?>

ŞİMDİ NE DEĞİŞTİ DE BÖYLE OLDUK?

Metin ÇAĞAN

11 ay önce

Bazen dünyada, aynı zamanda ülkemizde bir şeylerin değiştiğini, bozulmuş olduğunu, doğru gitmediğini düşündüğünüz oluyor mu hiç? Mutlaka oluyordur sanırım!... 2023’ün son günlerinde serbest piyasa ekonomisi savunması ile hemen hemen her gün acımasızca etiket değişikliği yapıldığı, gramajlarla oynandığı, özellikle marketlerde zamlı etiket ve fiyat listesi mesaisi yapıldığı, 01 Aralık 2023 ile 01 Ocak 2024 itibariyle fiyatların anormal derecede artış gösterdiği haberleri yapıldı. Her fırsatta yurdumuzun yücelmesi ve insanımızın ilerlemesi istikâmetinde devamlı dayanışma içinde olan, darda kalana dost, yolda kalana yoldaş ve aç kalana arkadaş olma yönünde birbiriyle yarışan; öncelikli görevlerinin başında yaşlı, yorgun, yoksul, kimsesiz ve düşkün insanların yanında, yakınında ve yardımında olan bir toplumdan neden bu kadar uzaklaşıldı da bu kadar değişti bu toplum. Bize ne oldu ki, para her şeyin üstünde en mühim değer yargımız oldu? Diksiyon kurs ve seminerlerimde çok değindiğim hususlardan biri de   “Bir zamanlar biz Türkler” başlığı altındaki aşağıdaki alıntıydı. Sizler ne düşünür, neler söyler, nasıl bir değerlendirme yaparsınız duymak, bilmek isterdim doğrusu… Faziletliydik: Kimsenin malına göz dikmez, nâmusuna yan bakmaz, hırsızlık bilmez, kimseyi de küçümsemezdik. Dürüsttük: Londra Ticaret Odası'nın en görünür yerinde şu tavsiye levhası asılıydı: “Türklerle alışveriş et, yanılmazsın.” İtibarlıydık: Bir zamanlar Hollanda Ticaret Odası'nın toplantılarında oylar eşit çıkınca, Osmanlılarla alışverişi olan tüccarın oyu iki sayılır, onun dediği olurdu. Temizdik: le Comte de Marsigli, atalarımızı şöyle anlatıyor:  “Türkler hiçbir zaman yere tükürmezler.” Çevreciydik: Kurak günlerde ücretle adam tutup sokaktaki ulu ağaçları sulatır, göçmen kuşların yorgunluk atması için saçak altlarına kuş yuvaları yapardık. Harama el sürmezdik: Fransız müellif Motray, 1700'lerdeki hâlimizi şöyle anlatıyor: “Türk dükkânlarında hiçbir zaman tek meteliğim kaybolmamıştır. Ne zaman bir şey unutsam, hiç tanımadığım dükkâncılar arkamdan adam koşturmuşlardı.” Medenî idik: İngiliz sefiri Sör James Porter ise, 1740'ların Türkiye'si için şunları söylüyor: “İstanbul'da ve diğer şehirlerde emniyet ve asayiş çok iyi. Türkler çok medenî insanlardır.” Dosdoğruyduk: Fransız generallerden Comte de Bonneval şu hükmü veriyor: “Haksızlık, murabahacılık, inhisarcılık ve hırsızlık gibi suçlar, Türkler arasında yoktur. Öyle bir dürüstlük gösterirler ki, Türklerin doğruluklarına hayran kalır.” *   Peki, bu topluma ne oldu ki, hırsızlık, dolandırıcılık, şiddet, tecavüz, insan öldürme arttı; her kötülüğün çoğaldığı bir toplum haline gelindi? Başkalarının işine taş koymaya çalışan, dedi kodu yapan, atıp, tutan insanlar olundu? Her geçen gün her türlü olumsuzluğun gün geçtikçe daha da fazla fazlalaştığı; kıran, bozan, karalayan, ahlaksız yazılarla duvarları kirleten; düşünmeyen, hayatı sorgulamayan boş bir toplum haline gelindi? İnsanı insan yapan vasıflardan biri olan alçak gönüllü olmak unutuldu… Nerede yanlış yapıldı ve ters giden şey nedir acaba? Oysa “Fâtih Sultan Mehmed Hân devrinde bir Müslümanın günlerce dolaşıp yıllık zekâtını verebileceği fakir birini arayıp bulamadığını, bunun üzerine zekâtının tutarı olan parayı bir keseye koyarak Cağaloğlu'ndaki bir ağaca asıp, üzerine de; “Müslüman kardeşim, bütün aramalarıma rağmen şehrimizde zekâtımı verecek kimse bulamadım. Eğer muhtaç isen hiç tereddüt etmeden bunu al!” diye yazdığını... Ve bu kesenin 3 ay kadar o ağaçta asılı kaldığını...” biliyor musunuz? diyordu takvim yaprağında okumuş olduğum, çok ilgimi çektiği için de not aldığım yazıda. * Bizler o kadar değiştik ki, değer yargılarımızı unuttuk… Bir makine misali, kurgulanıp modern hayat içinde sadece madde için yaşar olduk maalesef. İnsanın karakteri, davranış biçimi, ahlakı değişebilir mi? İnanın değişti!.. İnsanlar zaman içinde alışkanlıklarını, doğrularını ve işin en garip tarafı ahlâk ve karakterini de değiştirdi. Dürüst olmayanlara karşı, tavır almanın insanlık gereği olduğu dahi unutuldu. Bencillik nedir bilmeyen, 'bana ne'cilikten uzak, özveriden kaçınmayan, sadece kendi evlatlarına değil, komşusuna, köylüsüne, yabancısına yetişmek için çırpınan insanlar vardı bu ülkenin her bir yer yerinde. Biz toplum olarak o kadar değiştik ki, çocuğumuz evden çıkarken, “Biri sana bir şey derse sen altta kalma, dayak yersen sen daha çok karşılık ver, dayak yeme sakın.” diye evlatlarımızı terbiye eder olduk. Tek kişilik yaşayan, bencilliği benimseyen ve paylaşmayı bilmeyen çocuklar yetiştirmeye başladık. Bir çocuğun iyi, ahlâklı, terbiyeli, vatana ve millete hayırlı olması için yetiştirilmesi yönünde ebeveynlerin sarfettiği “Eti senin, kemiği benim” anlayışından, okulu basıp ders çalışmadığı için çocuğuna sert bakan öğretmeni döven veliler olduk. Bize ne oldu da bu kadar bozulduk, kendimizi başkalarından yüksek görmeye başladık, kendimize saygımızı kaybettik, kendi çıkarlarımız uğruna başkalarına gereksiz,  hak etmediği iltifatlarda bulunmaya başladık, adamına göre muamele yapar, işi düşünce arar, sorar olduk. Bir de iyi niyeti saflık, hanımlığı-beyefendiliği aptallık anladık, hatır sayanı ise anlamaz sandık. Biz bu kadar ne zaman bozulduk? İnanın bu hırs, bu haset, bu kin, bu nefret, bu doymak bilmez egolar, bu düşüncesizlik, bu savurganlık, bu haddini bilmezlik, bu şımarıklık, bu doyumsuzluk eski insanların kemiklerini sızlatıyor… 1746-1821 yılları arasında yaşamış Patrik Gregorius   “Türkleri maddeten ezmek mümkün değildir. Çünkü Türkler sabırlı, mukavemetli, mağrur ve izzet-i nefisli insanlardır. Bu hasletleri dinlerine bağlılıklarından, kadere rıza göstermelerinden, ananelerinin kuvvetinden, amirlerine itaat duygusundan ileri gelmektedir. Bu sebeple, evvela Türklerde itaat duygusunu kırmak, manevi bağlarını koparmak, dinî metanetlerini zaafa uğratmak gerekir. Maneviyatları sarsıldığı gün, Türkleri zafere götürecek asıl kudretlerinden sıyıracak, onları maddi kuvvetle yenmek mümkün olacaktır.” Türkler hakkında düşüncesini bu şekilde paylaşıyor. Bu vasıfların kaçı günümüzde devam ediyor dersiniz? Kaynaklarda detaylı bir araştırma yaptığımızda Müslümanların tarihlerinin ilk beş yüzyılında dünya çapında önemli katkılar yapan bir düşünür sınıfı ile bir tüccar sınıfına sahip olduğunu; bir gün bile kimseye avuç açmadıklarını, yardım istemediklerini, zorluklara hep göğüs gerdiklerini görebiliyoruz. Peygamberlerin tek başlarına mücadelelerini ve başına gelenleri; Kurtuluş Savaşında canını dişine takan Mustafa Kemal Atatürk’ü ve silah arkadaşlarının bağımsızlık ve özgürlük uğruna neler yaşadıklarını unuttuk. Onların başlarına gelenlerin milyonda birinin bizim başımıza gelmesinden korktuk. Özellikle son zamanlarda dillerden düşürülmeyen, övünülen, adaletiyle ünlü Osmanlıların yüzde biri kadar adil olmak bile başarılamadığı gibi gibi yeri geldiğinde mangalda kül bırakmayan, insanlık dersi vermeye kalkanlar mertliği ile ünlü ataların binde biri kadar, mert olmayı dahi beceremediler maalesef. Eskiden bu toplumun büyükleri evlatlarına helâl lokma yedirmek için, her türlü zorluğa göğüs gererlerken, namussuzun, hırsızın ve adaletsizin karşısında dik dururlarken; bugün neden bu kadar kibirli, ikiyüzlü ve riyakâr olundu acaba? İnsan elbette sarf ettiği gayret sonucunda istediği hedefe ulaşır. Çalışmadan, yorulmadan, alın teri dökmeden sadece yemeyi seven, hak etmediklerini almanın suç ya da yanlış olmadığını düşünen, bedavacılığı çok seven, Allah'ın istedikleri yerine, çevredekilerin isteklerine meyil eden bireyler olundu.  Gayret sarf etmeden, çabalamadan, hak etmeden hedefe ulaşmak isteyen kişi sayısı her geçen gün daha da arttı. Doğruların yerine, çevrede yapılan haksızlıkların cezasız kalması toplumun çoğunluğunun da işine geldi, hoşuna gitti, hoş görüldü; düzeltilmeye çalışılmadı. İşin daha da garibi yalan, dolanla iş yapanlar, hak yiyenler; uyanık, açıkgöz ve başarılı sayıldı ve elle, dille, yürekle, karşı koymak dahi düşünülmedi… Kişi kendini sorgulamaz, nedenlerini düşünmez, araştırmaz oldu. İşine gelmediği için de “Acaba nerede hata yapıyorum?” diye hiç değerlendirmez oldu. İngiliz gazeteci David Hotham bir haber ajansı muhabiri olarak 8 yıl yurdumuzda kalmış ve 1960’lı yıllarda “Türkler” isimli kitabında (Milliyet Yayınları, 1973)  o dönemde Türkiye’de yaşanan olayları ve Türkiye’yi, Türkiye’deki izlenimlerini anlatmıştır. Bu izlenimlerinden bir bölüm şöyle: “…“Türkler arasında en utanç verici suçlardan biri de hırsızlıktır. Büyük şehirler dışında hırsızlık hemen hiç bilinmez. Ben, Türk hapishanelerini, büyük ve kalabalık hapishaneleri de gezdim. Buralarda hırsızlıktan yatan bir kişi bile yoktu. Bir hırsız hapishaneye düştü mü, ötekiler yüzüne tükürür ve hakaret ederler... Hırsızlar, katillerin bile yararlandığı genel afların dışında bırakılırlar. Pek çok kimse bunun haksızlık olduğunu düşünebilir. Ben de, öldürülmektense soyulmayı tercih ederim. Ama Türkler, çalmak fiilinden nefret etmeyi alışkanlık durumuna getirmişlerdir…” İnsanın üstünlüğü, Allah’ın ona verdiği beden güzelliği, el, göz, burun ve kulak gibi organlarını daha bereketli bir şekilde kullanabilmesi, konuşabilmesi, gülüp ağlayabilmesi, okuyup yazabilmesi başka bir takım varlıkları kendi hizmetinde kullanabilmesi, olaylar arasındaki sebep-sonuç ilgisini görmesi ve bu sayede geleceğe yönelik programlar ve hazırlıklar yapması, iyi ve kötü, güzel ve çirkin gibi kavramlara sahip olması kısaca maddî, manevî ve ruhî meziyetlere sahip olmasındandır. İnsan için her şey emanettir. Eller, ayaklar, kulaklar, burun… emanettir. Gözler, helâl ve meşru şeylere bakmak için emanettir. Ahkâmıyla yaşamak için Kur’an en önemli emanettir. Gerçekleri düşünmek için akıl emanettir.  Akıllı insana yakışan da kendisine yüklenilen emanete hıyanet etmemektir. Bu emanetlere hıyanet edildiğinde insan, insan olma vasfından uzaklaşmış demektir. "Kendini bilen, Rabbini bilir" sözünden hareketle, insana ve insanlığa büyük önem veren; vatanını, milletini, bayrağını gerçekten seven; istiklâline, hürriyetine ve cumhuriyet değerlerine sahip çıkan, yanlış yapmayan, kalp kırmayan erdemli, kültürlü, bilgili, bilinçli, sorgulayan; inancı ve insanlığı gereği yanlış yapmayan insanların artması ve yarınlarımızın bugünden daha güzel olması dileğimle…
YAZARIN DİĞER YAZILARI