Hafta sonu üniversite sınavı vardı, ben de görevliydim. İzledim, düşündüm şimdi de yazıyorum. Gençlere baktım gözlerindeki heyecanı, endişeyi, umudu görmeye çalıştım. Ama ne yazık ki çoğunda göremedim. Bazıları kafasında konuları tekrar geçirerek dilinde dualarla unutmama çabasında, bazıları sınav süresince içeride nasıl duracağını düşünerek bitse de gitsek havasında, bazıları da hele bir gireyim attıklarım tutarsa umudunda. Çıkışta da sanki çocuklar değil anne-babalar sınava girmiş gibi, ebeveynlerde bir telaş ama bizim çocuklarda garip bir rahat tavırlar. Merak ettim aslında; girişte bir anket yapsaydık, kaç tanesi ne olmak istediğini biliyordu, kaç tanesi kafasında olmak istediği meslek için hazırlanıp gelmişti, kaç tanesi istediği yere yerleşme umuduyla emin adımlarla girmişti içeriye. Ya da kaç tanesi bir üniversitede gerçekten okumak istiyordu. Eminim çok ilginç sonuçlar çıkacaktı. Manzara durumu anlatıyordu aslında.
Bu başlangıcın sonuna baktığımızda, okuduğu bölümden mezun olduğunda hala ne iş yapacağını bilemeyen yüzbinlerce üniversite mezunu ve eğitimli işsiz gençlerimiz ne yazık ki giderek artmakta. Ya da işe girse bile mesleğine dair aldığı teorik bilgileri uygulamaya dökemeyen, huzursuz ve mutsuz çalışanlar. Son sınıfta öğrencilerime soruyorum “mezuniyete az kaldı ne yapacaksınız, planınız nedir?” diye. Aldığım cevap “Hocam, hele diplomayı alalım da Allah büyüktür”. Acele etmeyelim o zaman, daha zaman var!... Evet, ne yazık ki durum tam da böyle. Okuduğu bölümle ilgili gelecek planı olmayan bir öğrenci, aylık asgari 2.000 TL harcasa 4 yılda 96.000 TL yapar. Diğer yandan okumak yerine asgari ücretle çalışsa 4 yıl boyunca 144.000TL gelirden vazgeçmiş olur. Yani 4 yıllık bir fakülte okuyan öğrencinin alternatif maliyeti 240.000 TL’dir. Bu işin bir formülü yok mudur acaba? Elbette işin uzmanları ve eğitim bilimciler bu konuda çok daha net ve çözüm odaklı çareler üretebilir. Bende hem bir ekonomist hem de bir eğitimci olarak işin hem eğitim hem de ekonomi boyutunu düşünüyorum. Bir neslin yetişmesi ve işgücü piyasasında yerini alması yaklaşık 18-20 yıl sürer. Bu süre içerisinde bir çocuğun büyütülmesi, yetiştirilmesi ve donanım kazanması için harcanan maddi manevi kaynakları herkes aşağı yukarı hesap edebilir. Yani işgücünün yetişmesi için harcanan emek, para ve zaman hesaba katıldığında boşa harcanacak tek bir emeğin bile olmaması gerektiği anlaşılacaktır. En büyük kaynak israfı boşa giden zaman ve emektir. Bunlar stoklanamaz ya da telafi edilemez. Bu gerçeği herkesin idrak etmesi gereklidir.
Elbette hedefini belirleyen, bu hedef için elinden geleni hatta daha fazlasını yapan, düşündüğü bölüme giderek başarıyla okulunu tamamlayan ve hemen arkasından mesleğini icra etmeye başlayan gençlerimiz olduğu gibi, daha erken dönemde hangi mesleği yapacağına karar vererek mesleğine dair eğitimi tamamlayıp erken vakitte işinin başına geçen gençlerimiz de vardır. Ve onların üretime sağladığı yüksek katma değer ülke ekonomisinin büyümesinin başlıca anahtarıdır. Yani yine sorun kaynak yokluğu değil, kaynağın yanlış kullanımıdır. Bugün bir inşaat mühendisi proje yazmak yerine kasiyerlik yapıyorsa, bir öğretmen öğretmenlik yerine pazarcılık yapıyorsa, bu bir doktorun sekreterlik yapması gibi bir ciddi bir kayıptır. Tabi ki her meslek saygındır ve her mesleğe ihtiyaç vardır. Ancak bir doktorun, avukatın, mühendisin, öğretmenin, kasiyerin, pazarcının yetişmesi aynı süreyi, maliyeti, kabiliyeti ve eğitimi içermez. Ayrıca ekonomiye kazandırdıkları katma değer de aynı düzeyde değildir. Dolayısıyla doğru eğitim ve yönlendirmeye olması gereken yaşta başlanarak yeni gelen neslin ekonomiye tam kapasite olarak kazandırılması sağlanmalıdır.
“Gençlik” geleceğimizdir. Aile, okul ve öğrenci sacayağı gibidir ve birinden biri eksik kalırsa sistem ayakta kalamaz. Kaynakların nasıl, nerede, ne kadar, ne zaman ve kimin için kullanılacağı sorularına doğru cevaplar aranıp bulunduğu takdirde ülkenin kalkınması, gelişmesi ve büyümesi sağlanabilir. Bir nesil kolay yetişmez ve yapılan yanlışların telafisi olmaz. Çünkü zamanı geriye saramayız. Bugünün çocukları yarının gençleri, bugünün gençleri yarının sermaye sahipleridir. Bugünden çocuklarımızın eğitimi ve öğretimini önceliğimiz yapmalıyız, yarın çok geç.