İnsanlar gider, bir evden, bir şehirden, bir kalpten, bir zihinden. Fakat zerre kadar dahi izleri kalır. Kâh odasında kâh geçtiği bir sokakta kâh dokunduğu bir eşyada kâh bir şarkıda, şiirde, kitapta… Sesi, sözü, nefesi eksilir hayatından. Ardında birkaç parça eşya, melankolik şarkılar ve mahzun bir yürek bırakır. Her bir notadan her bir sözden kendine pay biçer insan. Ayrılığa dair her şey kendisi için yazılmıştır o an. Vedaların ilk günü zordur. Ayrılık zamanının gelmesinden, canından bir parçanın kopmasından delicesine korkarsın. Yüreklerinizi birbirine bağlayıp boynuna sımsıkı sarılmak ve “gitme”diye haykırmak, gözyaşların tükenene dek ağlamak istersin. Fakat gözyaşlarını onun sırtında bir yük olmasını istemezsin. Yüreğin için için ağlarken sahte tebessümler saçarsın. Derken tren düdüğü son kez çalar. Bir dahaki kavuşmanıza kadar son kez bakarsın ardından. Nice vedaya, hüzne, gözyaşlarına şahit kara tren, ağır ağır ilerler köhne raylardan. Orada dizlerinin üzerine çöküp sulu gözlerle seyredersin. Tren gözden kaybolduğu vakit dünya bomboş kaldı sanırsın. Zaman durur, hayat durur, mutluluk ölür. Ve sen hepsinin ardından feryat figan ağlamak istersin. Susar, içine dönersin. Yüreğinde bir şeylerin eksildiğine kederli gözlerle bakarsın. Ayakların geri gitse de eve gidersin sonunda. Her şeyi bıraktığın gibi bulmayı umarsın. Fakat kapıdan girdiğinde, soğuk odalar seni karşılar. Yenmeyi unutulan yemek, son yudumu fincanda kalmış çay, kapının dibinde alelacele çıkarılmış terlikler, son kez elinin değdiği havlu… Hepsi kurşun gibi deler geçer yüreğini. Göz pınarlarında hazırda bekler yaşlar. Odasına girip yastığına sımsıkı sarılıp ağlarsın. Tüm anlarınızın anı olduğuna, eften püften nedenlerden kaybettiğiniz zamanlara keşkelerle ağlarsın. Bir koku ararsın, bir ses, yaşam belirtisi… Birsürü yadigâr bulursun arasan. Lakin hiçbiri teselli etmez seni. Aradığın, ihtiyaç duyduğun yalnızca O’dur.