Uzun zamandır, uzak kaldığım bir mecraya yeniden dönüş yapmanın mutluluğu ile selamlamak istiyorum siz değerli okuyucuları, tabi bugünün Cumhuriyet Bayramı olmasını da bir başka sevinçle kutluyorum.
Nasıl başlamalı, nasıl devam etmeliyim, tam olarak kestiremediğim şey ise ne yazmak, neyi yazmak. Her üç kişiden beşinin şair, dördünün tarihçi, üçünün gazeteci olduğu bir zamanda, ne kadar doğru şeyler söyleyebileceğiz.
Biliyorum ki, buradan kimi zaman yaptığı icraatlardan dolayı birilerine övgü yazacağım, ?yalakalıkla? suçlanacağım. Kimi zaman eleştiri yapacağım, ?muhalif ve aykırı? olmakla suçlanacağım. Ancak bildiğim şey kendimce doğru olan şeyleri yazacağım, önce kendime sonra size olan saygımdan ötürü, tarafsız ve objektif olmaya çalışacağım.
Gerçi kime ne anlatabilirim ki, herkesler, hepimiz her konuda nasılsa uzmanız. Her söylediğimiz, her yazdığımızla birilerinin rahatsız olacağı muhakkak. Çünkü doğru ve yanlışları değerlendirirken, hep kendi penceremizden, kendi öğrendiklerimizden yola çıkarak değerlendiriyoruz.
Tarihi, TV dizilerinden, Siyaseti, yanlı ve taraflı tek bakış açılı Açık Oturumlardan, Kültürü ve Edebiyatı kaynağı bile belli olmayan sosyal paylaşım sitelerindeki alıntılardan öğrenen bir toplumda neyi ne kadar, kime anlatabilirsiniz.
Zordur yerel medyada kelam etmek, kalem oynatmak. Her daim birilerini kızdırırsın. Mutlaka eksiklerimiz, yanlışlarımız, hatalarımız olacak, hatayı kabul edip düzeltmekte bir erdemdir, ancak hiç özür dilememek için, özür dileyecek şeyler yapmamak gerek.
Kadim bir şehrin, geleneğinin, kültürünün, tarihinin üzerinde oturuyoruz, varlığının bile farkında olmadığımız onca güzelliğin üzerinde? Ve her geçen gün talan edilen, yok olan, unutulan güzelliklerin.
İşte bu yüzden, en azından kalanları savunmak adına, eskiyi iyi anıp, geleceğe, gelecek kuşaklara tecrübelerle dolu güzellikleri doğru aktarmak adına, sorumluluğunun bilincinde olan bir birey olarak, sağlığımız el verip, vakit buldukça, en azından haftanın bir günü sizlerle bu köşede buluşmaya çalışacağım.
Son olarak şunu da eklemeden geçmeyeceğim; hiç dikkat ettiniz mi bilmem, Kara Kuvvetleri Komutanlığının armasında M.Ö.209(*) tarihi vardır, Mete Han´ın Büyük Hun İmparatorluğu´nun tahtına geçtiği tarih. (Başlı başına bir yazı konusu olabilecek, Mete isminin etimolojik tartışmasına, tahta nasıl geçtiğine, dünyada ilk defa kurduğu onlu sistemle düzenli bir ordu teşkil etmesine v.s. girmeyeceğim).
Sözü Cumhuriyete nasıl getiririm çabasıdır biraz da derdim, unutmamamız gereken bir şey var ki, bu gün ki Türkiye Cumhuriyeti taaa Mete Han´dan beri devam edegelen nerdeyse 2200 yıllık, devlet kurma geleneğinin son halkasıdır. Hedefinde Kızılelma! ile Büyük Türk Devleti o günden beri devam etmektedir, değişen sadece hanedan ve rejimdir. Anımsadığım kadarı ile; Büyük Hun İmparatorluğu devamında Doğu ve Batı Hun İmparatorluğu, Göktürkler, Avarlar, Hazarlar, Gazneliler, Karahanlılar, Büyük Selçuklu Devleti, Türkiye Selçuklu Devleti, Osmanlı İmparatorluğu ardından son olarak devamında, Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ve Arkadaşlarının (Ruhları Şad Olsun) kurmuş olduğu Türkiye Cumhuriyeti devletini sayabilirim.
Bugün 97 yaşına giren Cumhuriyetimizin yeni yaşının kutlu olması ve ebedi yaşaması dileklerimle. Bu hafta böyle olsun, en azından rotamızın ne tarafa olduğunu anlatmaya çalışan kısa mesajlarla dolu, kısa bir yazı.
Yaşasın Cumhuriyet, Haftaya görüşmek umuduyla?
(*) Türk Kara Kuvvetleri´nin kuruluş tarihi 1363 yılı olarak kabul edilmekteydi. Nihal Atsız, ´Türk Kara Ordusu Ne Zaman Kuruldu?´, (Orkun, Sayı: 18 (15 Temmuz 1963)), ´Türk Karaordusunun Kuruluşu Meselesi´, (Ötüken, Sayı: 4 (1973)) tarihli makalelerinde, Türk Kara Kuvvetleri´nin kuruluş tarihinin Mete´nin tahta geçtiği MÖ 209 olması gerektiğini yazmıştır. Atsız´ın görüşlerini benimseyen Yılmaz Öztuna da 1968´de Cemal Tural´a Türk Kara Kuvvetleri´nin kuruluş tarihinin MÖ 209 olması teklifini yaptı ve kuruluş tarihi MÖ 209 olarak değiştirildi.