?>

Rim’in Küpesi

Zekiye ÇOBAN

1 yıl önce

Sabah olmuştu. Ebu Ziya, torunu Rim’i görünce uyuyor sandı. Birkaç kez seslendi: “Canım, hayatım, kalbim, iki gözüm… Hadi kalk!“ Dedesine cevap vermedi, veremedi Rim. Toz toprak içinde kalmıştı. Yanında ağabeyi Tarık’la uyuyor gibiydi sanki. Ebu Ziya, torununu moloz yığınlarının arasından çıkardı, kucakladı. Ona sımsıkı sarıldı. Toza bulanmış yüzünü gözünü sildi, temizledi. Kokladı mis gibi. Tekrar sarıldı. Öptü, öptü… Uyuyor gibiydi Rim. Uyansaydı yine şen şakrak. Kollarını dedesine dolasaydı. Tatlı tatlı konuşsaydı. Etrafına neşe saçsaydı. Yıldızlar kadar parlak gözlerini bir açsaydı… Hiçbiri olmadı, uyanamadı Rim. Dedesiyle aynı evde yaşarlardı. Her sabah uyanır uyanmaz dedesine koşardı. Sabah, öğle, akşam. Her vakitte beraberlerdi. Doğum günleri bile aynıydı. Dedesi ve Rim birlikte kutlarlardı. Doğum günleri yaklaşmıştı… Saçları pasparlak, bukle bukle. Renk renk tokalarla nasıl güzel bağlardı annesi. Nasıl yakışırdı öyle? Ah o gülüşü… Neşeyle dönüşü… Yakışan süsü püsü… Sevinçle söylediği şarkılar… Ah, nerede kaldılar… Dedesi, kapanmış gözlerini eliyle araladı. O gözler ki siyah inci tanesi. Güneşten bir parça. Işıl ışıl o gözler… Şimdi ne haldeydi?.. Ebu Ziya, içini yakıp kavuran acıyla ta gözlerinin içini öptü. Sarılsa, koklasa, onu hiç bırakmasaydı. Allah’tan bir metanet geldi. Sonra usulca bıraktı sedyeye. Kalbini bıraktı usulca. Neşesini, iki gözünü, yaşama sevincini bıraktı öylece. Cihanı kuşatan devasa hüznüyle. Dualarla kefene sarıldı Rim. Daha geçen gün muz ve karpuz istemişti dedesinden. Alacaktı Ebu Ziya. Fırsatını bulsaydı alacaktı. Hiç unutmadı ki. Gece gündüz bombalar yağdı. Alt üst oldu dünyalar. Ebu Ziya, torununa istediği meyveleri alamadı. Rim… Ay parçası… İnci tanesi… Dedesinin canının canı… Ruhunun ruhu… Ne ses ne bir nefes… Sustu Rim. Uyudu Rim. Vuruldu Rim. Henüz dört beş yaşında. Rim şehit oldu. Ağabeyi Tarık da şehit… Çocuklar, gençler, büyükler şehit. Zulme direnen, dünyaya ders veren, imanlı sayısız yiğit… Ebu Ziya’nın Rim’le ne çok hatırası var. Birlikte yaşadıkları ev de yerle bir artık. Oynadıkları oyunlar, salıncaklar, bisikletle tur atmalar, masallar, şarkılar, ninniler… Hepsi son buldu. Yer gök duman. Yer gök acı içinde. Zalimin zerre merhameti yok! Kalpleri karalar karası. Mazlum, sabrı kuşanmış; duayla şifalanmış, ahları arşı âlâya uzanmış. Umutlar hep terütaze. O sabah kalkamadı Rim, Tarık ve başka başka çocuklar. Alnına şehitlik yazılanlar. O sabah uyanamadılar. Oysa dedesi daha iki gün önce Rim’in büyüdüğünü, üniversiteye başladığını hayal etmişti. Büyüyemedi Rim. Acısı büyüdü dağ gibi. Bir küpesi kaldı geriye. Eşi kaybolmuş. Sadece küçücük bir küpe… Dedesi ondan hatıra olarak taktı yakasına. Taşıyacak bir rozet gibi. Rim’in küpesi. Şehitlik nişanesi. Şikayetini Allah’a bildirdi dedesi. İnsan hakları, çocuk hakları, hak, hukuk, adalet… Hepsi anlamını yitirdi Rim. Lakin Allah müntekim. Acın, şerha şerha dağlanan yüreklerimizde. Dedenin yakasındaki küpen gibi. Unutmak ne mümkün! Sen ve kardeşlerin hep aklımızda kalacaksın. Yaşayacaksın! Bize anlatacaksın, ayağa kaldıracaksın, yola koyacaksın. Rim… Güzelim… Çok kederliyim. Cennetlere layık, güneşten ve yıldızlardan daha parlak gözlerinden binlerce kez öperim…
YAZARIN DİĞER YAZILARI