Tekrar etmekte fayda görüyorum, bize ayrılan bu köşede, genel bir tarih anlatımından ziyade yaşadığımız şehir hasebiyle Sivas’a dair söz etmekteyiz, Şimdiye kadar İlkçağlardan, Selçukluya uzanan, sonrasında İzzeddin Keykavus dönemi ve Sivas Darüşşifası ile ilgili konuların bir kısmını başlıklar halinde, bir kısmını ise biraz daha detaylı olarak anlatmaya çalıştım.
Yine sözü aynı hat üzeri devam ettirelim; tarihin dönüm noktaları, dönemleri itibari ile incelendiği zaman görülecektir ki büyük savaşlar sonrasındadır. Gerek Selçuklular, gerekse Sivas açısından değerlendirirsek Kösedağ Savaşı’da bu dönüm noktalarından biridir.
Dilerseniz Kösedağ Savaşına giden yoldaki tarihsel gelişimi birlikte değerlendirelim; 1230 yılında gerçekleşen Yassıçemen Savaşı neticesinde Türkiye Selçuklu Devleti Harzemşahların hâkimiyetine son vermesi ile Moğollarla sınırdaş olması, Türkiye Selçuklu Devleti için Moğol tehlikesinin yaklaşmış olduğu yönünde ilk tehlike işaretiydi.
Moğollar ilk olarak 1231 yılında Doğu ve Güneydoğu Anadolu üzerine akınlar yapmış, Türkiye Selçuklu sınırını geçerek Ahlat, Diyarbakır, Malatya, Harput ve Silvan şehirlerini ele geçirip yağmaladıktan sonra Azerbaycan’a dönmüştür. O sırada Selçuklu tahtında bulunan Sultan I. Alaeddin Keykubad’da dâhil diğer hükümdarlarda bu yağma akınları karşısında suskun kalmışlardır.
Ertesi sene 1232’de yine Selçuklu sınırını aşan Moğollar Sivas yakınlarına kadar ilerlemiş ve burada bir kervansarayı basarak çok sayıda insan öldürüp esir almış ardından geri çekilmişlerdir. Yapılan bu akınlar aslında Selçuklu topraklarını tanımak için yapılan birer keşif akınlarıdır. Ancak Ögeday Han Alaeddin Keykubad’ın hükümdarlığının son yılına kadar genel bir taarruz emri vermemiştir.
Türkiye Selçuklu Devleti en parlak yıllarını I. Alaeddin Keykubad döneminde (1220 – 1237) yaşamıştır. Ne var ki bu yıllar aynı zamanda Anadolu’ya yönelebilecek bir Moğol istilası tehlikesinin ortaya çıktığı yıllardır. Alaeddin Keykubad, doğuda Moğol yayılmasının eninde sonunda Türkiye Selçuklu Devleti’ni de tehdit edeceğini görmüş, böyle bir istila girişimini karşılayabilmek için stratejik bir plan dâhilinde önlemler almıştır.
Birçok kaynakta, Moğolların Türkiye Selçuklu Devleti'nin hükümdarı Alaeddin Keykubad'dan çekindikleri için Anadolu'ya saldıramadıkları belirtilir. Alaeddin Keykubad'ın ölümünden sonra yerine geçen oğlu II. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında çıkan Babai Ayaklanması'nın güçlükle bastırılmasından ve Selçuklu ordusunun bu isyan sonucunda oldukça yıpranmasından cesaretlendikleri ileri sürülür.
1237 yılında henüz 16 yaşındaki tahta çıkan geç sultan II. Gıyaseddin Keyhüsrev, ne babası Alaeddin Keykubad gibi stratejik görüş sahibi, nede deneyimli, askerlikten anlayan bir sultan değildi. Bununla beraber eğlenceden başka bir şeyle ilgilenmeyen, devlet işlerini ciddiye almayan bir karakteri olduğu ileri sürülmekle beraber bazı kaynaklarda Kösedağ Savaşı’nın önceki akşamı sarhoş olduğu, muharebe günü dahi içmeye devam ettiği anlatılır. II. Gıyaseddin Keyhüsrev kendisinden önceki Sultanların aksine hiçbir savaşa katılmamış komutanlarını göndermiştir.
Yine, II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in devlet işlerine olan ilgisizliğinden yararlanan Sadeddin Köpek, tüm devlet yönetimini eline almıştır. Bu gücü sayesinde, devlet yönetiminde yer almış ve yeteneklerini kanıtlamış, Kemaleddin Kamyar, Şemseddin Altunaba, Hüsameddin Kaymeri ve Taceddin Pervane’nin de aralarında olduğu devlet adamlarını, kendi emellerine karşı engel oldukları için öldürtmüştür.
Birde bunların üstüne babası Alaeddin Keykubad’ın zehirlenmesinden onu sorumlu gören ikta askerleri ve Anadolu Ahileri arasında da II. Gıyaseddin Keyhüsrev’e karşı bir husumetin geliştiği görülmektedir. Bu husumet bir şekilde ortaya konulmuş olmalı ki Sultan ve Sadeddin Köpek, hiçte azımsanmayacak kadar ahiyi ve saltanata karşı olduklarını düşündükleri Türkmen'i öldürtmüş ve elebaşı olarak gördüklerini tutuklatmıştılar ki, bunların arasında Ahi Evran’da vardır.
İçeride bu karışıklıklar olurken dışarıda ise II. Gıyaseddin Keyhüsrev gibi beceriksiz bir sultanın tahta geçmesi ile devletinin sadece düşmanlarının gözünde değil, bağlı devletler ve müttefiklerinin gözünde de itibar kaybettiği görülmektedir. Kösedağ Savaşı öncesinde, büyük paralar ve araziler karşılığında, tabi ve müttefik devletlerden destek kuvvetler istendiği halde, yeterli desteği toplayamamıştır. 13 yıl önce Yassıçemen Savaşında Alaeddin Keykubad’a destek birlikleri gönderen civar devlet yöneticilerinin, Keyhüsrev’in yetersizliğinden ötürü güven duymadıkları ve savaşın sonucu konusunda da kuşkuları olduğu anlaşılmaktadır.
Tüm bunların yanı sıra Anadolu’nun doğusunda, Baba İlyas siyasi - dini önderliğinde, Baba İshak tarafından başlatılan ve yayılan Babai Ayaklanması’nın, bastırılmasında alınan başarısız sonuçlar, Türkmen – köylü kitlesinden oluşan bu düzensiz kuvvetler karşısında defalarca bozguna uğrayan ordunun, kuşkusuz devletin askeri plandaki acizliğini gösteriyordu.
Moğol İmparatorluğu’nun da bu başarısızlığı ve zafiyeti gözden kaçırması düşünülemezdi. Bir zamanlar Türkiye Selçuklu Devletinin kendisine tabi “il” olması Ögeday Han’a yeterli görünmüş ancak yaşanan gelişmelerden anlaşılan o ki büyük bir imparatorluk kurma peşindeki Han’da, Türkiye Selçuklu’yu bütünüyle tahakkümü altına alma ihtirası uyandırmıştır.
Türkiye Selçukluları üzerine saldırmak üzere fırsat kollamaya başlayan Baycu Noyan’ın komutasındaki 40 bin kişilik bir kuvvetle hedefi, Selçuklu Devleti’nin doğu sınırını koruyan Erzurum’dur. I. Alaeddin Keykubad zamanında onarılan kentin yüksek ve kalın surlarının yanı sıra kente çok sayıda silah ve erzak depolanarak doğudan gelecek saldırılarda Başkent Konya’ya ilerleyecek akınların önü kesilmiş olacaktı.
Ancak II. Gıyaseddin Keyhüsrev, babası gibi, Moğol akınlarının kaçınılmaz olduğunu görebilecek nede bunun için gerekli tedbirleri alabilecek bir sultan değildi. Garnizon komutanı Sinaneddin Yakut, Moğol ordusunun yaklaşmakta olduğu haberini alınca, savunma için gerekli düzenlemeleri yapmış ve payitahta bir haberci göndererek Babai Ayaklanması sonrasında zayıf düşen garnizonu kuvvetlendirmek için destek kuvvet istemiştir.
Şehri kuşatan ve mancınıklarla saldırı altına alan Moğol ordusuna karşı, Sinaneddin Yakut ve Hristiyan kuvvetler komutanı İstakus birlikte savunmaktadırlar. Payitahttan gönderilen destek kuvvetleri henüz Erzincan’dayken, kentin şahnesi Şerefeddin Duvini, Baycu Noyan’la, ailesinin ve akrabalarının canları bağışlanması koşuluyla anlaşmış ve 200 kişilik bir Moğol birliğini, savunması kendi sorumluluğunda olan burçtan kente almıştır. Bu ihanetle açılan surlardan şehre akın eden Moğollara karşı savunma başa çıkamamış ve şehir düşmüştür.
Devletin doğu sınırını koruyan güçlü surlarla çevrili ve bir garnizon bulunan Erzurum’un yıkımı, doğu sınır savunmasının kırılmış olduğu anlamına geliyordu, artık Moğol istilası önünde hiçbir direnek noktası kalmamıştır.
Tüm bunlara rağmen Sultan II. Gıyaseddin Keyhüsrev rahattır, “En az sayıda kölelerimi göndersem Moğolları sürerler” demektedir…
Sözün devamını haftaya bırakalım, bakalım Kösedağ’a doğru yol alırken karşımıza neler çıkacak, haftaya görüşmek umudu ile…
Kaynakça
Ahmet Kütük - Kösedağ Savaşı’nın Kaybedilmesinde II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in Kişiliği ve Uygulamalarının Rolü
Erkan Göksu, Kösedağ Savaşı (1243)
Salim Koca, Türkiye Selçuklu Tarihinin Akışını Değiştiren ve Anadolu’nun Kaderini Belirleyen Savaş: Kösedağ Bozgunu
Seyhun Şahin, Kösedağ Savaşında Selçuklu Ordusunda Gayrimüslimler
Züriye Çelik, Moğol İstilası ve Türkiye Selçuklu Devleti