?>

“Okuyan, yazan, düşünen bir millet olmalıyız”

Adnan YILMAZ

1 yıl önce

Bütün genişleme girişimlerinde Osmanlılar, devletleri içerisinde eğitim ve bilime özen göstermeyi ihmal etmediler ve burada 16. yüzyılın bitimine kadar bilimsel yaratıcılık eksik olmadı.   Bununla beraber Osmanlılar, Portekizler ve İspanyollar’ın başarılarıyla ortaya çıkan yeni durum karşısında nihai bakımdan rahatsız edilecek ve kaybedecek tarafı teşkil edi- yordu.   Dünya politikasında ve bilimlerde Müslümanların öncülük rolü bakımından en yıkıcı sonuç, 11. yüzyılın ikinci yarısında Portekiz’in ve Toledo dahil İspanya’nın çok önemli bir bölümünün kaybedilmesiydi.   Müslümanların İslam dünyasının batısında- ki politik varlıkları Granada’nın 897/1492 yılında düşmesine kadar gittikçe azalıyordu.   Bu en son kayıptan sonra, İber Yarımadası, Müslümanların yüzyıllar boyunca, içlerinde büyük başarılar gerçekleştirdiği bilim merkezleriyle birlikte artık İslam dünyasına değil, Batı dünyasına ait bulunacaktı.   Bununla ilgili bir gerçeğe dikkat çekmek gerekir ki, Arap-İslam dünyasına uzun süren aidiyeti sonrasında İspanya ve Portekiz’in hem politik hem de bilimsel bakımdan dünya sahnesinde ele aldıkları önderliği, Arap- İslam dünyasında da bir güç kaymasının gerçekleştiği aynı 17. yüzyılın başlangıcında batı ve orta Avrupa ülkelerine devretmek zorunda kalmış olmalarıdır.   İspanyollar tarafından, yüzlerce yıl boyunca Müslümanlardan alınan denizcilik, astrono- mi ve teknik bilgileri sayesinde gerçekleşti- rilebilmiş olan Amerika’nın keşfinin dünya çapındaki politik ve ekonomik sonuçları da düşünülmelidir.   İspanyollar’ın 15. yüzyılın sonlarına doğru beşinci kıtayı keşfedebilme durumuna gelmelerini Arap-İslam bilimlerinin Avrupa’daki süreğenliliği bağlamında anlamalıyız.   Böylelikle bu süreğenlik oluşan yeni koşullar altında ilk meyvelerini vermeye başladı. Yeryüzünün yuvarlak formuna ve büyüklüğüne ilişkin açık bir tasavvurla Araplar daha 1050 yılından önce, Portekiz’de egemenlik ellerinde iken, çok iyi bildikleri Asya’ya Avrupa’nın batı kıyısından hareket- le Büyük Okyanus üzerinden geçerek ulaş- mak için cesurca seferlere kalkışmışlardı.   Bu girişimler o kadar çok tekrarlanmış olmalıdır ki, Lisbon limanındaki bir cadde Darb el-Maġrūrīn (Yanlış yola gidenler sokağı veya maceracılar sokağı) olarak isimlendirilmişti14. Herhangi bir kimsenin daha hiçbir ya da yeterli bir pusulanın henüz deniz seferlerinin hizmetine girmemiş bulunduğu bu erken dönemde hedefine ulaşıp ulaşmadığını bilmiyoruz. Arap öncülerinden politik olarak bağımsızlaşan İspanyollar ise kendilerini bunu yapabilecek durumda hissettiler.   Gerçi el-Bīrūnī’nin (ö. 440/1048) okyanusun meskûn yeryüzü kütlesini kuşattığına ve bu kütleyi çok uzakta bulunan bir kıta veya meskûn adadan ayırdığına yönelik düşüncesini bilmiyorlardı15;   fakat Christoph Kolumbus, Arap nautik bilimcilerin Hint Okyanusu’nda geliştirdikleri pusulalara sahip bulunuyordu16.   Bundan başka, Christoph Kolumbus’a güç veren ve Hindistan’a Güney Afrika rotası üzerinden değil de batı üzerinden ulaşabilme kararını kolaylaştıran iki unsur daha bulun- maktadır. Birincisi, Arapların bir derece için 562⁄3 millik yeryüzü ölçümü değerini bilmiş olmasıydı.   ….   1492 yılında Araplar Granada ile birlikte sadece İber Yarımadası’ndaki 800 yıllık hakimiyetlerinin son kalesini kaybetmemiş, bu kayıp aynı zamanda Arap-İslam dünya gücünün nihai anlamda sonunun başlangıcı- nı duyuran bir çan sesisdir.   Gerçi Osmanlılar politik olarak egemenliklerini Akdeniz bölgesinin geniş alanlarına, Balkanlar’a, Ukrayna ve Kafkasya ile birlikte Karadeniz bölgesine ve Arap Yarımadası’na kadar Arap ülkelerine ve Kuzey Afrika’ya genişletebilme durumunda idiler.   Safeviler de 16. yüzyılda İran’da saygıdeğer bir politik gücü temsil ediyorlardı.   Ve 1526 yılında Hindistan’da kurulan Moğol-İslam İmparatorluğu çok daha önemli bir politik ve ekonomik güce sahipti.   Bu üç büyük İslam Devleti’nde bilimler de hâlâ yüksek bir seviye göstermekteydiler.   Fakat Amerika’nın keşfi ve Portekizler’in Hint Okyanusu’nda belirmeleri yüzünden, İslam dünyasının yeryüzünün eski meskûn bölgesindeki merkezi coğrafik konumunu yitirmesiyle, mevcut güç ilişkileri daha uzun süre devam edemezdi.   Bu tarihi dönüşümün sebeplerini tam olarak anlayabilmek için, yine 15. yüzyılın sonlarına doğru gerçekleşen Portekizler’in Afrika’yı dolanarak Hint Okyanusu’na yaptıkları seferlerin önemini de göz önüne almalıyız.   Bütün Avrupalılar arasında, özellikle ülke- leri hemen hemen 400 yıl Arap egemenliği altında bulunan Portekizler’in tam da bu rota üzerinde öncü konumu ele geçirmeleri bu bağlamda çok önemlidir. Eğer bu takdire değer ve başarılı deniz seferleri girişimleri Hindistan’a giden deniz yolunun ve Ümit Burnu’nun descobrimento anlamında saf bir Portekiz “keşfi” olarak değerlendirilir ve nitelendirilirse bu bilgi yetersizliğine ve tarihi gerçeğin görmemezlikten gelindiğine tanıklık eder. Herodot bile, Firavun Necho (yaklaşık 596-594 i.ö.)’nun emriyle Finikeliler’in Afrika’yı gemi ile dolaştıklarını rivayet etmektedir19.   İslam döneminde sadece Afrika’nın güneyden deniz yoluyla dolaşılması değil, aynı zamanda güney Fas ile Çin arasında da bir ticaret yolunun var olduğu da çok iyi bilinen gerçekliktir20.   Portekizleri, Afrika’yı dolaşabilmeye ve Hint Okyanusu’nda hakimane bir şekilde seyrüsefer yapmaya muktedir kılan yeni bir denizcilik biliminin kurucusu olarak görmek bilim tarihi bakımından gerçekliğe aykırıdır.   Bugün biz, İber Yarımadası’nın batı kıyıla- rıyla Afrika’nın kuzey batı kıyıları arasındaki Arap egemenliği esnasında, Muvahhidiler’in egemenliğine kadar (1130-1269) devam etmiş düzenli, tam ve canlı bir denizciliğin bulunduğunu gerçekten çok iyibilmekteyiz21.   Bu denizcilik bilimi geleneğinde, daha önce kullanılmış deniz rotalarının bilgisiyle ve Arapça haritalara dayanarak Portekizliler ilk Avrupalılar olarak Hindistan’a deniz yoluyla ulaşmışlar ve orada ele geçen Arap deniz kılavuzları, yerinde yapılmış mevcut parça ve genel bakış sağlayan ve mesafe bilgileri de içeren haritalar ve orada gelişiminde çok yüksek bir seviyeye ulaşmış denizcilik bilimi sayesinde yaklaşık bir yüzyıl için liderlik pozisyonunu üstlenmişlerdi.   Gerçi Portekizler ilkin yaklaşık 100 yıl, bütün bilim dallarında Arap-İslam kültür dünyası karşısında daha geri bir seviyede bulunuyorlardı, fakat kesintisiz devam eden, siyasi, iktisadi ve dini sebeplerle başlamış, aynı zamanda askeri olarak iyi hazırlanmış seferleri onlara çeşitli zaferler kazandırmıştı.   Onların yarım yüzyıl süren istilaları esnasında, her zaman zafer elde etmiş olmasalar da, zayıf Arap ve daha sonra onlara yardıma gelen Osmanlı donanmalarını bozguna uğratmışlar, Kızıl Deniz’in, Güney Arabistan’ın, Basra Körfezi’nin, Hindistan’ın ve Malezya Takımadaları’nın kıyı bölgelerini yakıp yıkmışlar veya ele geçirmişler ve de ulaşabildikleri doğa zenginliklerini Portekiz’e getirmişlerdi.   16. yüzyılın ortalarından itibaren Portekizler, yüzlerce yıl İslam dünyasının sanki bir iç denizi olan Hint Okyanusu’nda egemen konuma gelmişlerdi. Hem Portekizliler’in hem de diğer Avrupalılar’ın bu bölgedeki egemenliğiyle ve Amerika’nın keşfiyle dünyanın politik, ekonomik ve stratejik manzarası Arap-İslam kültür çevresi aleyhine değişmiş, böylece İspanyollar ve Portekizliler yoluyla dünya sahnesinde etkili olan devrimler hakkındaki bu açıklamalarla, Arap-İslam kültür çevre- sindeki yaratıcılığın duraksama sebeplerine ilişkin düşüncemi bazı somut örneklerle göstermeyi hedefliyorum.   Böylece kendimizi, uygarlık tarihinde sık sık tekerrür eden bir tarihi bulguyla karşı karşıya buluyoruz: Kendi döneminde bilimde önder olan bir kültür dünyası yerini, bizzat teşvik ettiği ve eline kendisini vuracak silahları verdiği ardılına vermek zorunda kalmıştır.   Ortaya çıkan yeni ekonomik ve askeri güç İspanya ve Portekiz’le sınırlı kalmayarak, diğer Avrupa ülkelerine de yaramış ve zamanla ağırlık merkezleri Avrupa içerisin- de konumlanmış oluyordu.   Sicilya’daki Arap egemenliğinde ortaya çıkan kâğıt üretimine ve 12. yüzyıldaki İspanyol kâğıt ithalatına bağlı olarak 13. yüzyılın başında Kuzey İtalya’da ilk kez düşük kaliteli kâğıt üretme girişimleri oldu, ancak ilk başlarda başarı küçük çaplı kaldı. Fakat daha sonra Ancona civarındaki Fabriona’da, Doğu Akdeniz bölgesinin Arap kâğıt sana- tının özelliklerini yansıtan ve muhtemelen Haçlılar tarafından İtalya’ya getirilen yeni bir teknik ortaya çıkınca durum değişti33.   13. yüzyılın ikinci yarısında Kuzey İtalya’da gelişen kâğıt endüstrisi, bu yüzyılın sonuna doğru ihraç yapacak duruma gelmiş, 14. yüzyılda İspanyol rekabetinin üstesinden gelerek Arap pazarını ele geçirmişti. Bu süreçte Venediklilerin ve Cenevizlilerin ticarî becerileri, işbilirlikleri çok önemli bir rol oynamıştır34.   Uygun fiyatıyla pazara hakim olan İtalyan kâğıdının bize kadar ulaşan eski Arapça yazmalardan tanıdığımız yüksek kaliteye ne zamandan itibaren ulaşmış olduğunu şu anda söyleyebilecek durumda değilim. DEVAMI YARIN
YAZARIN DİĞER YAZILARI