?>

SÂDIKLAR ve SALİHLERLE BİRLİKTE OLMAK

SÂDIKLAR ve SALİHLERLE BİRLİKTE OLMAK

Fatih ÇINAR

3 yıl önce

Tevbe suresinde zikredilen “Ey İman edenler! Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber olun” (Tevbe 9/119) emr-i şerifi müminleri bağlayıcı hükümler içermektedir. Bu hükümlere göre iman edenler, takva duygusuyla kuşanmak ve sadıklarla birlikte olmakla emrolunmuşlardır. Burada yüce Mevla, sadece iman ile donanmayı kurtuluş için yeterli görmemiş, ayet-i kerimenin devamında takva ve sadıklarla olma emrini de zikretmiştir. Bu hususa işaret eden İmam Efendi, ayet-i kerimeyle ilgili şu değerlendirmelerde bulunmuştur: “Bu ayet-i kerime bir ilahî nastır. Eğer insana yalnız iman yeterli olsaydı, ittika/Allah’tan korkma ile emir buyurulmazdı. İttika’nın ise, bilinen dereceleri vardır. Önce şirk ve küfürden; daha sonra, haramlardan ve kötü ahlaktan daha sonra da batını Allah’tan başka şeyleri düşünmekten ittika ile nefsimizin temizlenmesi, ahlak-ı ilahî ile ahlaklanmamız, huzur-u daim ehli olup, Hakk’ı bilip bulmamız gerekir. Cenâb-ı Hak, ne iman ne de ittika ile kanaat etmeyerek, ayrıca sadıklarla beraber olmamızı da emretmektedir. Çünkü imanın kemali ittika ile ittikanın kemali de sadıklarla beraber olmakla mümkündür. Sadıklarla beraber olmak, kulu Mevla’sına layık ve vasıl eder.” (Osman Bedruddin Erzurumî, Gülzâr-ı Sâminî Sohbetler, Marifet Yay., İstanbul 2013, c.II, s.201-202.) İmam Efendi’nin altını çizdiği gibi genel olarak sûfîler, ideal hedef olan kâmil imanın ancak sadıklarla birlikte olmayla elde edilecek takvaya bağlı olduğu fikrini dile getirmişlerdir. Sûfîler, “Salih kulun hangi özelliklere sahip olması gerektiği” konusu üzerinde de durmuşlardır. (Zümer 39/10; Araf 7/125–126; Yusuf 12/56, 90; Sad 28/44; Kalem 68/48–50.) Sûfîler, salihlerin yün elbise giyerek dünyaya değer vermediklerini gösteren ve Hz. Peygamberin (sav) tevazuu ile kibri terk eden kimseler olması gerektiğini söylemişlerdir. (Ebu Nasr es-Serrâc et-Tûsî, el-Luma’, Tahkik: Abduhalîm Mahmud-Taha Abdülbâki Surur, Kahire 1960, s.40-41; Ebubekir Muhammed el-Kelabâzi, et-Taarruf li mezhebi ehli’t-Tasavvuf, Tahkik: Mahmud Emin en-Nuri, Kahire 1980, s.310.) Salih olabilmenin yolunu altı sarp yokuşu aşmaya bağlayan İbrahim b. Edhem (k.s) ise bu şartları şu şekilde sıralamıştır: “Nimetin kapısını kapayıp sıkıntının kapısını açmak.  Şan ve şerefin kapısını kapayıp zilletin kapısını açmak. Rahatın kapısını kapayıp didinmenin kapısını açmak. Uykunun kapısını kapayıp geceyi uyanık geçirmenin kapısını açmak. Zenginliğin kapısını kapayıp fakirliğin kapısını açmak. Emel kapısını kapayıp ölüme hazırlık kapısını açmak.” (Cavit Sunar, Ana Hatlarıyla İslam Tasavvuf Tarihi, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yay., Ankara 1978, s.105.) “Kûtu’l-Kulûb” sahibi Ebu Tâlib el-Mekkî (k.s), salih kullarının özelliklerinden bahsederken onların helal ve temiz yiyen, günahlarından tevbe edip, kararlı bir şekilde bir daha günaha dönmeyen ve kötülükleri iyiliklerle değiştiren kimseler olduklarını söylemiştir. (Mekkî, Kûtu’l-Kulûb, c.II, s.160-162.) Hoca Ahmed-i Yesevî (k.s) ise salih kimseleri, gönül incitmekten sakınan, kalpleri yumuşak, tevazu sahibi insanlar olarak tanıtmıştır. (Ahmed Yesevî, Divân-ı Hikmet, Hazırlayan: Hayati Bice, TDV Yay., Ankara 2015, s.66.) Son dönemde özellikle fıkhî çalışmalarıyla dikkat çeken bir isim olan Ömer Nasuhi Bilmen ise salihlerin/sadıkların vasıflarını şu şekilde dile getirmiştir: “Salih kullar, bir hayat tarzı olarak ibadet ve taate devam ederler, tespih ve tehlilde, dua ve niyazda bulunurlar. Kâinatı tefekkür ederek zikir ve fikir ile meşgul olurlar. Kalplerini de zikrin nuru ve tefekkür ile nurlandırırlar. Bu halleri ile bizlere örnek olmaktadırlar.” (Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Meâl-i Âlisi ve Tefsiri, Bilmen Yayınevi, İstanbul Tarihsiz, c.I, s.522.) Postu Kurda Kaptırmama Duyarlılığı: Sâdıklardan/Salihlerden Ayrılmamak Sûfîler, “Sadıklarla beraber olun” emr-i şerifine uymak için manevî yolun öncüleri olan Allah dostlarıyla birlikte olmanın kişi açısından önemi üzerinde durmuşlardır. Son dönemin etkin isimlerinden birisi olan Es’ad-ı Erbilî (k.s), bu ayet-i kerimeden hareketle manevî bir yola girmenin, o tarikatta bulunan ümmetin büyüklerinin ruhanî yardımlarıyla kuvvet kazanmanın gerektiğini dile getirmiştir. Ona göre, “Kim bir topluluğa katılırsa onlardan olur” (Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, c. II, s.240) hadis-i şerifince bir kimse sûfîler cemaatine muhabbetle katılır, zikir ve fikirlerine iştirak ederse onlardan sayılacağı gibi mahşerde de himayeleri altında bulunur. (Es’ad-ı Erbilî, Mektûbât, Hazırlayanlar: Kamil Yılmaz- İfan Gündüz, Erkam Yay., İstanbul 2012, s.52-54.) Şeyh Ebu Medyen (Kadir Özköse, “Ebû Medyen Şuayb el-Ensârî’nin Tasavvufî Düşüncesi”, CÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, c. XI/2 (2007), s.161-196) de bu noktayı vurgulayan bir diğer isimdir. Ona göre, salihlerle birlikte oturan gafletten kurtulur ve uyanışa erer. Salih zatlara hizmet eden hizmetiyle yükselir ve Allah’ın (c.c) yardımına mazhar olur. (Ebû Medyen, Ünsü’l-vahîd ve nüzhetü’l-mürîd, Haz. ve Ter. Vincent J. Cornell, The Islamic Society, Cambridge 1996, s.133-135.) Sûfîlere göre, tasavvufî sistemin ana hedefi olan kalp temizliğine dünyadan uzaklaşmak, salih amel, hüzün, daim zikrullah, ilmin nuru ve salihlerle beraber olmakla ulaşılabilir. (R. Frager, Kalp, Nefs ve Ruh, Sufi Yay., İstanbul 2011, s. 47-70; Ömer Nasuhi Bilmen, Hadis Günlüğüm, Hazırlayan: Nazlı Hilal Kızılkaya, Mavi Lale Yay. İstanbul 2009, s.393.) Onlara göre, salihlerin yoluna devam etmek, kişiye Hz. Peygamberin (sav) sünnet-i seniyyesini hayata aktarma imkânını verecektir. Aziz Mahmud Hüdayî, bu hususa şu ifadelerinde işaret etmiştir: “Samimi bir dervişe lazım olan salihlerin yoluna devamla peygamberin sünnetine uymak, Hak kapısında sabit-kadem olmaktır.” (H. Kâmil Yılmaz, ‘Azîz Mahmud Hüdâyî’nin Semâ Risalesi’, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: IV, (İstanbul 1986), s.283-284.) Aziz Mahmud Hüdayî’nin çağdaşı ve sırdaşı olan Abdülmecid-i Sivasî ise, salihlerle birlikte olmanın bir başka boyutuna, devletin ömrünün uzun olması ve dünya-ahiret mutluluğuna sebep olması konusuna şu ifadelerle dikkat çekmiştir: “Padişah Hazretleri, devletinin ömrünün uzun olmasını, dünya ve ahiret saadetini istiyorsa ehl-i Hak kimseleri arayıp bulmalı ve vaki hâli onlardan sormalıdır. Çünkü garazsız olan âlimler, sâlihler ve ârifler Allâh’ın Cemâl ve Kemâl’inin mir’âtidirler.” (Abdülmecid-i Sivasî, Letâifü’l-Ezhâr ve Lezâizü’l Esmâr, Süleymaniye Ktp., Mihriflah Sultan, nr. 255, vr., 159a.) İbrahim-i Havvas (k.s) da kalbin devası olarak sevenlerine şu hususları tavsiye etmiş ve salihlerin sohbetine iştirak etmeyi bu kurtuluş yollarından birisi olarak zikretmiştir: “Manası üzerinde düşünerek Kur’an okumak, karnı boş tutmak, geceyi ibadetle değerlendirmek, seher vakti niyazda bulunmak ve salih insanların sohbetine katılmak.” (Kuşeyrî, Risâle, s.128.)   Sûfîlere göre, kalp çevresinden gelen tesirlere açık bir uzuvdur. Bundan dolayı kalbin güzellik ve iyi hasletlerle süslenmesi için salihlerle beraber olmanın vahyî ve nebevî bir emir olduğunu söylemişlerdir. Sûfîler, bu fikirden hareketle kalbi katı, nefsinin kölesi ve kötü amellerle hareket ettiği bilinen kimselerle birlikte olmayı hoş görmemişlerdir. (Süleyman Uludağ, “İhvan”, İA, (İstanbul 200), c. XXI, s.580.) Sûfîler, özdeşleşme ve gurup psikolojisi denilen durumda karakterin etkileşmesi ve ahlakın oluşması için sürekli bir birlikteliğin gerekli olduğunu söylemişler ve bu birlikteliğin olumlu tesirleri temin edebilmesi için sadık ve salih kimselerle birlikte olmayı bir eğitim-öğretim metodu olarak görmüşlerdir. (Rifat Okudan, “İnsani Bir İnsiyak Olarak Rabıta”, Tasavvuf:  İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, Ankara 2003, s.214.) Bu etkileşimin kişi açısından önemini, Ömer Nasuhi Bilmen şu satırlarda gündeme taşımıştır:  “Allah dostlarının sohbeti en büyük ilaçtır, ruh üzerinde tesirlidir. Bu tesirler hiçbir şeyde mevcut değildir. Onların sohbetinde bulunanların kalpleri uyanık olur, iç dünyaları temiz olur. İşte bu manevi hastalıkları tedavi eden, toplumu ahlâkî ve fikrî anlamda yücelten, irfan erbabı olan fazilet sahibi kimselere insanların ihtiyacı vardır.” (Bilmen, Hadis Günlüğüm, s.522.) Hz. Mevlana, salihlerin/sadıkların kişi üzerindeki etkisini ‘kimya’ ilminin verileri üzerinden örneklendirmiştir. Ona göre birçok eksikliklerle bakır mesabesinde olan nakıs insanlar, bakırı altına çeviren iksir mesabesinde olan kâmil insanlarla birlikte olarak eksikliklerini giderir ve olgunlaşırlar. Hz. Mevlana’ya göre, salih şahsiyetlerin sohbetleri iyiliğe dair olacağı için onların meclisinde bulunanlar da o sohbetin tesiriyle iyiliğe meylederler ve sonunda iyilerden olurlar. Kötülerle birliktelik, şerli isimlerin sohbetleri de aynı şekilde menfi tesirlerde bulunmaktadır. Güzel koku satıcının dükkânı misk yayarken, demirci atölyesi de gelen gidenin is pasa bezenmesine yol açar. (A. Avni Konuk, Mesnevî-i Şerîf Şerhi, Gelenek Yayıncılık, İstanbul 2004, c. II, s.222; Tâhiru’l-Mevlevî, Şerh-i Mesnevî, Selâm Yay., Konya 1963, c. IV, s.1265-1275.) Hz. Mevlana’nın bu benzetmesi Hz. Peygamberin (sav) şu hadis-i şerifini akla getirmektedir: “İyi kimselerle oturmanın misali, bir kokucu ile oturmanın misali gibidir. Ya sen kokucudan kokuyu satın alırsın (ki bu en güzelidir), yahut kokucu sana kokuyu dokundurur (yani kokusu sana gelir), faydalanırsın. Fena ahlak ve hareketli adamlarla oturmanın misali ise demircinin yanında oturman gibidir. Demirci, demiri ateşten çıkarıp çekiçle dövdüğü zaman (sıçrayan kıvılcımlar) ya evini yakar, ya elbiseni yakar, ya da evini yıkar ki bu en zararlısıdır. Yahutta yanında oturduğun için demirini dövdüğü zaman kokusu, dumanı seni rahatsız eder.” (Buhari, Kitabu’z-Zebaih 31.) Salihlerle/Sadıklarla birlikte olmanın öneminden hareketle sûfîler, fiili birlikteliğin yanında manevî bir birlikteliğin de kişiyi iyiye, güzele ve doğruya yönlendirici etkisi dolayısıyla ‘rabıta’ terimiyle formülize edilen bir sistem üzerinde de durmuşlardır. Şeyh Ubeydullah Taşkendî, Tevbe suresindeki “Sadıklarla beraber oluş” emrini, “Suret ve mana itibariyle onlarla olmaktır” diye tefsir ederken manevî birlikte oluşu da rabıtayla izah etmiştir. (Mevlana Halid-i Bağdadî, Risale fi Hakkı’r-Râbıta (Reşahat kenarında), İstanbul 1294, s.966-967.) Aynı ayet-i kerimenin rabıtaya delil oluşunu Es’ad-ı Erbilî (k.s) şöyle izah etmiştir: “Zikrolunan ayetteki ilahî emre uyarak Cenâb-ı Hakk’ın sadık bir kulunu manevi peder edinip onun ruhani beraberliğinde bulunmayı ganimet sayanların, dikkatlice çalışmaları ve tarikatın gereklerine titizlikle uymaları ölçüsünde nefs ve şeytanın kötülüklerinden kendilerini kurtardıklarını ve geleceklerini emniyet altına almak üzere şeriat ve tarikatın daru’1emanında bulunduklarını her zaman görmekteyiz.” (Es’ad-ı Erbilî, Mektûbât, s.40-41.) Sûfîler, salihlerle/sadıklarla öncelikli olarak fiili birlikteliğin bu olmazsa arada bir sevgi bağı oluşturmakla kurulacak ruhî/manevi beraberliğin, kişinin eğitimi açısından çok önemli olduğunu vurgulamışlardır. Bu fikirden hareketle sûfîler râbıtayı; “Allah’a,  O’nun Resulüne ve Cenâb-ı Hakk’ın veli kullarına duyulan sevgi bağı” şeklinde açıklayanlar olmuştur. (Ömer Ziyaüddin Dağıstanî, Tasavvuf ve Tarikatlarla İlgili Fetvalar, Çeviren: İrfan Gündüz, Yakup Çiçek, İstanbul Tarihsiz, s.147.) Netice olarak ifade etmemiz gerekirse sûfîler, sadıklarla/salihlerle birlikte olmayı Kur’ânî, nebevî ve tecrübevî saiklerle kişinin hayra, güzelliğe ve iyiliğe yönelişi noktasında önemli bir tavır olarak görmüşlerdir. Onlar, imanın takvaya takvanın da temelini teşkil eden salihlerle birlikte olmak vazifesini fiziki ve manevî manada birliktelikle anlamaya ve bu emri hayatla buluşturmaya çalışmışlardır. Ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerde özellikleri belirtilen salih/sadık kulların özelliklerini formülize ederek yollarından gelenlerine bu özelliklere sahip kimselerle birlikte olmayı ve ahlakî güzelliklerle donanmış bu salih/sadık kimselerin ilim, sohbet ve güzel ahlakından faydalanmalarını tavsiye etmişlerdir. Yine sûfîler, atalarımızın “Varma karanın yanına kara bulaşır” ve “Arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” şeklinde dile getirdikleri hakikati maddî ve manevî kazanımları için rehber edinmişlerdir. Onlar, kişinin kötü arkadaşa sahip olmaktansa yalnız kalmasının, yalnız kaldığı takdirde hataya düşecekse kendisini iyiye/güzele/hayra yönlendirecek bir dost edinmesini temel mantık olarak benimsemişlerdir. Onlar, rol model olarak gördükleri salihlerle/sadıklarla birlikte olmayı nefs ve şeytana direnmenin etkin bir yolu olarak benimsemişlerdir. Bugün, kalp ameliyelerini, rol model eksikliği nedeniyle kontrol edemeyen, dünya sevgisi ve dünyevileşme hastalığının kıskacında büyük sıkıntılar çeken insanımıza fizikî ve manevî birliktelik boyutuyla sadıklarla/salihlerle birlikte olmak bilincinin kazandırılması önem arz etmektedir. Bu zaviyeden meseleye bakılınca sorunun “Yalnızlaşan/bireyselleşen ve dünyevileşen bu nedenle de çıkmazlara düşen günümüz insanı”; çözümün ise “Toplumsallaşan ve kalp tasfiyesini gerçekleştirmiş salih/sadık kimselerle birlikte olarak hayatı anlamlı kılma gayreti” olduğu görülmektedir. Bu nedenle maddî/fizikî/zahirî gelişmelerin baş döndürücü bir hızla ilerlediği günümüzde bu hıza uygun olarak manevî/ruhî/bâtınî gelişimin tesisi için sadıklarla/salihlerle birlikte olma gayreti büyük önem arz etmektedir. (İrfan Gündüz, ‘Tasavvufî Bir Terim Olarak Râbıta’, Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, Yıl: VIII, (2007), Sayı: XIX, s.53.)
YAZARIN DİĞER YAZILARI