-İşgal güçlerinin İstanbul'u (Der saadeti) terk edişi ile Lozan Antlaşması'nın imzalanması olayları arasında sandığımızdan da yakın bir bağ mevcuttur. Lozan imzalanana kadar işgal devam etti, daha sonrasında işgal güçleri İstanbuldan ve boğazlardan çekilmek için 70 günlük bir zaman istediler. -Ankara'nın başkent oluşu 13 Ekim'dir. İtilaf devletlerinin istanbuldan ayrılışından bir hafta sonraya rastlar, yani Lozan imzalandığında İstanbul hala payitahttır ve bir maddesinde de Hilafet merkezinin İstanbul olduğu açıkça yazılıdır. İşte tamda bu bilgiler ışığında akıllara öyle bir soru geliyor: Ankara'yı başkent yapmakla Lozan'ı ilk delen biz mi olduk acaba ? Lozan ilk imzalandığı haliyle dimdik ayakta değil miydi ? İşin aslı şu: Lozan defalarca delindi. Fransızlara bırakılan Antakya-Hatay'ın vatan toprağı olması Lozan'ın delinmesi değil mi ? Pekala Kıbrıs için 1958-59'da yapılan Londra-Zürih anlaşmaları Lozan'ın bir başka delinişi değil mi ? Montrö Boğazlar sözleşmeside aynı şekilde... Lozan'ın lehimize asıl büyük delinişi, “Kanal İstanbul” projesiyle gerçekleşecek... Böylece Boğaziçi, 1918′deki İtilaf devletleri işgalinden bu yana ilk defa tam olarak egemenliğimiz altına girecek.
-Şimdi İngilizlerin ve İşgal güçleri İstanbuldan nasıl gittiklerini paylaşalım. İşgal altındaki İstanbul'un boşaltılması sırasında İstanbul Komutanı olarak görev yapan Selahaddin Adil Paşa; 1982’de “Hayat Mücadelelerim” adlı hatıralarında o zor günleri ayrıntılı bir şekilde anlatıyor.
-Görevine Halife Abdülmecid'e biat töreniyle başlayan Selahaddin Adil Paşa 24 Temmuz 1923′te imzalanan Lozan Antlaşması'nın hükümlerine uygun olarak bir ay sonra 23 Ağustos TBMM Lozan'ı onaylayacak ve ancak o zaman İtilaf kuvvetleri denklerini toplamaya başladılar. İşin ilginç yanı ise İngiliz parlamentosunu Lozan'ı ertesi yılın Ağustos'unda onayladı. -Lozan'dan otuz gün sonra işgal kuvvetleri toplanmaya başlamış, işgal ettikleri binaları bir bir Türk askeri güçlerine teslim etmeye başladılar. Tahliye süresi 1,5 ayda tamamlanacak, son gün dostane bir tören düzenlenecekti… İşte bundan sonraki gelişmeyi Selahaddin Adil Paşa'nın hatıratından takip edelim. Hayat Mücadelelerim S.424 -“General Harrington tarafından İtilaf devletleri orduları namına 29 Ağustos'ta Türk ordusu için Sumer Palas'ta bir çay ziyafeti verilerek İstanbul'daki askeri, sivil birçok kişi çağrılmış, buna karşılık Türk yetkilileri de19 Eylül 1923′te Beykoz Parkı'nda bir “garden parti” ile mukabelede bulunmuştu.”-Adil Paşa bundan sonra İzmit'ten gelecek ordumuzun İstanbul'a girişi için de hazırlık yaptıklarını ve işgal kuvvetlerinin binaları teslim işinin Eylül sonuna kadar süreceğini, birliklerin de büyük ölçüde “karargâh heyetleri hariç” ülkelerine yollandığını anlatıyor. -Nihayet 2 Ekim günü İtilaf devletlerinin Mondros Mütarekesi hükümlerince el konulan bütün cephane ve savaş malzemeleri Türk hükümetine teslim edildiğine dair belge imzalandıktan sonra artık resmi işlemlerin tamamlandığını yazan Paşa, aynı gün, yani 2 Ekim 1923 günü işgal kuvvetlerinin İstanbul'u nasıl terk ettiklerini de şöyle anlatır (S. 425): -“Türk, İngiliz, Fransız ve İtalyan birliklerinden ayrılan birer birlik belirli saatte Dolmabahçe meydanında yerleşmiş ve yapılan geçit merasiminden sonra İtilaf devletleri kumandanları tarafından büyük bir seyirci topluluğu önünde alkışlar arasında şanlı bayrağımız selamlanarak yabancı kumandanlar cami rıhtımına kadar uğurlanmış ve burada rıhtıma yanaşan bir motorla Fındıklı açıklarında beklemekte olan Arabic vapuruna gitmişlerdi. Bu suretle de İstanbul işgaline kesinlikle son verilmişti.”
-Bizzat İstanbul'u teslim alan komutanın ağzından aktarılan yukarıdaki satırlar İtilaf kuvvetlerinin İstanbul'u nasıl terk ettiklerini belge değerinde bir anlatımla ortaya koyuyor. Şimdi yazının başında ki o soruyu hatırlayalım: “Hangi tarihte” diye sormuştuk. Resmi tarih 6 Ekim diyor, Selahaddin Adil Paşa ise 2 Ekim diye bildiriyor. Nitekim basının tarih kronoloji taramalarında 1920'li yıllarda İstanbul'un kurtuluşunun her yıl 2 Ekim'de kutlandığını okuyabiliyoruz. Üsküdar'dan araba vapuruyla karşıya geçen Türk birliklerinin şehre girişinde Sarayburnu'ndan Taksim'e kadar yolun iki tarafına sıralanmış olan Müslüman ahali “Yaşasın” çığlıkları atıyor, ard arda tekbir getiriliyor, “Allahu ekber” sadaları Ayasofya Camii'nden yükselen yanık selalara karışıyordu. Sen misin muhalefet eden?
-Selahaddin Adil Paşa'nın “Hayat Mücadeleleri” adlı hatıratının 423. sayfasında şöyle anlatılıyor. “Son zamanlarda meydana gelen olaylar ve yeni bir tahakküm ve zorbalık devrinin hazırlıklarını gösteren gidişatı memleket için hayırlı bir yön olarak görmüyor, yeni görev ve sorumluluklar almayı uygun bulmuyordum.” Selahaddin Adil Paşa'nın 1923’te gelmekte olan tahakküm ve zorbalık birkaç ay sonra tam olarak gerçekleşecek ve Tek Parti yönetimiyle yaklaşık çeyrek asır milletin kaderine hükmedecekti. Paşa'nın bu sürece itirazları ve yeni rejimin tahakküm ve zorbalığına ortak olmak istemeyişi Tek Parti idaresinin gözünden kaçmayacak ve İtilaf güçleri İstanbul'dan 2 Ekim'de çekip gitmesine rağmen onları göndermenin şerefi bir muhalife kalmasın diye resmi tarihte 3. Kolordunun İzmit'ten İstanbul'a giriş tarihi esas alınacak ve Paşa'nın adı yalnız İstiklal Savaşı'ndan değil, gerçek kahramanı olduğu 18 Mart deniz zaferinden bile silinecekti. (Paşa'nın tahakküm ve zorbalığa yönelik eleştirisi 1951'de Meclis'te yaptığı konuşmada “Bir diktatör kanunla korunamaz” sözüne yansıyacaktır.) Sen misin muhalefet eden? Seni yalnız bugünden değil, tarihten de sileyim de gör! İşte bizde buna “yalancı tarih” diyorlar.