?>

MÜLK SÛRESİNİN FAZİLETİ

MUAMMER OYTAN

6 yıl önce

                        Nesâî ve Hakim´in rivayet etmiş olmasına göre, Peygamberimiz(s.a.s): ?Kur´anda 30 ayet olan bir sûre vardır ki bağışlanıncaya kadar sahibine şefaat eder. Bu, Mülk sûresidir.?; ?Mülk sûresi, el-mâniadır. O kurtarıcıdır, kabir azabından kurtarır.?; ?Kim bir gecede Mülk sûresini okursa Allah ondan kabir azabını men eder.? Buyurmuştur.(Tirmizi, Fedâilü´l Kur´an,9)     KUL HAKKI İnsanlar, yaratılışı gereği topluluk halinde yaşamaya, dolayısıyla birbirleriyle ekonomik-sosyal-kültürel-ticarî ve medenî ilişkilerde bulunmaya mecburdurlar. Bu ilişkilerde, birbirlerine karşı doğru- dürüst-medenî-insanî şekilde davranmaları; tartı ve ölçülerde hıyanetlik yapmamaları, ticarî davranışlarda aldatmamaları; yasaların çizdiği sınırlar dairesinde her birine verdiği hakları ihlâl etmemeleri gereklidir. Aksi halde, mağdur edilenin, aldatılanın, hukuku ihlâl edilenin hakkı, kendisini açıkgöz zanneden kişiye geçer? Kul hakkı deyince hayatın her alanını kapsayan birbirimize karşı sorumlu olduğumuz haklar anlaşılmaktadır. Bu hak, daha çok insanların canları, bedenleri, ırz ve namusları, manevî şahsiyetleri, makam ve mevkileri, dinî inanç ve yaşayışları gibi konulardaki kişilik haklarıyla mallarına ve aile fertlerine ilişkin haklardan oluşmaktadır. İnsanın her ne şekilde olursa olsun kendine ait olmayan bir şeyi meşru olmayan yoldan elde etmesi, kul hakkına girmektedir. Bu tür kazançlar dinimizde haram olarak tanımlanmıştır. Kul hakkı daha çok beşerî münasebetlerde dinimizin koyduğu kurallara aykırı şekilde davranış olarak tezahür eder. Bunlar, başkasının işlerini zora sokmak,  insanları aldatarak kazanç elde etmek v.b. davranışlardır. Başkalarıyla bir arada yaşamanın gereği olarak herkesin hakkına saygı göstermeliyiz. Kimsenin canına, malına, ırzına ve namusuna zarar vermemeli; manevî şahsiyetini tahkir edecek zulüm ve iftiralarda, haksızlıklarda bulunmamalıyız!. Eğer zarar vermişsek, kul hakkını ihlal etmişsek, karalama-ötekileştirme ve iftiralarda bulunmuşsak hak sahipleri ile helalleşmeli, zarar maddi ise onun karşılığını ödemeye ve helâlleşmeye çalışmalıyız.(Dr.Seyit Ali Topal, Kul Hakkı,  s.122-123) Dinimizde kul hakkı ihlâli ?Büyük günahlardandır.? Kur´ân-ı Kerim´de : ?Aranızda birbirinizin mallarını haksız yere yemeyin??(Bakara,2/188) ; ?Öyle ise akrabaya, yoksula, yolcuya hakkını ver. Bu, Allah´ın hoşnutluğunu kazanmak isteyenler için daha hayırlıdır. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir?.(Rûm, 30/38) buyrulmuştur. Dini, dili, ırkı, cinsiyeti ne olursa olsun bir kulun hakkı ihlâl edilirse, o kişi ile helâlleşmeden başka affedilme yolu yoktur! Bu helâlleşme, şayet üzerinde maddi haklar varsa onu ödemek, dünyada üzerine düşen cezayı çekmek, hak sahipleriyle helâlleşmek; zulmettiği veya iftira ettiği kişilerden özür dilemek ve Allah´a tövbe etmekle mümkündür. Mal ya da darp gibi şeylerle ilgili olmayan gıybet, bühtan gibi hak ihlallerinde en doğrusu hak sahibine durumu anlatıp helalleşmek olmakla beraber, her zaman bu şartı yerine getirmek mümkün olmadığından ya da insanlar bundan çekindiğinden, kendi adına tövbe edip, hak sahibi namına da istiğfâr etmek yani Tanrıdan, onun günahlarının bağışlanmasını dilemek, dua etmek yahut da hayır hasanet yaparak sevabını ona bağışlamak, bu tür hak ihlallerine kefaret olur.( İbn Teymiyye, el Fetâval-Kübrâ, I,113) Bu sebeple Hacca giderken müminlerin, ilişkide bulundukları kişilerle helâlleşmeleri zorunludur. Çünkü Allah Tealâ; kul hakkı hariç, usulüne uygun şekilde Hacc farizesini yerine getiren müminlerin günahlarının affedileceğini buyurmaktadır. Aynı şekilde kamu dediğimiz Devletin hakkına riayet etmeye de özen gösterilmeli, devlet malına el uzatmaktan kaçınılmalıdır.. RIZIK HELÂL YOLDAN KAZANILMALI             İslâm´da rızkın sağlanması yolu, çalışmak ve helâl kazanç temin etmektir. Müminin kimseye muhtaç olmadan hayatını sürdürebilmesi, çoluk çocuğunun nafakasını elde edebilmesi için helâl yoldan, alın teri ile çalışıp kazanması, ibadet ölçüsünde kutsal ve değerli bir davranış olarak kabul edilmiştir. İslâm dininde, alın teri döken, emeği ile geçinen, çalışıp kazanan mümin, Allah´ın dostu kabul edilmiştir. Kur´ân-ı Kerim´in : ?Allah´ın size rızık olarak verdiklerinden helâl, iyi ve temiz olarak yiyin ve kendisine inanmakta olduğunuz Allah´a karşı gelmekten sakının? (Maide,5/88) şeklindeki emirleri de bu yöndedir. PEYGAMBERİMİZİN KUL HAKKI ANLAYIŞI. Hz. Peygamber(s.a.s), son zamanlarında ashabına: ?Bende hakkı olan varsa söylesin!? buyurdu. Sahabeden Hz. Akkaşe, ?Yâ Resûlallah, siz bir gün elimden tutarak deveye binmiştiniz. Deveye kırbaç vururken kırbaç benim sırtıma gelmişti. Acaba bu kul hakkına girer mi!?? dedi.  Efendimiz, ?Girer elbette!? dedi.  Hz. Ömer ve Hz. Ebubekir, Akkaşe´ye kızdılar. Resûlü Ekrem Efendimiz, ?Ömer, Ebubekir siz karışmayın, bu benim hesabımdır? buyurdular ve Hz. Ali´ye, o kırbaçın Fatıma´da olduğunu, alıp getirmesini söyledi. Hz. Fatıma durumu anlayınca evlatları Hasan ve Hüseyin´i gönderir; onlar da kırbaçın kendilerine vurulmasını isterlerse de Efendimiz kabul etmez. Hz. Peygamber(s.a.s), sırtını açar, Hz. Akkaşe, sırtındaki Peygamberlik mührünü görünce öper ve esas amacının bu olduğunu söyleyerek hakkını helâl eder. NİYET VE AMEL Niyet, en kısa ifadesiyle iç yönelişi demektir; hareketlerin temelinde yatan plân ve projedir. Allah katında dış görüntü hiç önemli değildir; kalplerdeki yönelişler değerlidir.Yüce Allah şöyle buyuruyor: ?Herkes şakilesi uyarınca amel eder.?(İsrâ,84) Hasan-ı Basrî, bu ayette geçen ?şakile? kelimesinin ?niyet? anlamına geldiğini ve buna göre amelin sıhhatinin niyete bağlı olduğunu belirtmiştir. Nitekim rivayete göre Peygamber Efendimiz de şöyle buyurmuştur: ?Müminin niyeti amelinden daha hayırlıdır.? Bazı hadis bilginleri, yukarıdaki hadisin gerekçesini açıklarken, ?Çünkİ, insan bazen amele dönüşmeyen iyi niyetinden dolayı sevâp kazanır; ama hiçbir zaman niyetsiz amelden dolayı sevâp kazanamaz? diyorlar. Başka hadis bilginleri de: ?Müminin niyetinin amelinden üstün olması şu yüzdendir: Niyet kalbin amelidir ve kalp marifet kaynağıdır. Marifetten kaynaklanan amel de tabii ki, diğer amellerden üstün olur? diyorlar. (Ebûl-Leys Semerkandî, Sohbetler,s.446) ?Niyet Hadisi? diye meşhur olan bir hadisi şerifin vûrûd sebebi olan olay niyetin ne kadar önem taşıdığına ışık tutmaktadır: Adamın biri, Ummu Kays adındaki bir  kadınla evlenmek ister. Kadın, Medine´ye göç etmesi halinde kendisiyle evlenebileceğini söyler. Adam da hicret eden Müslümanlarla beraber Medine´ye göç eder. Durumu öğrenen Müslüman muhacirler, bu adamla kendileri arasında amel bakımından fark olup olmadığını merak ederler ve Sevgili Peygamberimize sorarlar. Efendimiz de: ?amellerin değer ölçüsü, niyetlerdir?? buyurarak işin farkını ve temel prensibini açıklar. Müslümanlar, sözünü ettiğimiz adama, zaman zaman, ?Ummu Kays´ın muhaciri? diye takılmışlardır.(İsmail Lütfi Çakan, İyi Müslüman, s.15) DOST EDİNMENİN ÖNEMİ Bir insanı sevmek, onunla dost olmak, içini dökmek, sırlarını paylaşmak, iyi ve kötü gününde birlikte olmak arzusu, insanın doğasında vardır ve insan buna muhtaçtır. İnsanın; canı sıkıldığı, morali bozulduğu, bir musibetle karşılaştığı zaman kendisini teselli edecek, yardımcı olacak, yol gösterecek, mutlu ve sevinçli, hayırlı ve başarılı işlerinde birlikte olacak, tebrik ve teşvik edecek bir dosta her zaman ihtiyacı vardır. Dostlar üçe ayrılır: 1-     Hakiki ve vefakâr dost: Dostunun saadet ve musibetini kendi saadet ve musibeti gibi görür.Dostunun yardımına koşar, iyi ve kötü gününde onunla beraber olur. 2-     Menfaatperest dost: Menfaati olduğu sürece dostu ile beraber olur, onu sever. Menfaati bitince dostluğu da biter. 3-   Hilekâr dost: İnsana dost gibi görünür, gerçekte düşmandır. Fırsat bulunca aleyhte bulunur, kusurlarını ve sırlarını ifşa eder, iyiliklerini ise gizler.(İsmail Karagöz Sevgi ve Dostluk, s.209-213) BİR HADİS: ?Allah´tan korkunuz da çocuklarınız arasında adaletli davranın ?                                        ( Ebû Davut, İcare,83;İbn Mâce, Edep 3) EVLÂTLARI ARASINDA AYIRIM YAPMAMAK  ?Çocuklarımız, göz aydınlığımız, sevincimiz, ümidimiz olup Yaratıcı´mızın bize eşsiz bir armağanıdır. ?Çocuk, Allah´ın bizlere vermiş olduğu bir emanettir. Şayet ona iyi bakar, terbiyesini iyi verir ve başkalarına faydalı olacak bir insan olarak yetiştirirsek imtihanı kazanmış oluruz.Çünkü çocuk bugünün küçüğü, yarının büyüğüdür.Çocuk bir milletin geleceğidir.Çocuk yarınların teminatıdır, güvencesidir.Annelerin, babaların gelecekleri iyi ve faydalı çocuk yetiştirmeleri ile teminat altına alınır. ?Ayrıca yüce dinimiz İslâm, çocuklar hakkında anne-babaya güzel bir isim koyma, iyi bir eğitim verme ve vakti geldiğinde onun evlenmesine önderlik etme gibi önemli vazifeler yükler?Ana ve baba çocukların yaş ve idrak seviyelerine göre hayat boyu eğitimlerine dikkat etmelidir.?( Dr.Ömer Menekşe, Çocuklarımızla İmtihan ediliyoruz;Kur´ân´dan Öğütler 1,s.189) Fakir olsun, zengin olsun ana-babanın, kız olsun, erkek olsun, çocukları arasında ayırım yapmaması; maddi imkânlarda, tahsil olanaklarında, eğitim-öğretimlerini yapmalarında, istediği ve arzu ettiği bir mesleğe sahip kılınmasında, sevgi ve şevkât göstermede ve nihayet mirastan yararlanmalarında eşitlik ilkesinin gözetilmesi; aralarında adaletle hükmedilmesi şarttır.             Ana-babanın çocukları üzerinde hakları olduğu gibi, çocukların da ana-baba üzerindeki hakları vardır. Bu haklarının en önemlisi de çocuklar arasında eşit ve adaletli davranmaktır: . Eşitsizlik ve birisini kayırma, kardeşler arasında husumete sebep olacağı gibi ebeveyne karşı öfke duyulmasına da sebep olur. Peygamberimiz(s.a.s), ?Allah´tan korkunuz da çocuklarınız arasında adaletli davranın ?( Ebû Davut, İcare,83;İbn Mâce, Edep 3) ve ?İkramda çocuklar arasında eşit davranın!?(Said b. Mansur, Sünen, I, 119, no: 293; Buhari, Hibe, 13) buyurmuştur. Çünkü Allah korkusu ile adalet komşudur, yan yanadır, birbirinin tamamlayıcısıdır. Yine peygamberimizin verdiği müjdeye göre bu hassasiyete sahip olan ana-babaya verilecek karşılık ise doğrudan Cennet olacaktır. ( Ebû Davut, Edep, 120-121) Bu bilincin hakim olduğu bir ailede yetişen çocuğun gönlünde her zaman hak ve hakkaniyet duygusu, adalet hissi ve Allah korkusu bulunacaktır. Ailede ebeveyn olarak çocuklar arasındaki adaleti sağlamakla yükümlüyüz; bir çocuğumuz için yaptığımızı diğeri için de yapmaya çalışmalıyız.(Dr.Burhan Erkuş, Kur´ân´dan Öğütler 1,   s.32).             Evlâtlar arasında hiçbir şekilde kız-erkek ayırımı yapılmamalıdır.             Ayrıca kardeşler arasında ayırım yapılması, birbirlerine karşı kul hakkının geçmesine de sebep olmak demektir. Ana-babanın; eşit davranmayarak, evlatlardan birisinin hakkının diğerlerine geçmesine sebep olması;  kardeşlerden birinin, diğerlerinin hakkını yani kul hakkını yemesine sebep olmak demektir. Bu davranış, ebeveynler için günah işlenmesidir ve kardeşlerden birisinin de diğerlerinin kul hakkını yemek suretiyle günah işlemesine sebep olunmasıdır.             Hiç şüphesiz ana-babanın, evlatları arasında eşit ve daha ideal olanı ?adaletli? davranması, söylendiği kadar, zannedildiği kadar kolay değildir. Hayatın akışı içinde son derecede farklı durum ve şartlar zuhur edebilmektedir: Evlatların kabiliyet farkı nedeniyle hayata tutunabilmeleri; çalışkanlığı itibariyle, iyi niyetli-gayretli-azimli oluşu itibariyle, beden veya ruh sağlığı itibariyle çok farklılıklar göstermekte; bütün bu nedenlerle de tahsili, diploması, mesleği, işi, çalışması, başarısı, gelir düzeyi, dolayısıyla ailenin desteğine ihtiyacı olup olmaması son derecede farklı olabilmektedir. Böyle çok farklı durumlarda adaleti sağlamak tabii ki çok zorlaşmaktadır.              Bir defa öncelikle şunu belirtelim ki, ailenin, evlatlarına karşı asli görevleri vardır. Aile evvelemirde her evladı için bu asli görevlerini mümkün olduğu kadar eşit şekilde yerine getirmelidir. Bu görevlerin yerine getirilmesine rağmen, aralarında farklılıklar varsa; örneğin kimisi hayatta başarılı olmuş, diğer birisi geçim sıkıntısı çekmekteyse; mesela kız olması nedeniyle okutulmamış olması gibi ailenin de kusuru ile geçim sıkıntısı içinde ise, aile, durumu iyi olan evlada veya evlatlara destek vermeyebilir. Bu tutum ?eşitlik? olmasa da ?adaletli? bir davranıştır. Ve fakat, zengin olan, destek verilmeyen evlatlara bu durum açıkça izah edilmelidir: Bir takım makul ve mantıklı nedenlerle, zayıf durumdaki kardeşlerin hayata tutunmaları için maddi destek verileceği açıkça belirtilmelidir. Bu bir rıza almak değildir; ana-babanın açık-şeffaf-dürüst davranışıdır; vicdanının bu şekilde rahat edeceğinin belirtilmesidir!.Ne var ki destek verilen evladın da, alkol, kumar, tembellik gibi zaafları nedeniyle bu duruma düşmemiş olması gereklidir!             Cenab-ı Allah, her insanın kişisel tutum ve davranışına göre; iyi niyetli-gayretli-azimli çalışmasına ve başarısına göre; yeteneğine-ehliyetine ve dirayetine göre ve tabii Allah Tealâ´nın  emir ve yasaklarına uymasına, samimi inancına, dua ve şükretmesine göre rızkını vermektedir: Bazılarının yolunu açmakta, işini rast getirmekte, kısmetini artırmakta, tuttuğunu altın etmekte, rızkını çoğaltmakta; bazılarının da rızkını daraltmakta-kısmaktadır! Ana-babanın yapmaya çalıştığı bu daraltma ve kısıtlamada kısmen de olsa yardımcı olmaya çalışmaktır! ?De ki: ?Şüphesiz Rabbim rızkı kullarından dilediğine bol bol verir ve (dilediğine) kısar?? (Sebe,34/39) :??Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azâbım çok şiddetlidir.?( İbrahim,14/7)
YAZARIN DİĞER YAZILARI