?>
KORONA – BİR ÇİFT MENDİL – ALKARISI - YAŞMAK ALMAK - YAŞLI NENE
İtiraf etmeliyiz ki bu salgın hastalık (Korona) bize çok şey öğretti.
İtiraf etmeliyiz ki bu salgın hastalık (Korona) bize çok şey öğretti.
Günümüzde yaşanan korona salgını tüm insanlığa her yönden zarar verse de belki tek faydası; geçmişte yoğun bir şekilde yaşanan / yaşatılan günümüzde ise kırsalda –özellikle de köylerimizde hala yaşatılan bazı âdetleri yeniden sorgulamamıza sebebiyet verdi.
Günümüz neslinin saçma, hatta komik bulduğu bir anane / geleneğin sosyal hayatın bir gereği olduğunu bu olağanüstü vakitlerde yeniden idrak ettik ya da etmek üzereyiz.
Milenyum çağında çocukluk yaşamamış olanların son temsilcisi olan 90’ların ilkokul çocukları olanlar iyi bilir: İlkokul öğretmenimiz her pazartesi temizlik kontrolü yapardı. Tırnak ve mendil kontrolü her hafta, bizim için ağır bir sınavdı. Cebimizde iki adet mendil olmak zorunda idi. Biri el yüz kurulama için, diğeri burnumuzu silmek içindi. Her kontrolde öğretmenimiz “Kimse kimsenin mendilini kullanmasın!” derdi. Günümüzde doktorların ısrarla kâğıt havlu kullanmamızı söylemesi misali… Şimdi biraz anlıyoruz gibi işin alamet-i farikasını.
Türk kültüründe önemli bir yeri olan “Alkarısı” inancı anlatanın da dinleyenin de tesirinde kaldığı bir mefhumdur. Hakikat ya da batıl oluşu bir tarafa özellikle yeni doğum yapan kadınların vazgeçilmez inancıdır. Yeni doğan bebeklerin 40 gün, 3 ay, 6 ay… gibi belli bir süre insanlardan saklanması her ne kadar alkarısı inancına bağlansa da bunun altında yatan asıl neden, bebeği bulaşıcı hastalıklardan korumaktır. Zira yeni doğan bebeğin bağışıklık sistemi oldukça zayıftır. Alkarısı ritüelinin altında yatan bilimsel gerekçeye vakıf olmak daha yerinde olur. Buna mukabil alkarısı’nın varlığına inanmaya devam etmenin de bir mahsuru olmasa gerek…
Peçe, çarşaf, burka… gibi giyim kuşam parçaları Ortadoğu kültürünün bir numunesi olduğu hakikattir. Bu tarz giyim, inançtan ziyade kültürün gereğidir. “Yaşmak almak, yaşmak bağlamak, yaşmaklanmak” ise Türk kültürünün bir parçasıdır. Zira kelime etimolojik bakımında Türkçedir. Kırsal kesimde; kadınların erkek karşısında yaşmaklanması bir edeb’in yanı sıra, yine bilinçaltına yerleşmiş bir tedbir’in izdüşümüdür. Zira özellikle yaşlı kadınlar; kalabalık bir kadın topluluğunun içine girdiğinde de yaşmaklandığı hakikattir. Yakın vakte kadar yaşmak takan bir Türk kadını belki biraz yadırganırken; şimdi yaşlısından gencine, erkeğinden kadınına kadar hepimiz tabiri caiz ise yaşmaklandık. “Kültürel bir değer hiçbir zaman kaybolmaz, kılık değiştirir”, sözü yerde kalmadı galiba.
Geçmişin atalarımıza öğrettiği bir tecrübenin tezahürünü başka bir kalıp ya da kılıf içerisinde görmek mümkündür. 70-80 yaş ve üzeri kişilerin tokalaşmalarında bir sadelik göze çarpar. 80 yıllık iki kardeşte koyu bir sarılmayı görmek pek mümkün değildir. Onlar biraz daha mesafelidir. Bizler bu durumu her ne kadar yadırgasak da bu davranışın altında geçmişin tecrübesi vardır. Geçmişte yaşanan bulaşıcı hastalıkların tecrübesi onların bilinçaltında saklıdır. Özellikle yaşlılarda görülen sadece tokalaşma ile iktifa etmek ve çok yakın temas kurmamak, bulaşıcı hastalıklarla çokça mücadele etmiş Türk toplumunun edindiği tecrübenin yansıması olsa gerek diye düşünüyoruz. Günümüzde gençlerin çokça ve gerekli / gereksiz yere yaptığı oldukça ciddiyetsiz tokalaşmamsı davranışı günümüzde, bu virüs yüzünden yerle yeksan oldu gibi…
Beş on yıl önce yaşadığımız bir manidar hadise ile yazımıza son veriyoruz: Bir bahar mevsiminde sabahın sekizinde İstasyon Caddesi’nde yürürken köyden şehre gelmiş olduğu aşikâr olan yaşlı bir nene önümüzde yürüyordu. Gayri ihtiyari dudaklarından dökülen “Kör olasıca, arkasından taş da yetişmiyor…” sözleri bize tebessüm ettirse de vicdani hasletimiz yanına daha da sokulmaya tavassut etmişti. Az önümüzde yürüyen yaşlı dede ile bu ninemizin arasında bir bağ olduğunu anlamak bizim için zor olmamıştı. Nenenin koluna girip biraz hızlanınca, az uzaktaki dedeye yetiştik. “Hacı emmi bu güzel nene senin eşin olsa gerek, arkandan kaçırsalar neneyi haberin olmayacaktı. Beraber yürümenizi kimse yadırgamaz, müsterih ol” sözümüze yaşlı amca mütebessim hâl ile mukabele etse de bizim edepsizliğimizi dedenin hoş karşılaması bizi utandırmıştı. “Biz o dediğini yapamah, babadan anadan böyle gördük” sözü başımızı eğdirmişti.
Bu diyalog o gün oldukça sıradandı. Yüzüne karşı olmasa da içimden dedeye kızmıştım. Ama şimdi anlıyorum ki o dede ile nine arasındaki “sosyal mesafe kuralı”, bugün aklı, fikri ve zevk-i selim biri için bambaşka bir mana ifade ediyor. Doksanüç Harbi, Balkan Harbi, Cihan Harbi, İstiklal Harbi…. Bizden çok şey götürmüştü. En modern şehrin en elit mahallesinden en ücra köyüne değin birçok genç kadını dul bırakmıştı. Hayatına devam eden erkekler yanlarında eşleriyle yürümeyi dul kadınlara âr edinmişti. Erkeği yanında olan kadın kocasının yanında yürüme mutluluğundan hicap duyuyorlardı. Bu bir âdet olmuştu… Yaşlı amcamızın “…babadan anadan böyle gördük” sözünün altında başka bir şey vardı. Oda bilmiyordu ne olduğunu. Bambaşka bir sebep varmış.
İlkokul öğretmenimizin çift mendilli temizlik kontrolü, lohusalıların alkarısı sendromu, yaşmaklanmak ve yaşlı çiftlerin el ele tutuşamamaları… başka şeyler var işin içinde azizim…
“Harabat ehlini hor görme zakir, defineye mâlik viraneler var” demişler.
YAZARIN DİĞER YAZILARI