?>

Müslüman’ım Diyoruz Ama!..

Metin ÇAĞAN

1 yıl önce

Her kulun Rabb’ine karşı ve bir kısmı da yaşadığı topluma karşı sorumlulukları bulunduğundan,  uzun zamandır aklımda ve gönlümde yer alan “Kur’an ve sünnetin ortaya koyduğu hayat tarzını yaşıyor muyuz?”  konusuna değinmek,  Allah'ın yüce dinine uygun yaşayıp yaşamadığımızı bir nebze de olsa değerlendirmek, bazı yanlış tutum ve davranışlara da dikkat çekmek ihtiyacı duyuyordum. Yazmak bugüne nasip oldu.

 Maksadım kimsenin gönlünü incitmek değil elbette! Değerlendirmelerim, eleştirilerim, uyarılarım da en önce kendi nefsim içindir. Bunun da böyle bilinmesini arzu ederim.

 

Gerçi yaşanılan eksikliklerle, olumsuzluklarla ilgili hususlarda din konusunda ilim sahibi olanların toplumun her kesiminden insanın anlayabileceği dilde toplumu yönlendirmesi, doğru bilgilendirmesi, aydınlatması; bu hususların özellikle Cuma hutbelerinde de anlatılarak, insanların bilinçlendirilmesi en büyük dileğimdir.

İslamiyet’le ilgili bir şey anlatacağımız zaman söze, “Yüzde 99’u Müslüman olan Türkiye’de…” diye başlarız,  “Elhamdülillah Müslümanım” diye de devam ederiz.

Müslümanız ama İslamiyet’in gerektirdiği vazifeleri ne kadar yerine getiriyoruz?

Bu kadar güzel ve yaşanabilir bir dinimiz varken nasıl oluyor da dini doğru bir şekilde bilmiyor ve/veya yaşamıyoruz, iyi bir Müslüman profili çizemiyor, birbirimizi söz ve davranışlarımızla incitiyor, üzüyoruz?

 

Sebebi gayet açık aslında. Kuran’ı tek ölçü kabul etmiyor, ayetlerini gerektiği gibi dikkate almıyor ve Peygamberimizin örnek hayatını da doğru bir şekilde bilmiyoruz. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki Allah’a itaat etmenin yolu Peygamberimize tabi olmaktan geçmekte; Rabbimizin sevgisine mazhar olmak ise Peygamberimize itaat etmekle mümkündür.  Bu nedenle İslam’ı doğru anlayabilmek için Kur’an’a, Kur’an’ın istediği doğrultudan bakmayı bilmemiz ve öğrenmemiz, Peygamber Efendimiz'in (s.a.v) Sünnet-i Seniyyesini   yerine getirmemiz gerekir.

Ayrıca okumuyoruz. Üzülerek görüyoruz ki, ilk emri ‘Oku’ olan bir dinin mensupları olarak, dünya ülkeleri arasında kitap okuma sıralamasında sonlarda yer alıyoruz. Oysa yüce dinimiz okumaya büyük önem vermiş, insanlığa ilk mesajı da ‘Yaratan Rabbinin adıyla oku!’ ayet-i kerimesi olmuştur.

 

Ancak Kur’an daha az anlama maksadıyla okunup, daha fazla “ezber” edilir olmuş; gündelik hayatta Kur’an ile nasıl amel edileceği meselesinden uzaklaşılacak kadar onun nasıl telaffuz edileceğine dair geniş ve kılı kırk yaran bir ilim oluşturulmuştur. Müslüman çevreler okul ve eğitime yönelik isteksiz davranış içerisinde olmuş, her türlü okumayı her zaman çok ihmal etmiş, bu nedenle de eksikler, yanlışlar çoğalmıştır. Oysa cehalet, insanın kaderi değildir. İnsan her yaşta kendine fayda verecek bir şeyler öğrenebilir.  Zira okuyup öğrenme hayat boyu devam eden bir süreçtir.  Kitaptan, ilimden, okumaktan uzak kalmak zihin dünyası için bir kayıptır.  

 

İslâmiyet, ilme çok önem vermektedir. İlmin kendisidir. Kur’ân-ı kerîm’in birçok yerinde, ilim emredilmekte, ilim insanları övülmektedir. Örneğin Zümer sûresi 9. ayetinde meâlen; “Bilenlerle bilmeyenler hiç bir olur mu? Bilenler elbette kıymetlidir!” buyurulmaktadır.

 Resûlullahın (s.a.v), ilmi öven ve teşvik eden sözleri çoktur. Bir Hadis-i şerifinde buyurul ki:  “İlim bulunan yerde Müslümanlık vardır. İlim bulunmayan yerde Müslümanlık kalmaz.” Bir diğerinde ise “Ey Ali! Ya âlim ol, ya ilim talebesi ol yâhut da dinleyici ol! Dördüncü olma, helâk olursun!”

 

Kimi kişiler ibadet açısından iyi, doğru şeyler yaptıklarını düşünerek, o konudaki bilinçsizliğinden dolayı yanlış, kötü şeyler yapmakta ve bunu da güzel görmektedirler maalesef. Günümüzde bazı kişiler Müslüman olduğunu inanç boyutunda sözel olarak ifade etmesine rağmen İslâm dininin gerektirdiklerini yerine getirmemekte;  helâl haram duyarlılığıyla hareket etmek, doğruluğu, dürüstlüğü ön plana çıkarmak, sevgi ve merhamet gibi olumlu duyguları taşımak yerine kin, nefret, öfke, kıskançlık gibi olumsuz duyguları yaşamakta, onlardan uzak kalmamakta, düşmanca davranmaktadır.  Ayrıca doğruluk ve dürüstlük gibi erdemler giderek zayıflamakta, daha çok kazanma hırsıyla ahlaki değerler ve hukuki ilkeler göz ardı edilmekte; aşırı tüketim, lüks ve israf günden güne artmaktadır.

 Yine ne acıdır ki “Müslümanım” diyen kimi kişilerde hatalarından vazgeçip doğruya yönelecek yerde, hatalarını doğru göstermek için doğruları iptal ve imha etmeyi tercih etmekte, başkalarına haram kıldıklarını kendisi için helal saymakta, kendisine lâyık gördüğü şeyleri başkalarına yakıştırmamaktadır. En kötüsü de “Ahiret”e iman ettiğini söyleyip, “ahiret hiç yokmuşçasına”, hayat sadece dünyadan ibaretmişçesine “hak ve adalet” ten de uzaklaşmaktadır. Oysaki Peygamberimizin hayatının her safhası, her aşaması, her dönemi bizim için çok iyi örneklerle doludur.

 

 Oysa sevgili Peygamberimiz (s.a.s), insanlığı bir ve tek olan Allah’a kul olmaya, adalete, iyiliğe, kardeşliğe ve güzel ahlaka çağırmadı mı? Şirkin karşısında imân ve istikâmeti, zulmün karşısında hak ve adaleti, cehaletin karşısında ilim ve hikmeti, şiddetin karşısında şefkat ve merhameti kuşanmayı insanlığa öğretmedi mi?

 

Dinimizi,  imanımızı koruyabilmek, doğru imana sahip olabilmek, bizleri din dışı yanlışlara sürüklemek isteyen sahte kimselere aldanmamak için mutlaka doğru bilgileri öğrenmemiz şattır. Eğer bir kimse ilâhî hükmü yanlış anlar ve yanlış uygular; bildiğini, doğru yaptığını iddia eder ve buna göre hüküm verirse dinde sahih kaynaklara göre bu kimse kâfir, zalim ve fâsık olur.

 

Peygamberimiz (s.a.v) Müslümanların en faziletlisi “dilinden ve elinden Müslümanların emniyette olduğu kimsedir” demektedir. Müslüman insanlara kibar, yumuşak, iyi niyetli davranır. Asla kırıcı olmaz, kaba davranışta bulunmaz.

 

Hakiki bir Müslüman her şeyden önce vatanını, bayrağını, ailesini, büyüklerini sever, sayar. Küçüklerini sever, korur. Değerlerine sahip çıkar. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya, yarın ölecekmiş gibi âhiret için çalışır, zamanını boş geçirmez.

 

Müslüman güvenilir; iş ve sözlerinde sadıktır. Kul hakkından korkar. Kimse ile münakaşa etmez ve kalbini kırmaz. Tatlı dilli, güler yüzlü, sözü ve özü doğru olur. Her türlü temizliğe son derece dikkat eder. Hak yemez. Kötülük yapmaz kendisine yapılanlara sabreder. Hele hıyanet nedir bilmez. Haset etmez, kıskanç ve kibirli değildir. Attığı her adımıyla çevresine örnek olur. Kimse ile alay etmez, yalan söylemez. Fitne çıkarmaktan sakınır. Sabırlıdır, sinirlerine hâkimdir. Kimsenin gıybetini yapmaz. Riyakâr olmaz.  Son derece alçak gönüllü ve mütevazıdır. İffet sahibi, şefkatli, cömert, dürüst ve kibardır. Kimseyi incitmez.

 

Dinimiz İslâm; bireysel ve toplumsal hayatın sağlığı, güven ve huzuru açısından eğitim-öğretim, çalışma ve dürüstlük gibi temizliğe de çok büyük önem vermiş;  çevrenin temiz tutulmasını ve kirletilmemesini de istemektedir. Ama caddelerin, sokakların, parkların, piknik alanlarının… sigara izmariti, çekirdek kabuğu, atık kâğıt ve çöplerle dolu olduğunu üzülerek görmekteyiz. Bu olumsuz davranışlar kamu hakkını ihlal eden, sorumsuzluk ve duyarsızlık örneği sergileyen ve ahlakî olmayan bir davranıştır.

 

Müslüman her yönden temizliğe çok önem verir, hoş olmayan kokuların bedeni üzerinde kalmaması için son derece dikkatli davranır. Sokağa ulu orta tükürmez, gelişigüzel burnunu dışarıda sümkürmez;  camiye girerken son bir nefes daha çekip söndürmeden rastgele attığı sigaranın çevreye vereceği zararı,  camide yanında duracağı cemaatten kişileri rahatsız edeceğini düşünür.                      

 

Çünkü çevre Allah’ın bize bir lütfu ve emanetidir. Çevreyi kirletmek nimete nankörlük ve emanete hainlik etmektir. Müddesir suresinde “kalk insanları uyar” emrinden sonra “elbiseni / kalbini temizle-temiz tut” emrinin verilmesi İslâm’ın maddî ve manevî anlamda temizliğe önem verdiği göstermektedir. 

 

Manevî temizlik kişinin kalbini kötü duygu ve düşüncelerden, bedenindeki organlarını günahlardan arındırması iken maddî temizlik gözle görülen, elle tutulan her tür eşyanın, mekânın, giysilerin, bedenin, ev, işyerinin, mabet ve çevrenin temizliğidir.

 

Maalesef insanlarımızın çoğu temizlik bilincine yeterince ulaşamamıştır. “Temizlik imandan gelir.” sözü lafta kalmamalıdır.

 

Hayatımızın her anında, attığımız her adımda Allah’ı düşünerek, O’nun bizi gördüğü düşüncesiyle hareket etmek gerekir. Bunun yolu da öncelikle dinimizi doğru bir şekilde öğrenmek, hayatımıza doğru tatbik etmektir.

 

Hz.Ömer (ra)’a ait olduğu rivayet edilen  “Dininizi iyi öğrenin, ona göre yaşayın, yoksa yaşadığınızı din zannedersiniz.” ifadesi Müslüman toplumların en büyük düşmanının cehalet olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bir toplum Allah’ın adıyla ve insanı eğiterek çağdaş bilime, gerçek hedefe ulaşabilir.

 

Dinini iyi bilen insanlar, yanlış yapmayacağı gibi birbirlerini de daha kolay anlayabilirler. Çünkü dinde insana saygı, düşünceye saygı, hürriyete saygı, ahlaki olana saygı, kültürel mirasa saygı… vardır.

 

Unutmayalım ki, hayat bir imtihan, ömür ise çok kısadır. Vakitler sınırlıdır ve harcadığımız her vaktin hesabı da mutlaka sorulacaktır. 

 

 Hayatımızı sürekli yeniden gözden geçirmemiz, Peygamberimiz (s.a.v)’in insanlığa hayat veren ilkelerini, evimizde, işyerimizde, çevremizde ve insanî ilişkilerimizde hâkim kılmanın gayreti içinde olmalıyız ki, dünyamız huzurla dolsun, ahiretimiz-akıbetimiz de cennet olsun.

 

 En büyük dileğim adaletli bir toplum yapısının kurulup hakça bölüşümün yaşandığı, dayanışma ortamının gerçekleştiği, şiddettin, kavganın, kin ve nefretin olmadığı;  sabır, sevgi, hürmet ve hoşgörünün olduğu, Müslümanların kenetlendiği bir dünyanın kurulması, insanî, dinî ve ahlaki değerlerle yaşanması, İslâm camiasında birlik beraberlik oluşması yönünde.

 Rabbim ilmimizi artırsın ve bildiklerimizle dosdoğru amel etmeyi bizlere nasip eylesin! (âmin)

YAZARIN DİĞER YAZILARI