BİR KÜRKÇÜ DÜKKÂNI LAZIM

Berat Yönez
Berat Yönez
BİR KÜRKÇÜ DÜKKÂNI LAZIM
16-08-2023

Yolcular yükünü yüklendi, yol gitmekte. Yola revân olmuşlar. Biz ne vakittir serinlemedeyiz bu gölgelikte. İnci, mercan olmak varken, tâlip olduğun yer ne senin? Sor bir kendine…

 

Dünya bir Pazar yeri. Herkes alelacele ne bulabilirse dolduruyor heybesine. Benim heybem boş. Ellerim garip. Üç beş işe yarar katık koymadıktan sonra, ne gerek heybeye?

 

Ne var heybemizde, neyle doldurduk heybemizi. İçimiz kan ağlarken, etrafa hoyratça saçtığımız onca gülücük, ne işe yarar? Bir cevap borçluyuz kendimize. Kaçtıkça kendimizden daha da uzaklaşıyoruz, ama nereye kadar. Nereye kadar kaçabilir insan özünden. İçimizde güller yeşermeden, dışımızın gülistân olmasının bir faidesi yok.

 

Zamanın akışı tıpkı bir sel gibi, insanın içinde ne var ne yok muhakeme etmeden süpürüp götürüyor. Ortalık durulduğunda, dönüp kendine bakıyorsun. Enkazdan geriye kalanlar işte. Bana ne olmuş böyle, ben böyle biri değildim diyorsun. Aynaya bakıyorsun ama gördüğün sen değilsin. Etrafına bakıyorsun, artık etrafındakiler de aynı değil. Küçük bir aydınlanma hali geçirdikten sonra tekrar kaptırıyoruz kendimizi. Hem de ne kaptırma; hiç ders çıkarmamış, hiç o felaketi yaşamamış gibi görünüyoruz.

 

Kartopu etkisini bilirsiniz. Kartopuyken başlar, çok kısa sürede çığ oluverir. Ne tahmin edebilirsin, ne de sezebilirsin bu ivmelenmeyi. İnsanın içini sarmış katran karası o kötülük, böyle yayılır işte. Kötülük dediğime bakmayın, insanın kendisinden uzaklaşması. Gerçi ikisi de aynı şey. İnsan kendinden uzaklaştıkça, geri dönülmesi daha da güç bir hal alıyor. Ya hiçbir şey olmamış gibi, her zaman yaptığımız şeyi yapıyoruz; yani zamanın akışına bırakıyoruz kendimizi, ya da dur diyoruz, yakalamam lazım artık seni. Bu devran böyle gelmiş fakat böyle gitmez.

 

Gitmez gitmez, yine kandırılıyoruz nefsimiz tarafından; tavuskuşu hesabı... Tavuskuşu ne alaka diyeceksiniz belki. Bilmez misiniz tavus kuşunun kuyruğu alacalıdır, ihtişamlıdır, göz alıcı ve hayranlık uyandırır. Ama hiç baktınız mı ayaklarına? Toz-toprak içerisindedir, çamurlar içerisindedir, ama insanlar kuyruğuna bakmaktan kendini alamadıkları için ayaklarının durumunu ihmal ederler. Ederler işte, gözlerine hoş gelenle oyalanıp, hakikati kaçırırlar. Kısacası nefsimizin iki-yüzlülüğünü temsil eder, tavuskuşu. Biz rengarenk kuyruğuna baka duralım, ayaklarımız yağa çamura battıkça batsın. Değer vermediğimiz o şey; özümüz. Daha önce de bahsetmiştim hatırlarsınız; yalnızlığın insanda katlanılamayan bir tarafı varken, hayata katlanabilmek için yalnız kalmamız gerektiği durumlarda vardır demiştim. Kartopu etkisi gibi kendisinden uzaklaştığımız zaman, yalnız kalmaya tahammülümüz kalmaz işte. Bir kere uzaklaşmışız özümüzden, yabancı olmuş, en yakınımızdakimiz. Etrafındaki o sahte dostlukları bildiği halde, kendi içindeki "ben"den daha yakın görür onları. Bir faydasını görmese de, onlarla geçirir zamanını.

 

Bazı trenler gerçekten kaçıyor ve bazı fırsatlar çok zor kendini tekrarlıyor. Kaçırmamalıyız o treni. Bazı limanları yakmamalıyız. Geç kalsak da, döneceğimiz bir özümüz olmalı. Kürkçü dükkanımız daima içimiz olmalı. Onu küstürmemeli, tozlandırmamalı, unutmamalı. Hz. Mevlana'nın şu sözleri belki de yazmış olduğum bu kelime yığınından daha etkili, daha açıklayıcı. O yüzden onun sözleriyle bitirmek istiyorum ve özümüze arada bir de olsa kulak vermenizi tavsiye ediyorum:

 

"Siz aynı zamanda hem yolcusunuz hem yolun kendisi; hem hastasınız hem hekim." -Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî

ÖNCEKİ YAZILARI
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?