O bizim yurt müdürümüzdü ama biz ona “İzzet Abi” derdik. Ağabeylik bir sıfat olmaktan öte bir misyondu onun için. Her babayiğit bu görevin gereğini yerine getiremezdi. Ağabeylik sıfatı, bazı insanların üstünde eğreti dursa da bazılarına çok yakışır. İşte İzzet Abi de kendisine “ağabeylik” sıfatı çok yakışan ender insanlardandı. Mesleği öğretmenlik değildi ama ruhumuzda derin izler bırakan gerçek bir eğitimciydi. O, yoksul çocuklarına Türk edebiyatının en güzel şiiri yazılan ve “içinden şiir geçen şehir” Sivas’ımızda; yine yoksul çocuklara okuma imkanı sağlayan, Vakıflar Öğrenci Yurdu’nun müdürüydü. Ortaokul ve lise çağımıızın geçtiği bu yurt, benim gibi nice yoksul köy çocuklarının hayatında önemli bir dönüm noktası olmuştur. Çünkü bu yurtlar, okuma imkânı bulamayan biz yoksul köy çocuklarına sunulmuş harika bir imkandı. Orada yalnızca tahsil yapma imkânı bulmamış, sosyalleşmiş, hayata tutunma becerileri de kazanmıştık.
İzzet Abi ile tanıştığımda Ortaokul 3.sınıfa geçtiğim 1973 yılının Eylül ayı idi. O zamanlar yurdumuz Alibaba Mahallesinde, İnönü Müzesi’nin tam karşısındaydı. Odasının kapısını açtığımda orta boylu kumral kıvırcık saçları geriye doğru taranmış yemyeşil gözleriyle ciddi bir insanla karşılaşmıştım. Bu kişi, sonraki zamanlarda çok sevip sayacağımız İzzet Abimizdi. Giyimindeki titizlik ve zarafet hemen fark ediliyordu. Konuşurken insanın gözlerinin içine bakıyor, kararlı bir ses tonuyla daha ilk tanışmada otoritesini muhatabına hissettiriyordu. O gün yine yurdun kıdemli ve becerikli öğrencilerini etrafında toplamış ambara giren, çıkan malların kayıtlarını tutturuyordu. Öğrenciler de ona “Abi” diye hitap ediyorlardı. Doğrusu bu hitap şekli beni biraz şaşırtmıştı. “Bir amire bu köy çocukları nasıl “Abi” diyorlar?” diye düşünmüştüm.
O, gerçekten de bir Abi idi. Herkesle yakından ilgilenir, sevgisini ve şefkatini esirgemezdi. Yerine göre sertti. Özellikle mesai saatlerinin bitiminde bizimle hasbihâl etmeden yurttan ayrılmazdı. Bu ayaküstü sohbetlerinin tadına doyamazdık. Hepimizin ilgi duyduğu ortak konuları bilir, anladığımız bir dilden konuşurdu. Hayattan, yaşanmış örnekler vererek bize ufuklar açar, içten içe bizi kamçılardı.
Açık bir insandı İzzet Abi. Yoksa nerden bilirdik Hocabeyli olduğunu, Sanat Enstitüsünün Ağaç İşleri bölümünü bitirdiğini, hatta abisinin Almanya’da çalıştığını… Aynı zamanda koyu bir Galatasaraylı idi İzzet Abi. Şayet haftasonu Galatasaray galip gelmişse yeni haftayı mutlu geçirirdi. Onun çok önemli bir diğer özelliği de öğrenciler karşısında tarafsız duruşuydu. Tabii ki bu durum, onun bir dünya görüşü olmadığı anlamına gelmezdi. Sağ-sol çatışmalarının yoğun olarak yaşandığı 70’li yıllarda tarafsız kalmayı başarabilmiş ender yöneticilerden biridir İzzet Abi. Çeşitli inanç ve kanaat ayrılıklarının yaygın olduğu bir bölgede, ortaöğretim çağı gençliğinin yurt müdürüdür. O, siyasilerin elinde oyuncak olmadan her kanaatten gencin bir yurtta kardeşçe barınmasını başarabilmiş bir insandır.
Her sabah şehrin bir uçtaki mahallesinden kalkıp diğer bir uçtaki işyerine yolun yarısını yürüyerek gelirdi. Çünkü o zamanlar dolmuşlar, şehrin orta yeri sayılan hükümet meydanına kadar çalışırdı. “Tükürsen yere düşmez” soğuk kış günlerinin ayazında bacağındaki sancılarn acısını çeke çeke belirirdi yurdun bahçe kapısında. Bacağına yapışan kronik romatizmayı, delikanlılık çağlarında sağlığına dikkat etmeyişine bağlar, bizim böylesi hatalara düşmememizi öğütlerdi.
Zaman zaman ziyaretine gelen eski öğrencileri bizimle tanıştırır, onları bize örnek gösterirdi. Bu yurtta herkes başarıya mahkûmdu. Çünkü sınıfını geçemeyen öğrenci yönetmelik gereği yurttan ayrılmak zorundaydı. Buradan aldığı eğitim ve terbiye ile okullarından mezun olmuş ve önemli görevlere gelmiş yüzlerce insan var. İnanıyorum ki İzzet Abi bunların hepsiyle gurur duyuyordur. Hiçbir zaman ayrılmak istemediği ve o çok sevdiği Sivas’ında şimdi ikinci baharını yaşıyor. Yine öğrenci evlatlarıyla görüştüğü, mezuniyet sonrası onları yakından izlediği, güzel haberleriyle hayatını mutlandırdığı muhakkaktır.
Günlük güneşlik bir Sivas gününde Çifte Minare önündeki parkta dinlenirken, ya da kışın bir kahvede otururken tanıştığı kimseler, şayet bizim kasabalardan ya da köylerden biriyse, bizleri tanıyıp tanımadıklarını mutlaka soruyordur. Tesadüfen o kişi bizleri tanıyan biriyse, yıllardır hasret kaldığı evladını gören adamla konuşur gibi heyecanlandığını, hatta onlara Sivas ağzıyla: “Gardaş biraz daha anlatırsan, akraba çıkacağız.” dediğini duyar gibiyim. Selam ve saygılarımızı gönderiyor, Allah’tan sağlıklı, uzun ömürler diliyoruz Sivas’ın Anadolu yürekli evladına!
(*) 1973-1977 dönemi öğrencilerinden… Bursa’da öğretmen Tel.0505 340 87 53
İki yurt hatırası…
Üstteki Resim Sol baştan: Sivas merkezden Mehmet Emin Yekeler, Selami Yıldırım ve Yıldızeli Belcik köyünden Abdulmuttalip Yıldırım (merhum)
(Alttaki Resim) Ayaktakiler soldan:Hasan Akgül-Mustafa Kamacı-Zülfü Gül, Selami Yıldırım (çömelmiş)