derince olduğunun farkındayız. Eğer öyle olmasaydı, sürmeli gözlerini çevreleyen yazmasının oyasına, yeleğinin modeline, çorabının nakışına, bebeğinin kundağına envai tür çiçeği işler miydi Ayşeler, Fatmalar, Zeynepler? Halısına, kilimine, tülücesine dokuyup, sarıyı, maviyi, moru kırmızıyı birbirine ular mıydı tabiatın bağrında salınanlar gibi... Eğer alâka duymasaydı, yeni doğmuş çocuğunun adına çiçek ismi verip, evini çiçek bahçesine çevirir miydi? Yasemin, Itır, Menekşe, Lale, Leylak, Zambak, Mine, Müge, Çiçek, Sümbül, Çiğdem… Ve dahi Demet, Gonca, Buket…   Sırf Gül ile başlayan dünya kadar isim vardır ülkemizde. Gülbahar, Güllü, Gülbade, Gülsafa, Gülendam, Gülistan, Gülnihal, Gülsün, Gülhatun, Gülbeyaz, Güldünya, Gülcan, Gülhan, Gülfem... Ağgül, Bağdagül, Bahtıgül, Gülali, Gülbey, Gülağa gül’lü isimlerin sadece bir kaçıdır… Öyle ki çiçeksever insanımız kaç asırlık Ayşe’ye, Fatma’ya bile gül ekleyerek Ayşegül, Fatmagül etmeyi başarmıştır. İlçelerimizden Divriği’de Asiye’ye Asigül, Vesile’ye Vesigül, Safiye’ye Safigül, Fatma’ya Fadime’ye Fatigül, Ümmühan’a Ümmügül denilmesi de, güle olan sevdadan kaynaklanıyor olsa gerek. İnce düşünceli insanımız bahçesinde, saksısında, vazosunda rengârenk çiçeği yetiştirdiği, kokladığı gibi, mevsimi geldiğinde sümbül, fesleğen gibi kokulu çiçekleri camiinin ayakkabılık kısmına, mihrap kısmına dizerek içeriye rayiha salıvermeyi de kendine vazife addetmiştir. Tıpkı, günlük ev işlerini yapan Hatice yengelerin, Halise hatunların ak tülbentlerinin, altın tepeliklerinin bir yerine, kokulu bir gülü sokuşturmayı ihmal etmemeleri, güngörmüş beylerin yakalarına bir gonca gül iliştirip mis gibi koklayarak çarşıya gitmeleri gibi...  Evlerin ev olduğu, adına apartman denen asrî hapishanelerin pervasızca şehirleri kuşatmadığı zamanların hatırası olan dünyaca ünlü Türk evlerimizin dolap kapaklarında, tavan süslemelerinde, ocak yaşmaklarında çiçeklerimizin her türüne rastlanmaktadır. Ayrıca adına çiçeklik denilen alçıdan yapılan nişlerde de türlü çeşit dallara, çiçek motiflerine tesadüf edilmektedir. İnsanımız, ince sanat anlayışını, estetiği kattığı cümle eşyada, cezveden mangala, perdeden kırlente, yüzükten sandığa kadar her noktada, çiçek aşkının uç noktalarını göstermektedir.   Onca kara yağmura, onca ağaçları yerinden söken kasırgaya rağmen, hâlâ ayakta durma savaşı veren, cesurca günümüze gelebilmiş han, hamam, türbe, cami gibi Selçukî yapılar da, mezar taşlarındaki taş bezemeler de çiçekten nasibini almış birer müstesna örnektir. Yüzyıllar ötesinden hatıra kalan çinilerde, oymalarda, kakmalarda, ebrularda, hatlarda, dokumalarda, cam işlerinde, vitraylarda, çeşit be çeşit el sanatlarında çiçeklerin en nadide hallerini görmek mümkündür. Ki her birini süsleyen çiçekler hakkında ayrı ayrı kitaplar yazılsa yeridir. Mahir ellerce vücuda getirilen bu sanat eserlerinin büyük bir kısmını artık ne yazık ki tarih denilen zaman değirmeninin dişlilerine kaptırmış durumdayız. Değişim rüzgârlarının önlenemez gidişatından nasibini alan günümüz şartlarında, ustalar da tüketim alanı da ister istemez saf değiştirmiştir.  Hâlâ yaşayanı ile kaybolanı ile dokumuza girmiş olan çiçek sevdasına, Sivas penceresinden bakalım istedik bu yazımızda.             Anadolu’nun en ortasında yer alan nazlı Sivas, evvela, bağrında uzun zaman misafir olan karçiçekleriyle meşhurdur. Işıl ışıl ışıldayan buzlarıyla, soluk kesen soğuğuyla, havasının sert, insanının mert oluşuyla namlıdır. Tabii ki kendine has el sanatlarıyla da…  Biz seçtiğimiz konu gereği, içinde çiçek olanları ele alacağımız için, en başta meşhur Sivas halılarımızdan kimilerinin isminin Yedi Dağın Çiçeği, Eski Lalezar, Kır çiçeği olduğunu vurgulayarak giriş yapalım istedik. Dallı çiçek, toplu çiçek, çiçek bahçesi, ince dallı lalezar, karanfilli lalezar da verilen diğer isimlerdendir. Gene ünlü dokumalarımızdan Gürün şalı modellerinin kimilerinin ismi de Sarmaşık, Çiçekyaprak olarak anılmaktadır. Şarkışla yöresi çoraplarından nakış isimlerinde de Yediçiçek, Dokuzçiçek isimleri, Sivas çoraplarından birisinde de Çelenk ismi yer almaktadır.*(1) “Karanfil gibi oğlan”a nişanlanan “gül çubuğu” endamlı genç kızın iğneler, tığlar ve şişleriyle karyola takımlarında, yaygılarda, örtülerde bahar dalı, narçiçeği, gül goncası, mormenevşe… hayat bulmakta, gelecek için kurulan hayallerin arasına kendi renklerini serpiştirmektedir.  Dantelden iğne oyasına, beyaz işten kanaviçeye kadar, çeşitli çeyizlik el işlerini, tiril tiril bohçalara yerleştiren Sivaslı genç kızların anaları zaten, “kız kundakta, çeyiz sandıkta” düsturuyla nicedir hazırlanmaya başlamışlardır. El emeği göz nuru dökerek kuşları, dalları, uğurböceği, kelebek gibi uçucu böcekleri, ille de çiçekleri bezlere nakşetmişlerdir. Kaynatanın şalvarına hediye olarak işlenen karanfilli uçkurdan, nazlıağanın* çorabının konçuna kadar ince ince hesap edilmiştir zevkler ve renkler. (Nazlıağa: Yeni gelinlerin ortanca kayınlarına hitap biçimleridir. Efendiağa, küçükağa, nazlıağa gibi.)  “…Batıda geometrik şekiller, kuleler, evler, doğa figürleri kullanılırken, Sivas’ta çiçek motifleri ağırlıktadır. Gelincik, karanfil, kardelen, gül desenleri sık kullanılır. Desenlerin her birinin adı vardır: Kartopu, dolama, sarma, bebekli, minareli, damat bayıltan, kaynana çatlatan, makaslı, Ankara gülü, gelincik, unutmabeni, elti eltiye küstü… Her desenin ayrı anlamı vardır. Desenler, kullanılan yere göre değişir…”*(2)         Kim vermiştir, ne zaman verilmiştir bilemeyiz ama yöre adlarında da çiçekli olanlarına rastlanmaktadır. Meselâ Sivas merkezdeki Çiçekli, Gültepe, Gülyurt mahalleleri, gene Divriği’de Güllüce (aynı isimle Sivas merkeze bağlı bir köy daha bulunmaktadır), Çiğdemli köyü, Sarıçiçek Yaylası, Gemerek’te Çiçekoğlu, Gürün’de Çiçekyurt, Gülbucak, Güldede köyleri, Sümbüller Dağı, Koyulhisar’daki Çiçeközü köyü, Gelincik Kayası, Suşehri’ndeki Çiçekli, Menekşeli, Şarkışla’daki Sarıçiçek ve Çiçekliyurt köyleri ile Güldede Dağı, Yıldızeli’nde Nevruz köyü ile yaylası, Zara’da Güllüali köyü, çiçek adlarından nasiplenmiş bölgelerimizdendir.*(3) 30 Ağustos 1930 tarihinde, “Sivas’a geldi tren, doğdu kızım Nesteren” notunu düşen baba, Nesteren’in Ağustos Gülü anlamına geldiğini bilerek koymuş olmalıdır. (Bu çocuğun, meşhur kalemlerden Rauf Tamer’in kız kardeşi olduğu söylenmektedir.) Sevgilinin dudağını “Bir kızıl goncaya” benzetip, “Menekşe kokulu yârim” deyip, endamına “Papatya gibisin, güzel ve ince” yakıştırması yapan, kemençe/tabancasının sapını gülle donatmaya kalkan insanımızın diline ninni olan ezgilerin ekserisinde çiçekler konu edilmiştir. Bu yüzden olsa gerek, halk müziği alanında hayli güçlü olan yöremizde, birçok da çiçekli türkü yer almaktadır. İlk aklımıza gelenlerden, “Açtı m’ola şu Sivas’ın gülü yaprağı”, “Açıl mor menevşem bahar erişti”, “Çiğdem derki ben âlâyım”, “Değirmen üstü çiçek”, “Gül menekşe senden almış kokuyu”, “Güller bitmiş viraneler yurdunda”, “Sökün ayı geldi çiğdemler bitti”, “Yörü bire Çiçek Dağı” türkülerini sıralayabiliriz.     *Çiçekler, karların arasından başını uzatan kardelenler ile hayata merhaba demektedir Sivas topraklarında. Elbette bahar habercisi olan kardeleni nevruz, çiğdem, nergis gibi başkaları da takip edecektir çok geçmeden. Yabani olanıyla, ekimi dikimi yapılanıyla, çeşitli kullanım alanlarıyla ülke genelinde önemli bir yekûn tutmaktadır bu gönle ve göze hitap eden canlılar topluluğu.DEVAMI YARIN
YAZARIN DİĞER YAZILARI