?>
TAM KAPANMA DÖNEMİNDE SÜRDÜRÜLEBİLİR BESLENMEYİ SEÇ!
Merhabalar, hayatımızda ilk kez ‘tam kapanma’ ilkesini uyguluyor, adapte olmaya çalışıyoruz.
Merhabalar, hayatımızda ilk kez ‘tam kapanma’ ilkesini uyguluyor, adapte olmaya çalışıyoruz. Ailecek evlerde geçirilen sürenin artması, iftar sofralarımız, bayramın yaklaşması derken besin tüketiminde, mutfağa uğramalarda, ayaküstü atıştırmalarda gereğinden fazla bir artış olabilir. Ancak bu sürece dur dememiz gerekiyor çünkü bizler ilk kez tam kapanma dönemi yaşasak da artık ‘evde kal’ ilkesinin ne demek olduğu biliyoruz Bu süreçte sağlıklı beslenme ilkelerini uygulamanın ne kadar önemli olduğunu da biliyoruz.
Bu bakış açısıyla beslenmemize ‘Sürdürülebilir Beslenme’ kavramıyla yön verebiliriz. Peki bu Sürdürülebilir Beslenme nedir, gelin biraz detaylandıralım. Dünyada büyük bir beslenme düzeni bozukluğuyla karşı karşıyayız. Bir yanda açlıkla mücadele eden toplumlar varken bir yanda da fazla kilolarıyla, obezite, şeker, kalp hastalıkları gibi sorunlarla mücadele eden bireyler var. Toplumların değişen ihtiyaçları, besinlerin üretim şekilleri, ulaştırma seçenekleri… sadece insanların değil yaşadığımız gezegenin de yükünü artırarak sera gazı emisyonu dediğimiz atmosfere verilen zararlı gaz miktarında artışa sebep oluyor. Bu artış da sağlıklı besin üretimini engelliyor. Sağlıklı besine ulaşamayan insanlar sağlıksız bireyleri, sağlıksız bireyler de sağlıksız toplumları oluşturuyor.
Bizler bu kısır döngünün içerisindeyken 2019 yılında Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Gıda Tarım Örgütü (FAO) bir araya gelerek bir rapor yayınladı. Bu raporda sürdürülebilir beslenme tanımlandı. Sürdürülebilir beslenme/sağlıklı diyetler; bireylerin sağlığını ve iyilik halini tüm yönleriyle geliştiren, ekosistemi koruyucu, herkes için ulaşılabilir, karşılanabilir, güvenli, yeterli ve kültürel olarak kabul edilebilir diyet/beslenme örüntüleridir, denildi.
Bizlerin tüm bu tanıma uygun bir beslenme sağlayabilmesi için de bir yandan araştırmalar yapıldı. Sonuçlar başta et ve süt ürünlerinin üretiminden tüketimine kadar ki sürecin sera gazı emisyonuna katkısının üst seviyelerde olduğunu gösterdi. Ve hayvansal ürünlerin tüketimindeki kontrolsüz bu artışın; su ve arazi kullanımı, biyoçeşitlilik kaybı ve diğer çevresel yükler açısından da olumsuz bir etkiye sahip olduğu anlaşıldı. Yani hayvansal besinlerin daha az tüketildiği bir diyet/beslenme tarzı daha az miktarda sera gazı emisyonuna neden olmakta, daha sağlıklı bir çevre oluşturmaktadır diyebiliyoruz.
Et ve süt ürünlerinden sonra paketli ürünler, işlenmiş besinler, katı yağlar şeklinde sera gazı emisyonunu artıran gruplar sıralandı. Diğer besin gruplarının insana, topluma, çevreye, yaşadığımız gezegene etkileri detaylıca araştırılmaya devam edilirken sürdürülebilir beslenme önerileri de şekillendi. İşte biz de tam kapanma dönemini fırsat bilerek bu beslenme tarzını hayatımıza adapte etmeye çalışmalıyız.
Hem bizi hem dünyamızı hafifletecek sürdürülebilir beslenme ilkeleri:
Daha az et - daha fazla bitki temelli bir yaşam modelimiz olmalı.
Kırmızı et, beyaz et tüketimi dengelenmeli; haftalık ev içi menü planlamaları hazırlanmalı.
Haftanın bazı günleri ‘Etsiz günler’ diye adlandırılıp uygulanmalı.
Proteinden zengin nohut, kuru fasulye, mercimek gibi kuru baklagillere beslenmemizde sık yer verilmeli.
Fıstık, fındık, ceviz, badem gibi yağlı tohumların tüketimi artırılmalı.
Yumurta, süt ve süt ürünleri ılımlı miktarlarda günlük alınmalı.
Sebzeler iyi muhafaza edilmeli, mevsiminde tüketmeye özen gösterilmeli.
Günlük en az 5 porsiyon farklı renklerde sebze ve meyve tüketilmeli.
İyi tarım ilkesine bağlı kalarak üretim yapan çiftçilerimizden alım yapılarak desteklenmeli.
Hazır paketli gıdalar, aşırı tuzlu - şekerli besinler tercih edilmemeli ya da tüketim sıklığı azaltılmalı. Böylece ortaya çıkan plastik atıkların miktarı da azaltılmalı.
Besin atıkları en aza indirilmeli; mutfakta artan yemekleri, bayatlayan ekmekleri değerlendirme yolları artırılmalı.
Atıkların geri dönüşüm sistemleri olmalı, güvenli ve temiz içme suyu korunmalı. Bu maddenin yerine gelmesi için evlerde atık yağlarımızı lavaboya dökmeyerek bile başlanılabilir, biriktirip belediye görevlilerimizle alınması için iletişime geçilmeli.
Kilolu bireyler enerji alımlarını sınırlandırmalı, beslenme ve diyet uzmanlarından destek almalı. Beslenme alışkanlıklarını değiştirmek için mücadeleci olmalı.
Her birey, kurum, kuruluş bu konuda üzerine düşen sorumlulukları dikkate almalı, büyük bir titizlikle uygulamalı.
İnsanlar ve doğa birbirinin tamamlayıcısıdır. Besinler de insan ile doğa arasındaki iletişim araçlarıdır. Bu bakışla şimdi hep birlikte her gün 1 paket çikolata alıp tükettiğimizi ya da et olmadan sofraya oturmadığımızı düşünelim. Bu beslenme alışkanlığımız başta metabolizmamızı yorarak sağlığımızı bozmaya başlayacak, bu besinlerin üretim aşamasından atık aşamasına kadar kullanımı artan su ve enerji kaynakları dünyamızın dengesini bozacak, bu besinlerin tüketimi arttı diye sera gazı emisyonu artacak, iyi besin üretimi sağlanamayacak, gelecek nesillere gerekli su ve güvenli besin kalmama ihtimali artacak.
1 paket çikolatadan tüm bu çıkarımları nasıl yaptık fazla şaşırtıcı değil mi? Elbette bu besinleri de tüketeceğiz; asla olmamalı, tüketilmemeli demiyoruz bu noktaya lütfen dikkat edin. Ancak tüketim sıklığımızı azaltmak bile dünyamıza çok büyük bir katkı sağlayacak. 2021 yılına 7.8 milyar dünya nüfusuyla girdiğimizi düşünürsek her birimizin atacağı bu adımın etkisi hiç de küçümsenecek gibi değil.
En başa dönecek olursak bizler salgınla mücadele eden, evde geçen zamanı artan insanlar olarak başta güçlü bağışıklık sistemimiz olması için iyi beslenmeli, bu sürdürülebilir beslenme ilkelerine kendimiz, ülkemiz ve hatta tüm dünya sağlığı için riayet etmeliyiz.
Bu bilinçle beslenmenize yön vermeniz dileklerimle…
Sağlıcakla kalın, haftaya görüşmek üzere!
YAZARIN DİĞER YAZILARI