?>
ÇOBAN BAKRACI
Davar çobanlarını bahardan güze, koçkatımına kadar tutardık. Koçkatımında ya yeniden anlaşarak ya da yeni çoban bularak iki ay daha yaydırırdık. Sonra da tamamen içeri girerlerdi. Bu iki aylık kış süresince ahırlara, ağıllara girilmezdi. O kadar çok iş olurdu ki ev sahipleri de çobanlar da bizar olurlardı. Hayvanların altlarını süpürme, kuruluk dediğimiz kuru gübre serpme, sulama, yemleme... her gün bir hayvan doğurur onları takip edip başağuzlarını sağma... canından bezdirirdi insanı. Atın da eşeğin de, sığırın da başağuzunu sağardık ki süt yolları rahatlasın. Başağuz dediğimiz siftah sütünü sağıp bir gözeye dökerdik. O süt hayvana yaramaz diye bilirdik. Sonraki sütleri yeni doğmuş hayvanlar emmeye başlardı.”*Tabiatla, hayvanlarla iç içe olan insanımız takvimini bile bu olayları esas alarak oluşturmuştur. Bunların bir kısmını şöyle sıralayabiliriz: Koçkatımı (Yılbaşı), sonyaz/pastırmayazı/fukarayazı (koçkatımından sonraki ılık günler), songüz/güz/hazan (kışa giriş de sayılabilen, sonbaharın son günleri), karakış (yağmurların hafif hafif yağdığı, nemli havadan ötürü toprağın kara göründüğü, tek tük karların serptiği kışa giriş günleri), zemheri (kışın en şiddetli zamanı olup, kışın yarısı da bu günlere denk gelir. Zemherinin onbeşi ocak ayının 28’ine tesadüf eder.)Gücük yani şubat ayına çiçek ayı da denir. Sebebi ise hayvanlardaki çiçek hastalığının bu ayda fazla görülmesindendir. Koyunun yüzü, koçkatımından üç ay sonraki zamandır ve saya şenlikleri bu zamana denk gelir. Zaradost çiçek açma mevsimi, gavurun küfürü yanıltıcı sıcakların olduğu bahar günleridir. Kağnı dönümü bahar başlangıcı sayılabilir. Döl zamanı nisan ortalarına rastlar ve bu döneme kimi yerlerde kuzumeledi de denilir.Fırtınaları, yağmurları bile tabiat olaylarıyla ilişkilendiren insanımız, onları isimlendirmekten de kaçmamıştır: Oğlakkıran, Sittei sevir, Berdulacuz/kocakarı soğuğu, cula, saman hergi, tarcik, herk, Hızır İlyas, Sultan Nevruz, Eğrilce, yonca biçimi, kırkım ayı, çayır biçimi, çoban ayı, toklu satımı, ark açımı, gün dönümü, cünit, yayla, ülker doğumu, ikileme, harıs, ork, sap, harman, sürek, altınayı, ofis, bağbozumu, göcek, koyun yumu, soku, bulgur çekimi, kuş dönümü, yoz katımı, sökün ayı... Ki yöreden yöreye isimleri, dönemleri çoğaltmak da mümkündür. *(29) Parpu/şifaÇobanları esas alan, parpu, şifa olarak uygulanan kimi inançlar da bulunur ki bunlara ekseriyetle kadınlar ehemmiyet gösterirler. Bunlara birkaç örnek vermek gerekirse Gürün, Kangal köylerinde, çocuğu olmayan gelinler için çobanlara dişice otu ısmarlanır. Bu otu yiyen gelinin çocuğunun olacağına inanılır. Gene muradı olanlar da çobanlardan muradiye otu isterler. Ulaş ilçesi Hasbey Köyü yakınlarında Evliya Tepesi’ne, zor doğum yapan kadınların elbise ya da mendilleri çobanlar aracığıyla gönderilip, geri getirtilerek kolay doğum olması umulur.Divriği merkezde, sütü kaçmış emzikli anneye, çobanın ekmeği yedirilir. Sabah kayınvalide tarafından çobanın hamançasına konulan ekmek, “çağanın nasibi dağı taşı dolandı geldi” sözleriyle geline verilir. Aynı şekilde esnaflar vasıtasıyla çarşıya da gönderilebilmektedir. Zaten sütü kaçmış anneye, “sütüm kaçtı deme, süt yaylıma gitmiştir gelir; sık sık emzir sütün bollaşır” nasihatı yapılmaktadır.*(30)Ayrıca, yaşı geldiği halde konuşamayan çocuk, akşam hargelesinin önüne çıkarılır. İnek kalabalığını, eşeği, çeşitli sesler çıkararak onları yöneten çobanı gören çocuğun heyecanlanarak konuşacağına inanılır. Çok ağlayan, uyumayan çocuk için çobanın torbasına bir ekmek konulur. Dağı taşı dolanıp gelen ekmeği yiyen çocuğun uyuyacağına inanılır.* Hırç, galguç, kazgıç adı verilen ucu kancalı değneklerle topraktan çıkardıkları çiğdem, nevruz, piçekli türü yenilesi bitkiler, dönemine göre mantarlar, ışgınlar, dağnanesi, kekik, yarpuz gibi çeşitli tatlı otlar, alıç, kuşburnu, sürsülük, dağarmudu, dağelması, dağinciri, böğürtlen gibi yabani meyveler “çoban armağanı çam sakızı” hediyeler olarak hayvan sahiplerine getirilen ikramlardır.Nevruz çiçeği, nevruzun yani ilkbaharın başladığının habercisi olarak bilinir. Tıpkı Hz. Ali’nin kokusu olarak da kabul görüldüğü gibi... Nevruzu ilk bulup getiren çobana, sürü sahibinden hediye verme geleneği Divriği’de hâlâ sürmektedir. (www.kutluozen.com) Sabah giderken çobanlarca bitkinin gövdesinden kanatılıp, akşam gelirken toplanan kenger sakızları da hâlâ makbul tutulan şifalı eğlencelikler olarak bilinenlerdendir. Toprak ananın bağrından çıkmış nimetler arasında, Bozgulak, Çıtlık, Kenger, Buğday (tanelerin çiğnenmesiyle elde edilen), Mezda sakızı adlarıyla bilinen çeşitler bulunmaktadır. Mezda çamı denilen bir ağacın sakızından elde edilen lezzetli, ağız, diş ve solunum yolları hastalıklarına iyi geldiğine inanılan bu sakızdan türemiş olsa gerek “çam sakızı çoban armağanı” deyimi.*(31) Çoban merhemi adıyla bilinen bir de ilaç bulunmaktadır ki terkibi, terementi ve mumyağı karışımıdır. (Terementi, kızılçam ya da sarıçam reçinesine denilmektedir.) Çobançantası/çobançadırı/çobantorbası (kuşkuş), çobançökerten (çakırdikeni, çarıkdikeni denen bir bitki türü), çobandağarcığı (yabani turp), çobandeğneği (karabuğdaygillerden, sarılıcı, tırmanıcı ot), çobandöşeği (ebegümeci türlerinden), çobandüdüğü, çobaniğnesi (ıtır türlerinden), çobankalkıtan (boğadikeni), çobanmayası (sütotu), çobanpüskülü (diken yapraklı ağaççık), çobansüzgeci (yoğurtotu), çobantarağı (maydanozgillerden), çobantuzluğu (karamuk türü), çobanüzümü (dağüzümü, yaban mersini)… Dağların kırların süsleri olarak, isimlerini çobanlardan almış, kimisi mutfaklarda, kimisi ilaç sanayinde kullanılan zehirli-zehirsiz bitki türleridir. Sütotu/çobanmayası denilen bitki, eskiden Doğu köylerinde yapılan beri günlerinde çobanların hanımlara getirdiği bir ikram olarak bilinirmiş. Süslenip püslenerek merasime icabet eden berci (süt sağan kadın) ve keyveniler (sütü pişirici) bu işlerle meşgulken dağdan çoban tarafından getirilen sütotları süt kazanlarının altına sokularak yakılır, onurlu bir hareket sayılan bu işlemden sonra sütte ve yağda bereket olacağına inanılırmış. Keçisağan, gecekırlangıcı, ebabil adlarıyla da bilinen çobanaldatan adlı bir kuş cinsi bulunur ki, gece boyunca öttüğü, insanı yanına yaklaştırdığı halde ele geçmediği için bu ismi almıştır. İşte bu yüzden olsa gerek, Karacaoğlan bir şiirinde “dünya bir çobanaldatan, çok uğraştım tutamadım” ifadesini kullanmıştır.*(32) Çoban kuşu da ülkemizde fazla bilinmemekle beraber, sıcak iklimlerde yaşayan, kazsılar takımından, boynuzlu kuşgiller familyasından başka bir kuş cinsi olarak bilinirler. Çobanyolu, keçiyolu, dağyolu da denilen dar, kendiliğinden oluşan cılga bir yol vardır ki çobanlar muhtemelen kestirme olsun diye buraları kullanmışlardır. Bir de çoban köprüsü adıyla maruf köprüler bulunur ve çobanların sürüyü selden korumak, bir an önce mal sahibine teslim etmek için yaptırdıkları söylenir. Hatta bazı kitabesiz köprülerin çobanlar tarafından hayır maksadıyla yaptırıldığı da rivayet edilir. Venüs, Zühre, Kervankıran, Çolpan, Kuzeyyıldızı, Sabahyıldızı, Târık, Sarıyıldız, Maviyıldız, Kanlıyıldız... nam-ı diğer Çobanyıldızı. Asya içlerinden Avrupa uçlarına kadar bilinip üzerinde konuşulan, türkülere efsanelere konu olan yegane yıldız, (daha doğrusu gezegen) bu olsa gerek. Ayın oğlu Ülker’le birbirlerine âşık olan ayın kızı Çolpan’ın, altıncı ayda birbirlerine yaklaşmalarıyla fırtınalar koptuğuna inanılır Kırgız Türklerinde. Çolpan’ın atların koruyucusu olduğu, at çobanlarını kolladığı inancı yaygındır. Bir zamanlar bu yıldızın doğduğu bahar aylarında herkes yer içer, çobanlar tütsüler yakarlar, tütününü göğe, yıldıza doğru gönderirlermiş. Bu buluşmanın olduğu günlerde dünyaya gelen atların parlak, apak doğduğuna inanılırmış. Çolpan doğmadığı, batıya doğru kaydığı zamanlarda kurtlara gün doğar, çobanlara baygınlık gelir, doğu sahipsiz kalır düşüncesi yerleşirmiş. Yazla güz arasında olanca parlaklığıyla doğan, her yörede farklı anlatıları olan bu yıldızın çıktığı aylar, yazın sıcak aylarına denk gelir. İşte bu dönemde çobanlar davarlarını ikindide yaylıma çıkarır, gece boyunca yayar, yıldızın doğuşuyla geri getirirler. *(33)Gök cisimlerinin hareketlerinden çeşitli manalar çıkaran Türk insanı, Ay’ın ağıllanmasından kışın uzun ve sert geçeceğinin, Güneş’in ağıllanmasından da havaların iyi gideceğinin, davarları yaylıma çıkarmanın bir mahzuru olmadığının işaretini alır. İşte bu yüzden olsa gerek, asırlardır şu sözleri söyler: “Ay ağıllansa ağılını büyüt, gün ağıllansa koyununu güt”*(34) Gene fırtına, yağmur gibi hava olaylarının yorumundan hareketle, “Akşam güneşi geri vurursa öküzü yemle, sabah güneşi geri vurursa tazını çulla” sözünü söyler. Yani akşam güneşi battıktan sonra ufuk kırmızı kalırsa ertesi gün hava iyi olacak, çiftle çubukla iş yapılabilecek, sabah güneşinde de ufuk kızarırsa hava kötü olacak, iş yapılamayacağı için ava çıkılabilecek manası akla gelmektedir.*(35) Meşhur Sivas halısı modellerinden Sivas Yıldızı’nın diğer adı da Çobanyıldızı’dır. Çeşitli tezgâhlarda dokunarak kullanıma sunulmaktadır.*(36) Yıldızlar içerisinde bir de çoban takımyıldızı bulunur ki fazla parlak olmayan, küme halinde görülen, uçurtma biçimli bir görünüşe sahiptir. Daha çok da ilkbahar aylarında görülür.Çoban isminden esinlenilerek konulmuş adlar bunlarla sınırlı değildir. Meselâ Ordu civarında Çobanbağırtan Suyu diye bir su bulunur ve oldukça leziz ve soğuktur. Acıktığı bir gün sürünün en iyi koyununu kesip kavurarak bu su başında yiyen çobanın efsanesi olarak anlatılır. Kavurmayı yiyip buz gibi suyu içince boğazında donup, çobanı bağırta bağırta ölümüne sebep olduğu için halk tarafından bu isim verilmiştir. Aynı efsane Sivas Yağdonduran mevkiindeki su için de anlatılmaktadır. Divriği’nin Ödek Köyü sınırları içinde, Çobançatlatan Çeşmesi adlı bir mevkii vardır. Etrafı yarpuz, nane, kuzukulağı gibi yenilesi aromalı otlarla, zümrüt gibi yeşilliklerle bezelidir. Bilenlerce “parmağınızı otuza kadar sayarak bu suyun içinde tutamazsınız, morarır” diye anlatılan gözenin suyu çok tatlı ve son derece soğuktur. Belirli bir efsanesi olmamakla birlikte, etrafındaki ekmeğe katık olabilecek yeşilliklerden yola çıkılarak üstteki örneğe benzer bir hikâye uydurmak mümkündür. DEVAMI YARIN
YAZARIN DİĞER YAZILARI