Ben yüzüme her ateş taşıyışımda bunu anlatır bana belki de daha önce söylemediğini sanarak. Belki de hoşuna gider tekrar söylemek. Niye yalan söyleyeyim, ben elli sefer de duysam, bıkmam annemin bu tatlı anlatış şekliyle.
Bıkmadığım sadece o mu?
Soğuk ve neredeyse iki gündüz kadar uzun kış gecelerinde mangal can yoldaşımızdı. Sohbetlerimize o tanıklık eder, yediklerimize ve içtiklerimize korunun lezzetini katardı. Bu lezzettir ki patates közlemesinin tadını gönüllere taht kuracak şekilde yüceltirdi.
Kışlık patates çuvalından patates seçme işi hep bana düşmüştür. Bunda tabii ki patatesi çok sevmem ve büyük bir iştahla yememin payı vardır. Kilerde soğanla hep yan yana duran bu yamru yumru yiyeceğin küçükleri daha iyi közlenir. İrilerinin içine mangalın yorgun ateşi nüfuz edemez. Çiğ kalır.
Patates közlemenin de bir usulü vardır. Tamamen korun ortasına atarsanız kabuğu ve kabuğa yakın kısımları kararacak derecede hemencecik pişer ama orta noktaları taş gibi çiğ kalır. Zaman ister közleme. Sabır da tabiî ki. Mangalın bir köşesine gömecek ve bir süre unutacaksınız. Hatta akşama gömüp sabaha define bulmuş gibi sevinmek de var işin içinde.
Elinizi yaktığı için avucunuzda zıplatıp durduğunuz, çoğunlukla sıcaklığına mağlup olup yere bırakmak zorunda kaldığınız patatesleri uzaktan seyredip gözleriniz bayram yaptırmanız işin inceliklerindendir.
Az soğuduktan sonra parmaklarınızın içinde iki eşit parçaya ayrılır. Sarı sarı gülümser size. İçinde buhar tüter. Buğusudur bu patatesin ve aynı zamanda büyüsü. O koku içinize derin derin çekilmeyi hak edecek kadar güzeldir. Az önce hafif yanık kabuğu seyredip doyan gözünüzle, az sonra lezzetinden dört köşe olacak dilinize karşı mahcup olmaması için burnunuzun da bu kokudan sarhoş olması gerekir.
Bazıları külden çıkan patatesin kabuğunu da soymaya kalkarlar. Tercih onlarındır ama ben şöyle hafif kül tadı gelenin severim.