?>
KUL OLAYIM KALEM TUTAN ELLERE
Divriği Ulucamii
Kaç göz hayret içinde inceledi de seni,
Kalbinin derininde hissetti her deseni,
Çözemedi bir türlü, sırrını, hendeseni.
Çift başlı bir kartaldan ne yüce kahramanlık,
Bize düşen şaşkınlık, hayret ve de hayranlık.
Sabır, inanç ve emek gelmiş sende yan yana,
Her taşında bir mesaj, her motifte bin manâ,
Mührünü, böyle güçlü nasıl vurdun zamana?
Yetersin ışık diye, şehir kalsa da aysız,
Seni yapan sultan kim?.. Niçin hansız, saraysız?
Sivaslı genç nesil ediplerden Hüseyin Kaya, şiiri kadar nesri de başarıyla götüren isimlerden biridir. Mesela mendili mevzu ettiği bir yazısında şunları anlatmaktadır: “…Herkes cebinde bambaşka mendiller taşısa da en çabuk yıpranan mendil dedelerinkidir. Zira kâh bohçaya dönüştürülüp yazın bostanlardan siyah erikler, olgun armutlar taşınır torunların önüne, kâh gün altındaki çatlamış, kararmış alınlardaki teri siler. Bazen en ağır yaralar onunla sarılır, bazen bir yağmur sonrası bayırdan toplanmış mantarlar onunla getirilir. Mevsimlerden kış ise soba kenarında kurumayı bekleyen mendil de dedenizin mendilidir. Bir abdest sonrası havlu yerine kullanılmıştır muhtemelen. Sıcak bir yaz öğlesi başınıza gün geçmesin diye dedenizin dört ucuna dört düğüm atarak başınıza bir şapka edasıyla bıraktığı şey de mendildir aslında.”
Şimdi bu ifadelerden sonra soba başı muhabbetlerinin, dede nine dizinde oturmaların bir işe yaramadığını söylesinler bana.
Hele bir yazma illetine bulaşmayagörsün insan, hele de yolların kesiştiği bir diyarın sakini olmasın, adam boyu buzların sarktığı çatıların altını mesken tutmayagörsün; tutamazsın onu. Dinler yazar, söyler yazar, içlenir yazar, ağlar yazar, keyiflenir yazar. Yazar da yazar. Kiminde yüreğine değirmen taşı cesametinde biriktirdiklerini kâğıda döker, kiminde penceresinin önüne pusunmuş kuşa aktarır, kiminde gökte ağan kara buluta fısıldar.
Nazlı Sivas’a aşk derecesinde tutkun olan yazıcı tayfasından, ekserisi eğitimci olan Vehbi Cem Aşkun’u, Merih Baran’ı, Hasan Hüseyin Korkmazgil’i, Güner Demiray’ı, Necdet Buluz’u, İlyas Ege’yi, Emin Kuzucular’ı, Kutlu Özen’i, Kadir Üredi’yi, Kadir Pürlü’yü, İbrahim Yasak’ı, Cengizhan Orakçı’yı, şiir ve denemeleriyle tanınan Berat Demirci’yi, halk edebiyatı dalını kendisine hayat biçimi seçen Eczacı Müjgân Üçer’i, İsmail Hakkı Acar’ı, Adnan Mahiroğulları’nı minnetle anmak bütün Sivaslı’nın boynunu borcudur.
Gazeteci, şair, yazar, matbaacı gibi birbiriyle ilişkili alanlarda isim yapanlar da epey sayıdadır. Tanju Cılızoğlu, Rauf Tamer, Ahmet Özdemir, Yakup Kadri Bozalioğlu, Abdurrahman Şen gibi isimler bunlardan bir kaçıdır.
Son derece titiz çalışmalarıyla hem gazete yazıları hem de biyografik eserleri okura sunan Zaralı Beşir Ayvazoğlu, geniş kitlelerce tanınıp bilinmesine rağmen ata yurdunu ihmal etmeyen Sivaslılardandır. Peyami, Güller Kitabı, Eve Dönen Adam/Yahya Kemâl, Defterimde Kırk Suret, Kuğunun Son Şarkısı, Ahmet Hâşim, He’nin İki Gözü İki çeşme, Saatler Ruhlar ve Kediler gibi pek çok esere imza atıp, pek çok mühim mevkide görev alan edebiyatçımız, hemşerilerince de sevilip sayılmakta, Sivas denince ismi hatırlananlardandır.
Ayvazoğlu’nun daha gençlik yıllarındayken, Sivaslı ehibbanın hatırı sayılır mekânlarından, Çerkez’in Kahve için kaleme aldığı, kahvehane duvarına çerçeveletilerek asılan bir şiirini yeniden okumak hepimize iyi gelecektir.
Çerkez’in Kahve’de Bir Kış Gecesi
Uzatıp saçaklardan sivri dişlerini
Zehir zemberek bir zemheri
İpini koparmış itler gibi
Saldırır açık kalmış kapılardan
Patır patır dökülür donuk yıldızlar
Ay, gök sofrasında bir tabak buz
Ortada nar gibi kızarmış bir ördek soba
Çerkes emmi’den evvela
Sıcacık bir “buyrunuz”
Çaylar mı? Tavşan kanı, şâhâne
Çerkes’in bir kahvesi var
Altı kaval üstü şeşâne
Ha tepede sallanan kırk mumluk ampul
Ha duvarda isli bir gaz lambası
Fark edilmez sedirin yağlıkara muşambası
Masanın bacakları çarpıksa ne gam
Varsın endam aynaları
Çevirsin suratları cin çarpmışa
Çerkes emmi çıkarıp gümüş tabakayı
Kalın bir cigara sarsın yeter
Tütün tütün değil altın mübarek
Cigara cigara değil yaprak sarması
Ve okkalı bir fincan orta kahve
Yahut tavşankanı çay ooh keyf kekâ
Koy o parayı cebine behey divâne
Çerkes’in bir kahvesi var
Altı kaval üstü şeşâne
(Not: Şiiri bölmek istemedim, tamamını aldım. Uzun bulunursa kısaltılabilir)
Kendi ifadesiyle, “Sivas bin üç yüz on metre râkımlı, soğuğu ile meşhur bir yayla ve Selçuklu’nun başkentliğini yapmış bir şehirdi. Milli Mücâdele’nin meşhur 4 Eylül Kongresi ve Cumhuriyet’in gözde şehirlerindendi.” diye doğduğu yeri özetleyerek başlamıştır kitabının birine. Kim mi? Tabii ki Ergun Göze.
Sivas denince akla gelen ilk isimlerden biridir rahmetli Ergun Göze. Dedesinden ve babasından gelen bir yatkınlıkla kaleme erken yaşlarda yakınlık duymuştur. Aslen hukukçu olmakla birlikte, dergi ve gazete yazılarıyla gündeme gelmiş, Fransızca’dan çeviriler yapmış, milliyetçi camianın mühim yazarlarından birisi haline gelmiştir. Genç yaşlarda kurduğu Boğaziçi Yayınları’nda olsun, diğer yayınevlerinde olsun çok sayıda eseri yayınlanmıştır. Kuğunun Son Şarkısı, Meşhurların Son Sözleri, Profesörler Geçiyor, Peyami Safa’dan Seçmeler, Yaşasın Hatıralar, babası Ahmet Göze’nin Rusya’daki esaret hatıratını konu edindiği Rusya’da Üç Esaret Yılı…
Bu arada ünlü edebiyatçı Peyami Safa’nın, şair ve eleştirmen babası İsmail Safa’nın da Sivas topraklarında medfun olduğunu aktarmadan geçmeyelim. Bir dönem Sivas Lisesi öğrencilerinin, edebiyat sınavına girecekleri gün, kabrinin başına gidip fatihalar okuduğunu da. Şimdilerde çarşıya yolu düşenlerin, Ali Ağa Camii’nin haziresinde istirahatte olan Safa için ellerini duaya kaldırdıklarını da aktarmış olalım.
Daha çok çevirileriyle bilinen bir başka Sivas sevdalısı üstat ise Mustafa Balel’dir. Gazete ve dergilerden yolu geçen, mühim ansiklopedilerde çalışıp Öykü dergisi çıkaran ve Fransızcadan yüklü miktarda çeviri yapan Balel’in edebi mekânları ekseriyetle İstanbul ve doğup büyüdüğü Sivas’tır. Turuncu Eleni, Kiraz Küpeler, Gurbet Kaçtı Gözüme gibi hikâye kitaplarının yanı sıra, çeşitli çocuk romanları kaleme almış olup, Peygamber Çiçeği, Asmalı Pencere gibi romanları da bulunmaktadır. Çopur’un Dursun öyküsünden bir alıntı.
DEVAMI YARIN
YAZARIN DİĞER YAZILARI