Küçük yaşlardan beri resim sanatıyla uğraşan 35 yaşındaki Erçetin, Marmara Üniversitesi İslam Tarihi ve Sanatları alanında yüksek lisansını tamamladı ve tezini "A. Süheyl Ünver'in Eyüp Defterlerinde Şehir Dokusu" başlığıyla hazırladı.
Sanat çalışmalarına ilişkin açıklamalarda bulunan Erçetin, ressam Cemal Toy ile tanıştıktan sonra kendisini sokakta çizmeye yönlendirdiğini belirterek, "Başlarda sadece sokakta perspektiflerimi oluşturup, kendi yoluma bakma niyetindeydim. Bir yandan da üniversiteye devam ediyordum. Sokağa dair çok fazla tutkum yoktu. 2013'te İslam Tarihi ve Sanatları yüksek lisans programına girdim. Eğitimim süresince Türk ve İslam sanatını incelemeye ve ayrı bir derinlik bulmaya başladım. Zaten sokaklarda Türk evlerini ve detayları çizerken geçmişteki insanların dünyasını fark etmeye başlamıştım. Yani ilk aydınlanma sokakta başladı." diye konuştu.
Erçetin, 13 yıldır sokakları çizdiği defterleri biriktirdiğine işaret ederek, "Rahmetli Süheyl Ünver de bunu sıkı şekilde yapmış. O belge niteliğinde düşünmüş ve not almış. Ben biraz daha hasbihal gibi bakıyorum. Ölmeye yakın biriyle sohbet etme gibi düşünüyorum. Her sohbetimizde ben de ona dönüşüyorum. Çünkü formlar yok olduktan sonra o ruhlar da yok olacak. Yok oluş gerçekleşmeden önce sadır sadıra İstanbul'la sohbet etmek istiyorum." ifadelerini kullandı.
İstanbul'un büyüleyici bir şehir olduğunu vurgulayan Erçetin, şu değerlendirmelerde bulundu:
"Milyonlarca insan İstanbul'un farkında değil. Burada yepyeni, unuttuğumuz bir dil var. Ben çizdikçe beni inşa etmeye başladığını ve eşyayla arada değişik bir bağ olduğunu fark ettim. Eşyanın tam olarak cansız olmadığını, konuştuğunu, çağırdığını düşünüyorum. Bu dili öğrendikten sonra zihniyetim, giyimim, kuşamım, tarzım her şeyim değişmeye başladı. Otantik bir kültürün yanı başındayız ama otantik olmayan bir zamanda yaşıyoruz. İstanbul çok büyük bir keşif alanı ve çok az insan bunun farkında."
Faruk Erçetin, eşyayla gerçek bir iletişim bağ kurulabildiğini dile getirerek, "Bu bağı eskiler kurmuş ama sonrasında unutulmuş. O yüzden şehir bambaşka bir şeye dönüşüyor. Hangi anlamı yüklersen şehir ona dönüşür. İnsan ruhuyla aynalama bir bağı var. Kolektif ruh nereye giderse, şehirde bunu izleyebilirsin. Çizim yaptıkça anlam dünyasının bir parçası olmaya başladığımı gördüm. Kendime ait bir fanusum oluştu. Bunu İstanbul ve sokak çizimi yaptı." görüşünü paylaştı.
Resmin sadece tuvale veya kağıda çizilen izler olmadığına dikkati çeken Erçetin, her an zihninin içinde kareler halinde çizdiği bir sürü sahne olduğunu anlattı.
Türk resminin iki yönü olduğunu söyleyen Erçetin, şunları kaydetti:
"İki hafızayı aynı anda taşıyoruz ve birbirlerinin geçişleri çok sert. İki dilli bir durumdayız. Bir dili bilen diğerini bilmiyor. Ben bu noktada ne eski ne de yeni hafızayı dışlamak istemiyorum. İki hafızanın da ürünü birisi olarak üretimimde iki dili de kendi tercihlerim neticesinde kullanabilme yeteneğine sahip olmalıyım. Resmin yeniden günlük hayatın içinde olması gerekiyor. Şu an bilinç üstümüzdeyiz, bilinç altımızla yüzleşmemiz gerekiyor. Bütün kurduğum, anlamaya çalıştığım şey bu."
Erçetin, geçen yıl depremden önce Hatay'a giderek oradaki yapıları ve sokakları da çizdiğini belirterek, "Kuvvetle muhtemel Hatay'ı en son çizenlerden biriyim veya sonuncusuyum. Depremden bir hafta önce Hatay'a gidip çizdim. Çizdiğim mekanların daha sonra yıkıldığını öğrendim. Yaşlı biriyle tanışmışsınız ve öldüğünü duymuşsunuz gibi hissettiriyor." dedi.
İstanbul'un sokaklarını büyük oranda çizdiğini ifade eden genç ressam, 13 yıl içinde bütün sokakları en az bir kez taradığını ve on binlerce çizim arşivlediğini sözlerine ekledi.
(AA)
Editor : Anadolu Ajansı