Kurtuluş Savaşı'mızın zaferle sonuçlanmasını ve Lozan Antlaşması'yla bağımsızlığımızın onaylanmasını takiben, artık mevcut devlet yönetiminin daha açık biçimde isim alması gerekiyordu. Gerçi, Milli Mücadele'yi Büyük Önder Atatürk'ün başkanlığında başarıyla yürüten "Türkiye Büyük Millet Meclisi" ve bu meclisin içinden çıkan "Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti", yapısı ve işleyişi yönünden, ismi konmamış bir cumhuriyet yönetiminden farksızdı. Ancak, bu yönetime, çağdaş dünyanın gözünde daha belirgin bir nitelik kazandırma amacıyla 29 Ekim 1923 günü yapılan Anayasa değişikliği ile Cumhuriyet ilan edildi. Cumhuriyet, egemenliğin kaynağının millete ait olduğunu kabul eden devlet şekli demektir; bir diğer ifade ile devletin temel organlarının seçimle iş başına geldiği bir yönetim biçimidir. Bu rejimde Devlet Başkanı olan Cumhurbaşkanı da milletçe ya da milletin temsilcisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilir. Cumhuriyet yönetimi bu niteliği ile, şüphesiz ki demokrasi ilkesinin en gelişmiş şekli, demokrasi ilkesinin en iyi uygulanmasını sağlayan bir siyasi rejimdir. Cumhuriyet yönetiminin birinci özelliği, seçim esasına dayanan bir yönetim oluşudur. Söz konusu seçim, gerek seçme gerekse seçilme hakkı açısından belli bir kişiye, belli bir gruba, belli bir sınıfa ait değildir; bütünüyle millete aittir. Cumhuriyetle yönetilen bir devlette bir görevin, ilahi bir kuvvete dayanması ya da babadan oğula geçmesi gibi bir usul de yoktur ve olmaz. Cumhuriyet yönetiminde seçimle iş başına gelenlerin görev süresi belli bir dönemi kapsar; yani cumhuriyet rejiminde ömür boyu bir görev söz konusu olamaz.Cumhuriyet rejiminin ikinci bir özelliği, bu rejim her şeyden önce kamu yararını ön planda tutan, kamu yararına dayanan bir yönetim şeklidir. Çünkü Cumhuriyet rejimi, gücünü dayanağını kişi, grup ve sınıf egemenliğinden değil, geniş halk kitlesinin bütününden, millet iradesinden almaktadır.