Son yıllarda Türkiye’nin siyasi atmosferi, gittikçe daha fazla gerilim, kutuplaşma ve çirkinleşen söylemlerle şekilleniyor. Siyaset, adeta bir arenaya dönüşmüş durumda. Her geçen gün daha fazla siyasinin, koltuk uğruna ne tür manipülasyonlara başvurabileceği, ne kadar düşük bir seviyeye inebileceği konusunda şaşkınlık yaşıyoruz. Bu süreç, sadece halkın güvenini sarsmakla kalmıyor, aynı zamanda demokratik değerlere olan inancı da ciddi şekilde zedeliyor.
Siyasetçiler, artık idealler veya toplumsal çıkarlar yerine, kişisel çıkarlarını, güç hırslarını, daha doğrusu koltuklarını koruma amacını güder oldu. Güç odaklı yaklaşımlar, başta iktidar ve muhalefet olmak üzere, tüm siyasi aktörlerde ortak bir hâl almış gibi görünüyor. İktidar sahipleri, ellerindeki bu gücü kendilerine sadık kalacak tüm söylemleri ve eylemleri bir araç olarak kullanıyorlar. Bu doğrultuda bazen halkın sesi bazen de toplumun çıkarları göz ardı ediliyor.
Son günlerdeki gelişmeler bu çirkinleşen siyasetin en somut örneklerini gözler önüne serdi. Özellikle anayasa değişiklikleri ve terörle mücadele konularındaki açıklamalar, siyasetin nasıl manipüle edilebileceğine dair endişe verici bir tablo çiziyor. Kamuoyunun tepki göstereceği, toplumsal vicdanı derinden yaralayacak söylemler ve uygulamalar artık sıradanlaşmış bir hal aldı.
Teröristbaşına özgürlük isteyen açıklamalar, siyasi ortamda artık fısıltıdan öte açıkça dile getirilen bir hal almış durumda. Bugünlerde, böyle bir söylemin “gazi meclisten” dillendirilmesi devletin temel ilkelerinin ve güvenlik politikalarının tartışmaya açılması devletin bekası konusundaki kaygıları derinleştiriyor.
Devlet Bahçeli’nin mecliste teröristbaşıyla ilgili söylediklerinin şokunu atlatamamışken son olarak Mehmet Uçum’un Cumhurbaşkanı Başdanışmanı olarak bir şehit yakınının “Türkiye’de terör bitsin, tasfiye edilsin, bırakın Öcalan'ın serbest bırakılmasını evimde kahvaltı vermezsem adam değilim” dediğini iddia etmesi adeta siyasetin ‘bayağılaştığını’ gösteriyor. Şehit yakınlarının acılarını istismar etmek, onları kendi siyasi hesaplaşmalarının bir parçası haline getirmek, yalnızca bir iktidar mücadelesinin çok ötesinde farklı ve derin anlamlar taşıyor. Oysa siyaset toplumun huzuru, barışı ve adaletini temin etmek için var olmalıdır. Ancak bugün, siyasetin yalnızca çıkar uğruna nasıl yozlaştırıldığına tanıklık ediyoruz.
Bayağılaşan siyaset, sadece devletin meşruiyetini ve halkın güvenini sarsmakla kalmaz, aynı zamanda toplumsal dokuyu da tahrip eder. Herkesin birbirine düşman, her şeyin bir pazarlık konusu olduğu bir ortamda, ülkenin kalkınması, toplumun huzuru ve milletin birliği zedelenir. İnsanların siyasi fikir ayrılıklarını birer “ihanet” olarak görmeleri, sosyal medyada ve günlük yaşamda nefret söylemlerinin artması, ne yazık ki toplumu daha da kutuplaştırmaktadır.
Bundan sonrası için Türkiye’nin siyaseti, yalnızca koltuk sevdası peşinde koşanların ellerine bırakılmamalıdır. Siyaset, toplumu birleştiren, adaletin ve hakkın teminini sağlayan, halkın güvenini kazanan bir araç olmalıdır. Ancak bu şekilde, siyaset tekrar halk için bir hizmet alanı olabilir.
Türkiye’de bugünün siyaseti ne yazık ki bu idealin uzağında kalıyor. Fakat bunun değişmesi için, doğru seslerin yükselmesi, halkın gerçek meseleleriyle ilgilenen, kutuplaştırma yerine birleştirici bir siyaset anlayışının benimsenmesi gerekmektedir. Aksi takdirde, siyasetin bu bayağılaşması, tüm toplumu içine çekerek, gelecekteki nesillere çok daha ağır bedeller ödetebilir.