?>

BU DA GEÇER YA HÛ

Hanife DÖNER

2 gün önce

Rivayet odur ki dervişin biri, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra bir köye ulaşır. Karşısına çıkanlara, kendisine yardım edecek, yemek ve yatak verecek biri olup olmadığını sorar. Köylüler, kendilerinin de fakir olduklarını, evlerinin küçük olduğunu söyler ve Şakir diye birinin çiftliğini tarif edip oraya gitmesini salık verirler. Derviş yola koyulur, birkaç köylüye daha rastlar. Onların anlattıklarından, Şakir’in bölgenin en zengin kişilerinden birisi olduğunu anlar. Bölgedeki  ikinci zengin ise Haddad  adında bir başka çiftlik sahibidir. Derviş, Şakir’in çiftliğine varır. Çok iyi karşılanır, iyi misafir edilir, yer içer, dinlenir. Şakir de  ailesi de hem misafirperver hem de gönlü geniş insanlardır.         Yola koyulma zamanı gelip  Derviş, Şakir 'e teşekkür ederken ''Böyle zengin olduğun için hep şükret.'' der. Şakir ise şöyle cevap verir: '' Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Bazen görünen gerçeğin kendisi değildir.Bu da geçer.''        Derviş,  Şakir’in çiftliğinden ayrıldıktan sonra bu söz üzerine uzun uzun düşünür. Birkaç yıl sonra, Derviş’in yolu yine aynı bölgeye düşer. Şakir’i hatırlar, bir uğramaya karar verir. Yolda rastladığı köylülerle sohbet ederken Şakir’den söz eder. “Haa  o Şakir mi?” der köylüler,  “O iyice fakirledi, şimdi Haddad’ın  yanında çalışıyor.” Derviş hemen  Haddad’ın çiftliğine gider, Şakir’i bulur. Eski dostu yaşlanmıştır, üzerinde eski püskü giysiler vardır. Üç yıl önceki bir sel felâketinde bütün sığırları telef olmuş, evi yıkılmıştır. Toprakları da işlenemez hale geldiği için tek çare olarak, selden hiç zarar görmemiş ve biraz daha zenginleşmiş olan Haddad’ın  yanında çalışmak kalmıştır. Şakir ve ailesi üç yıldır Haddad’ın  hizmetkârıdır. Şakir, bu kez Derviş’i son derece mütevazı olan evinde misafir eder. Kıt kanaat yemeğini onunla  paylaşır. Derviş vedalaşırken Şakir’e olup bitenlerden ötürü ne kadar üzgün olduğunu söyler ve Şakir’den şu cevabı alır: ‘’Üzülme, unutma,bu  da geçer.”        Derviş gezmeye devam eder ve yedi yıl sonra yolu yine o bölgeye düşer. Şaşkınlık içinde olan biteni öğrenir. Haddad  birkaç yıl önce ölmüş, ailesi olmadığı için de bütün varını yoğunu en sadık hizmetkârı  ve eski dostu Şakir’e bırakmıştır. Şakir, Haddad’ın konağında oturmaktadır, kocaman arazileri ve binlerce sığırı ile yine yörenin en zengin insanıdır. Derviş eski dostunu iyi gördüğü için ne kadar sevindiğini söyler ve yine  aynı cevabı alır: “Bu da geçer.” Bir zaman sonra Derviş yine Şakir’i arar. Ona bir tepeyi  işaret ederler. Tepede Şakir’in mezarı vardır ve taşında şu yazılıdır: “Bu da geçer.” Derviş, “Ölümün nesi  geçecek?” diye düşünür ve gider. Ertesi yıl Şakir’in mezarını ziyaret etmek için geri döner; ama ortada ne tepe vardır ne de mezar. Büyük bir sel gelmiş, tepeyi önüne katmış, Şakir’den geriye bir iz dahi kalmamıştır. O aralar ülkenin sultanı Sultan Mahmut,vezirlerine  kendisi için çok değişik bir yüzük yapılmasını ister. Üzerine öyle bir şey yazdırın ki ona her baktığımda, hüzünlüysem neşeleneyim, neşeliysem hüzünleneyim, düşüneyim' diye buyurur. Hiç kimse sultanı tatmin edecek böyle bir yüzüğü yapamaz. Sultanın adamları da bilge dervişi bulup yardım isterler. Derviş, sultanın kuyumcusuna hitaben bir mektup yazıp verir. Kısa bir süre sonra yüzük sultana sunulur. Sultan önce bir şey anlamaz; çünkü son derece sade bir yüzüktür bu. Sonra üzerindeki  yazıya gözü takılır, biraz düşünür ve yüzüne büyük bir mutluluk ışığı yayılır: “Bu da geçer ya Hû” yazmaktadır. …….       ‘’Bu da geçer’’  sözünün manası   bin küsur sene önceye, Bizans dönemine kadar uzanır. Bizanslılar, fena bir işe uğradıkları zaman ‘Bu da geçer’ mânâsına  gelen  ‘k’afto ta perasi’ demektedirler. İbare, Selçuklular zamanında İran taraflarına geçer; ama Farsçalaşıp ‘İn niz beguzered’ olur. Osmanlılar devrinde Türkçe söylenip ‘bu da geçer’ yapılır. Derken, tekkelerde ve dergâhlarda da benimsenir ve sonuna  ‘Ya Allah’ mânâsına  gelen bir  ‘Ya Hû’  ilave edilip ‘Bu da geçer ya Hû’  haline gelir. Kıssamız  bu ya hissemiz ?       Zaman zaman ben de kullanırım, basit ve etkili olduğunu düşündüğüm için sanırım ama itiraf etmeliyim  ki  yıllardır beynimi kemirir dururdu bu söz.  Hattatlarımız neden  bu  kadar  çok  yazmışlar  diye   düşünürdüm. Her şeyin  fani  olduğunu  anlamamız için mi?  Tevekkül bildiren bu cümleyi,  kadim  bir  kural  bilmenin,  ruha en iyi  doktor olacağını mı sezmişler?      İnsan yaşı  ilerledikçe  hayata  verilen  anlamı  daha  iyi  keşfedebiliyor. Var olan zaten  geçti, yok da ortada yok  Ömer  Hayyam’ ın ifadesiyle. Geçiyoruz   işte  dünya  üzerinden. Bir gün göçüvereceğiz  bu insan  kalabalığından. Sanki  hiç  ağlamamış hiç  gülmemiş  gibi. Bütün maceramız  bir  varmış  bir  yokmuştan ibaret  olacak  bir  süre  sonra. Uğruna yandığımız dünya bir Fatiha bir selâ, bir ezan bir kâmet, bir namaz bir telkin  arası aslında. Velhasılı kelam bu  sanal  alemde bir şeye ne çok  fazla üzülmek, ne de çok  fazla sevinmek  mutluluğun reçetesidir diyebilir  miyiz ?      O zaman  bu  sözü  hemen  nazar hizasına  koymalı, sadra şifa, enâniyyete   deva, hâle ibret, hâle  pertavsız  niyetine döne döne  okumalıdır. Sözümüz az, manası çok  olsun  isteriz. O  zaman  tefekkür  edile: ‘’Celâliyle zâhir olsa, bu da geçer be yâ  Hû...  Cemâliyle âyan olsa, bu da geçer de yâ  Hû...’’
YAZARIN DİĞER YAZILARI