?>
MENDİLİM BENEK BENEK
Bazı kibar çevrelerde mendillere kullanan kişinin adının baş harfi işlenir. Nişanlıdan veya sevgiliden hediye gelen bu mendiller çok kıymetlidir. Erkek sevgili hediye gönderdiği mendilinin ucunu azıcık yakarsa, “senin için yanıp tutuşuyorum, aşkından ölüyorum” mesajını veriyordur bu küçücük bez parçasıyla. Kendi saçının telleriyle itinayla işleyip, askere, harbe, uzak diyarlara öğrenim, vatani görev veya çalışmak için giden maşuk’a, genç kızların nazik hediyesi de mendildir. Tutu olarak kabul edilen bu nadide mendil göğüs içinde saklanır ve yüklü miktarda para verilse bile asla kimseye verilmez. Sevdanın yemini, vuslatın mührü gibidir. Günlük hayatta zaten elden düşürülmemekle birlikte, kadın giyiminde süs olarak da mendile rast gelinir. Elbisenin sağ veya sol göğüs tarafına dökümlü, ince işlemeli beyaz bir mendili, kıymetli bir broşla takanlar olur. V yaka giysinin tam orta kısmına, yelpaze gibi ipek mendili, kırmızı, yeşil veya pembe taşlı bir yaka iğnesiyle, incili bir tokayla tutturanlar görülür. Omuzlarına mendillerini süslü taşlarla tutturanlara da rastlanır. (Kırsalda bazı pratik hanımlar, cep olmadığı takdirde hırka, yelek gibi üst giysilerinin iç kısmına, omuzlarına mendillerini sokuşturabilirler. Gene nazar değmemesi için çocuklarının omuzlarına, nazarlık, çalı budağı, şap destesini mendille birlikte firkete ile tutturur, çocuk ağladığında da mendilin ucuyla gözyaşlarını silerler.) Sivaslı yazarlardan Hüseyin Kaya, mevzu hakkında şunları anlatmaktadır: “…Herkes cebinde bambaşka mendiller taşısa da en çabuk yıpranan mendil dedelerinkidir. Zira kâh bohçaya dönüştürülüp yazın bostanlardan siyah erikler, olgun armutlar taşınır torunların önüne, kâh gün altındaki çatlamış, kararmış alınlardaki teri siler. Bazen en ağır yaralar onunla sarılır, bazen bir yağmur sonrası bayırdan toplanmış mantarlar onunla getirilir. Mevsimlerden kış ise soba kenarında kurumayı bekleyen mendil de dedenizin mendilidir. Bir abdest sonrası havlu yerine kullanılmıştır muhtemelen. Sıcak bir yaz öğlesi başınıza gün geçmesin diye dedenizin dört ucuna dört düğüm atarak başınıza bir şapka edasıyla bıraktığı şey de mendildir aslında.” Şimdilerde plastik çantalar, poşetler o vazifeyi görüyorsa da tarlaya, değirmene, ava, arıya giderken götürülen azık mendilleri vardır. Börek, ekmek, haşlanmış yumurta gibi yumuşak nesnelerin sarıldığı, ırgata bakraçlarla yemek götürülürken kullanılanları da bunlara benzer. Ki azık mendili zaten küçük bir sofra bezi vazifesi de görür. Götürdüğü yiyeceği mendilin üstünde yer, katlar kaldırır. Bu yüzden olsa gerek yurdun bazı yerlerinde sofra bezine sofra mendili de denir. Çarşı mendili genellikle beyaz üstüne yeşil, kırmızı, sarı çizgili olur. File, pazar çantası, poşetler olmazdan evvel, her aile reisinin çarşı mendili olurdu. Tek eliyle taşınabilecek bu mendille bir iki ekmek, bir iki kiloluk üzüm, ciğer, et gibi malzemeler getirilirdi. (Benim çocukluğumda babamın çarşı mendili beyaz üstüne gri çizgiliydi. Bahçeden meyve sebze çıkmadığı durumlarda çarşıdan gelecek yaş malzemeleri, -mahallede kimsede yoksa- yumurtayı sepetle, diğerlerini de mendille getirirdi. Bazen sepeti hamalla gönderdiği de olurdu. Annem içindekileri boşaltır, mendili katlar kaldırırdı. Kiminde et veya ciğerin kanının mendile geçtiği olurdu. O zaman da yıkardı.) Hediye mendili daha çok kadınların ilgi alanına girer. Neredeyse bohça büyüklüğünde olan bu mendil güzel bir kumaştan işlemeli olarak yapılır. Kenarına oya veya dantel geçirilip, göz aydın ziyaretlerine, tebriklere gidilirken hediye bu mendilin içine yerleştirilir. İçinden dökülmeyecek şekilde sıkıca firketeyle tutturulur. Sokakta kucakta götürülen hediye mendili, gidilen evde ev sahibince teşekkürlerle alınır, içindeki boşaltılır ve gene teşekkürlerle misafirler giderken, katlanmış, üstünün iğnesi takılı vaziyette iade edilir. (Annemin hediye mendili beyaz idi ve dört yanında gümüş renkli şeritler vardı.) Söz buraya gelmişken tatlılık bohçasından söz edeyim: “Divriği’de nişan günü oğlan tarafından kız tarafına “tatlılık” denilen bir sini gönderilir. Okuyucu kadının başının üstünde tutarak getirdiği bu sinide şunlar bulunur: Bir kaç kilo kesme şeker, üstüne serpilmiş elvan şekeri denilen renkli şekerler, çikolatalar, bir iki kutu misafir şekeri, onun da üstüne eğer mevsimiyse gül goncaları, dağıtılmış kırmızı veya pembe gül yaprakları, nane yaprakları, reyhan, anık gibi kokulu otların serpilmiş yaprakları… Rengârenk görüntülü olan bu sini, önce beyaz-iş veya ara-dantelli bir beyaz bohçaya, sonra da kabartma veya sırma işli kıymetli bir al bohçaya sarılır. “Evlatlarının alını yeşilini göresin” iyi dileğinde de görüldüğü gibi geleneklerimizde murat ve mutluğun sembolü al ve yeşil renklerdir. Okuyucunun (düğün/nişan davetçisi kadın) yanında bulunan yetişkin kız veya oğlan çocuğunun elinde de şerbet sürahisi bulunur. Camdan olması gereken bu sürahi renkli kreplerle süslenir, ağzı da al kurdeleyle bağlanmış olur. Sürahinin dibinde iki parmak kadar toz şeker, üstünde de şerbet olur. Bu şekilde su ile çoğaltılması ve ev ahalisine de yetmesi arzu edilir. Bir iki gün sonra kız anasının haber vermesiyle konu komşu tatlılığa bakmaya gelirler. Bohçasından süsüne kadar dikkat edilen bu işlemde kız tarafı oğlan tarafının bilgisini görgüsünü bir kere daha tartmış olur. Zaten tatlılık getirilirken yolda rastlayanlar “Bu kimin tatlılığı? Hayırlı uğurlu olsun” diye okuyucuyu birkaç yerde durdurmuş, tatlılığın kimler arasında olduğunu öğrenmişlerdir bile. Üstünden eksilen şekerlerin yerine kız tarafı yeni kutu şekerler, yeni elvan şekerler ekleyerek süsleyip oğlan tarafına tatlılılık gönderir. Okuyucunun, yani düğün davetçisi kadının götürdüğü sininin yanı sıra, boşalmış şerbet sürahisi, krepleriyle, kurdelesiyle birlikte geldiği yere iade edilmiş olur.” Düğün davetçisi, okuyucu demişken, yurdun çeşitli yerlerinde düğünlere davetin mendillerle yapıldığını da atlamayalım. Çağrılacak kişi adedince temin edilen mendil, kapı kapı gezilerek dağıtılır, ev sahibinin selamıyla birlikte düğünün tarihi söylenerek davet edilir. Ailenin genç delikanlılarınca olabildiği gibi yoksul kimselerce de yapılabilir bu davet.Yurdun bazı yörelerinde kız isteme törenlerinde mendil kullanılır. Kız evince tepsi içinde misafirlere tutulan mendil ilk olarak kayınpedere tutulur. Mendili alıp tepsiye para bırakan kayınpederi diğer misafirler takip eder. Eğer nişan gerçekleşmez ise bu durum “mendil atıldı” şeklinde yorumlanır. Gene kimi yerlerde oğlu için kız bakan anne, kız evine mendil ile gider, meramını anlatır. Eğer kız sözlü ise veya başka sebeple evlenmeyecekse, getirilen mendil iade edilir. Bu iade işin olmayacağı anlamına gelir.Divriği merkezinde konu komşuya içe sinmeyecek bir yiyecek, komşu mahledürü denen ağzı kapaklı küçük bakır sahanlarla yakın komşulara yoksullara gönderilirken, uzağa gönderilecekler de pay bohçası/mendili ile çıkınlanarak yollanırdı. Özel bir kumaş gerektirmeyen bu mendil, bohça-mendil arası büyüklükte olur, daha çok basmadan dikilirdi. Osmanlı döneminde bir de kitap mendilleri olurmuş. Kalem efendilerinin evrakları da bu mendillerin içinde yer alır, okunacak kitaplar gibi itina ile yerleştirilir ve taşınırmış. Biraz büyücek olan bu mendilin dört bir yanında Osmanlıca, Farsça beyitler, okumanın önemini anlatan yazılar işli olurmuş. Harp dönemleri, tahta çıkma, şehzade düğünleri gibi bazı mühim mevzuların yaşandığı zamanlarda hatıra mendilleri yapılırmış. Kumaş üzerine resim ve yazı basılarak elde edilen ve 50’li yıllara süregelen hatıra mendilleri artık antika grubunda kabul ediliyor. Yöreden yöreye söylenme biçimleri değişen mendiller, bazen yağlık bazen değirmi, bazen çevre, bazen destimal, bazen de mahrama adıyla anılırlar. Mahrama, mahrıma, marhama gibi de söylenen bu eşyalar, klasik mendilden biraz daha büyüktür. Mahrama, mahrem kelimesinden gelme olsa gerek. Çünkü bazı bölgelerde, sokağa çıkan kadınların manto pardösü üstüne örttükleri örtüye de mahrama denir. Reşat Ekrem Koçu, “eski metinlerde mendil ismine rastlanmaz. Yağlık adı da avâmî bir isimdir. Orta halli ve yüksek kibar muhitlerinde ‘çevre’ adı ile beraber ‘destimal, makreme, makrama’ isimleri kullanılmıştır” der. Sonra da türlü nakışlı çevrelerin, Kapalı Çarşı’daki Yağlıkçılar Caddesi’nde yüzyıllardır satıldığından söz eder.Yerli veya yabancı edebi eserlerde de kahramanların elinde mendile sık sık rastlanır. Onu nasıl buruşturduğu, evirip çevirdiği, nemlenen gözlerini nasıl sildiği detaylarıyla anlatılır. Tıpkı Yeşilçam filmlerindeki nazenin hanımlarda da rastlandığı gibi! Belki yeni dönem filmlerinde artık görülmüyorsa da ince hastalığa yakalanmış bir tazenin kan tükürdüğü kar beyazı mendil, kahramanın sevgilisine çaktırılmadan, kameraman tarafından seyircinin gözüne pek güzel sokulur. Bu yürek yakan manzara, ağlamaya meyyal seyirci tarafından kendi mendillerine nakşedilir. Bu sebeple mendil aşk şiirlerinde, şarkı ve türkülerde çokça geçer: “Üsküdar’a gider iken bir mendil buldum/mendilimin içine lokum doldurdum”, “Mendilim benek benek, ortası çarkı felek, ‘Mendilimin yeşili/Ben kaybettim eşimi/Al bu mendil sende dursun/Sil gözünün yaşını’, ‘Ben armudu dişledim/Sapını gümüşledim/Ben yârimin ismini/Mendilime işledim’; ‘Yar yolunu kolladım/Beyaz mendil salladım’, Mendilimin ucuna sakız bağladım sakız, al mendilim sakla benden yadigâr… diye ırlanan ezgilerden daha kaç adet vardır bilinmez. Şair Nedim der ki: ‘Bûy-i gül takdir olunmuş nâzın işlenmiş ucu/Biri olmuş hoy, birisi destmâl olmuş sana’ (Gül kokusu damıtılmış; nâzın ucu işlenmiş; biri sana koku, biri mendil olmuş). DEVAMI YARIN
YAZARIN DİĞER YAZILARI