GÖNLÜMÜN TÜRKÜLERİ

Yasemin KAYA

9 ay önce

Türkü kelimesi Türk kelime köküne aitlik ifade den -î ekinin gelmesiyle oluşmuştur. Türkü, Türk’e ait olan demektir. Âşık Veysel “Türk’üz, türkü çığırırız.” demiş olsa da rengârenk bir kültür mozaiği olan Anadolu topraklarında etnik kökene bakılmadan söylenen her ezgiye türkü denmiştir işin aslı.

            Türkü denince akla ilk gelen yerlerden birisi Sivas’tır, asırlarca eli sazlı, gönlü nazlı binlerce âşık yetiştiren, bereketli bir topraktır burası. Hele benim gibi kökeni, bir diğer türkü kaynağı olan Kars ve Erzurum’a dayanan biri, gürül gürül akan üç oluklu bir pınardan beslenmiştir adeta. Sivas’ta, bizim gibi ataları 93 Harbi ya da Seferberlik gibi hazin zamanlarda Erzurum, Kars gibi yörelerden göçüp gelenlere genel bir adla ‘Karslı’ derler. Sivas’ta bir deyim vardır, “Karslının ineği bile türkü söyler.” demişler bizim için. Sanki kendileri farklıdır da, ‘tencere dibin kara, seninki benden kara’. Böyle ‘kara’ya da can kurban.

            Başka aileleri bilmiyorum ama benim ailemde türkü, her sabah elini alnına koyup gözlerini çekmeden bakarak doğan güneşi selamlamak gibi; yüzünü avuç avuç serin kaynak suyuyla yıkamak gibi; kıtlama şekerle günde beş kez çay içmek gibi; sapsarı başakları rüzgârla dalgalanan engin buğday tarlaları gibi; daldan dala cıvıldaşan serçeler gibi; kıvrılarak uzayan toprak köy yolları gibi; köylerin bitiminde sıra sıra uzanan kimi yeşil demirle çevrilmiş kimi sadece bir yükseltiden ibaret kabirleriyle köy mezarlıkları gibi; hülasa hayat gibi, hasret gibi, ölüm gibi bir şeydir. Öyle hayata ait, öyle yaşamanın bir parçası, öyle gündelik, öyle olmazsa olmaz bir şey.

            Çocukluğumda her yaz tatili yanlarında olduğum dedemin Almanya’dan gelmiş pilli radyosu hiç susmazdı, TRT’nin solo ve koro türkü sesleri, evin her yerinde çınlar dururdu. En sevdiğim anlar, akşam iş güç bitip herkesin odasına çekildiği zamanlarda gaz lambasının ışığında radyodan çıkan nağmelerle yavaş yavaş uykunun kollarına kendimi bıraktığım zamanlardı. Dedem, tütün tabakasından aldığı incecik kâğıtlara ağır ağır sardığı tütünle cıgarasını hazırlarken odada bir türkü yankılanırdı. En sevdikleri de hep kahramanlık üzerine olanlardı. “Ben bir Köroğlu’yum dağda gezerim./Esen rüzgârlardan hile sezerim./ Demir külünk ile başın ezerim.” Ya da “Genç Osman dediğin bir küçük uşak./ Beline bağlamış ibrişim kuşak./ Askerin içinde birinci uşak./ Allah Allah deyip geçer Genç Osman.” Sanki onları dinlerken, defalarca dinlediğim, cirit oynadığı, atının üstünde bin bir hünerle rakiplerini yendiği zamanlara giderdi dedem.

            Kendi evimizde babamın radyolu pikabıyla evi dolduran sesler oradan farklı değildi. Çok küçük yaşta öksüz kalıp, baba evini, köyünü, yuvasını terk edip gurbete gitmek zorunda kalan babamın türküleri hep acı üstüneydi. “Küçükken görmedim ana kucağı/Koç yiğit yatağı, damlar bucağı/ Bir yiğit ölmeyinen söner mi ocağı?/ Anadan inkisar aldım ağlarım./ Derd ile mihnette kaldım ağlarım.”

            Annemin türküleri biraz hüzün, biraz neşe taşırdı. “Mektebin bacaları/Ders verir hocaları/ Kim yârimi sorarsa/ Odur birincileri.” Veya “Sarardım ben sarardım./Senin için sarardım./Baş yastıkta göz yolda./ Her gelenden sorardım.” derdi onun kadın yüreği.

            Uzun yıllar Almanya’da çalışmış, gurbet kahrı çekmiş dayımın türküleri dosta kavuşmak üzerineydi. “Şu karşı yaylada göç katar, katar./Bir güzel sevdası serimde tüter./ Bu ayrılık bize ölümden beter./Geçti dost kervanı eğleme beni.” derdi dayım.

            Fakat türkülerin ustası teyzemdi. Dizine koyduğu beyaz patiskanın üzerine, rengârenk ipliklerle dünyanın en güzel çiçeklerini nakışlayarak çeyizini hazırlarken ben diğer dizinin dibine kedi gibi yumularak söylediği türkülere ruhumu verirdim. Teyzem kâh “Ağrı dağından uçup, çayır çimene düşer”di, kâh “Karaduta yaslanır, yağmur yağar ıslanır, ahbapları kınamasın, şeker ile beslenir”di.

            Şimdi, bu anlattığım kişilerin hiç biri dünyada yok. Bir yolcu olarak geldikleri fani dünyaya çoktan veda edip başka bir diyara göçtüler. Fakat geride sevenlerinin yüreklerinde bıraktıkları güzel izler, kulaklarına koydukları ölümsüz nağmeler kaldı. Onlar gitti türküler kaldı. Türküleri ilk söyleyenler çok önceden gitmişti ama adları bilinsin bilinmesin, gönüllerinin imbiğinden süzülen ballı biberli sözler, çok gönüle tercüman oldu, çok kişiyi anlattı; çok kişiyi ağlattı; çok kişiyi güldürdü. Ne güzel bir mürüvvet bu.  

            Türküleri seviyorum, gönlümde, dilimde bir zenginlik varsa türkülerdendir. Türküde dediği gibi “Kınamayın ahbaplar/ Türkülerle beslendim.”

YAZARIN DİĞER YAZILARI