MENDİLİM BENEK BENEK

Fatma Pekşen
Fatma Pekşen
MENDİLİM BENEK BENEK
09-11-2023

Destmal, destimal yani adına törenler düzenlenen mendil! Osmanlı döneminde ramazan ayının on beşinci gününde Topkapı Sarayı’nda destimal merasimi yapılırmış. Bu merasimin teferruatı Talha Uğurluel’in satırlarında şöyle anlatılıyor: “O zamanda yaşayan hayırseverlere, yoksulları doyuranlara, öğrencilere burs verenlere, okullar, hanlar, kervansaraylar yaptıranlara Topkapı Sarayı’ndan bir davetiye gönderilirdi, Ramazan’ın on beşinci günü Topkapı Sarayı’nda yapılan destimâl programına çağırılırlardı. Bu davetiyeyi alanlar memleketlerinden Saray’a, hacılığa umreye uğurlanır gibi uğurlanırlardı. Ramazan’ın on beşinci günü diğer davetlilerle beraber destimâl odasında toplanıyorlardı. Peygamberimiz’in hırkası altın sandıkla getiriliyordu, getirenler Enderun öğrencileriydi, bütün hizmeti onlar yapıyordu. Sandık salevât-ı şerifelerle açılıyor, içinden altın çekmece çıkıyor, sonra bu çekmece de açılıyor, içinden Peygamber Efendimiz (sav)’in Hırka-i Saadeti çıkarılıyordu ve sonra destimâl dediğimiz mendiller getiriliyor, o mendiller tek tek Efendimiz (sav)’in hırkasına dokunduruluyordu ve davet edilenlere hediye ediliyordu. Bu mendiller bir ömür boyu öpe koklaya saklanıyordu. Çocuklara, torunlara vasiyet ediliyordu: ‘Evlatlarım, ben bir gün vefat ettiğimde Peygamberimiz’in hırkasına dokundurulan bu mendili benim yüzüme kapatın ve beni öyle kefenleyip defnedin.’ Böyle vasiyet edildiği için mendillerin çoğu günümüze ulaşmamamıştır.”[1]

Destimal denilen mendillerin dört bir yanı yazılı olurmuş. Sarayda Enderunlular tarafından yıl boyunca tahta kalıplarla basılarak hazırlanan destimaller, Ramazan ayına kadar Hırka-i Saadet Dairesi'ndeki Destimâl Odası'nda muhafaza edilirmiş. Destimâllerin kenarlarında ise genellikle şu dörtlük yazılı olurmuş: "Hırka-i Fahr-i Rusül'e/ Atlas-ı çarh olamaz pây endâz/ Yüz sürüp zeyline takbil ederek/ Kıl Şefî'-i Ümem'e arz-ı niyâz." (Peygamberlerin öğüncüne gökyüzünün atlası ayak yaygısı olamaz. Eteğine yüz sürüp, ümmetlerin şefaatçisine niyazını arz et.) Bazı destimallerde ise "Hırka-i Fahr-i Rusül'e mesh olunmuş destimal/ Bûy-i feyz ihsan eder pîrâhen-i Yusuf misal." (Peygamberlerin öğüncüne mesholunmuş destimal. Yusuf'un (as) gömleği gibi feyiz kokusu ihsan eder.)

Gene Saray tarafından Ramazan ayında halka, dört yanı âyet yazılı, içi şeker dolu mendiller dağıtılırmış. Ki saraya gelen mühim misafirlere de içi hediye dolu mendil hediye etmek gelenektenmiş. Bu mendillere gül, menekşe, iğde gibi güzel kokulu esanslardan damlatmak, konukların da arada bir açıp koklamaları kibarlık olarak görülürmüş. Yüksek rütbeli devlet erkânına, sadrazama sakangur kumaştan yapılmış nadide mendiller hediye edilirmiş. İnce tülbende benzeyen sakangur, loğusa şerbeti, hediye gidecek yemiş sepeti gibi ikramlıkların üzerine de örtülürmüş. Bu mendiller harem dairesinde eğitime alınan genç kızlar tarafından gergeflerde işlenirmiş. Saraya alınan erzak ve malzemenin içinde hatırı sayılır miktarda tülbent ve mendillik kumaş da yer alırmış.

Gene o dönemlerde kışla ve hastanelere de mendil yardımı yapılırmış. Yaralılar ve yatılı hastalar için lazım olan bu mendillerle icap halinde küçük yaralar sarılır, pansumanlar yapılırmış. Bazı ışık almaması gereken göz hastalarının siyah veya lacivert mendil ile gözleri bağlanırmış.

Gene mendil konusunda, Umur-ı Mülkiye Nazırı Pertev Paşa’nın torunu olan Abdülaziz Bey, (1910’lu yıllar) Osmanlı toplumunun gündelik hayatı, âdet ve kültürü hakkında kaleme aldığı Osmanlı Âdet Merasim ve Tabirleri kitabında, bu küçük bez parçası hakkında şu bilgileri verir:

“Kibar erkeklerin kullandıkları el mendilleri genellikle beyaz veya uygun renkte bir zemin üzerine çiçek islenmiş olur. Diğer mendil cinsleri serkizkâri adıyla ün salmış yazma mendiller, elvan renk çiçekli yumuşak ipek Hind mendili, ekseriyetle halkın kullandığı kırmızı pazar mendili, düz beyaz ve uçları ipek veya kılabdan veya sırma işlemeli çevre, diğer adıyla yağlıklardan ibarettir. Eskiden çevrelerin en kıymetlileri Kaya Sultan ve Saray çevresi adıyla ün yapmış olanlarıydı.”

            İsmihan Kaya Sultan, IV. Murat’ın kızıdır. Melek Ahmet Paşa’nın eşi olan sultan, nakışçılığıyla da bilinir. Melek Ahmet Paşa ile yakınlığı bulunan Evliya Çelebi, seyahati esnasında, yanına uğradığı saygın kişilere, Kaya Sultan’ın yağlıklarından hediye eder. Oldukça beğenilen ve Çelebi tarafından “bukalemun” diye adlandırılan, dilden dile gezen altın işlemeli yağlıklar, genç yaşta vefat eden Sultan’ın adının unutulmamasını sağlar.

            Gene bir görüşe göre de sofrada kullanılan bu işlemeli peçete/yağlıkların ilk defa Sultan Süleyman’ın eşi Belkıs tarafından nakışlandığı söylenir.   

Büyücek ve sade olan matem mendilleri de adından anlaşılacağı üzere acılı günlerde gözyaşlarının hapsolunduğu, şişmiş gözlerin saklandığı bez parçasıdır. Yüze kapatılarak kullanılırlar. Kimi topluluklarda beyaz, kimilerinde ise siyah renkte olur matem mendilleri. Tıpkı matem günlerinde giyilen giysiler gibi. Ağırlıklı olarak siyah ve koyu renk giyilmesine karşılık, bazı Türk topluluklarında beyaz giymek, beyaz başörtüsü örtmek de matemin alameti olarak görülür. (Meselâ doğup büyüdüğüm ilçem Divriği’de, cenaze günlerinde bütün kadınlar beyaz tülbent örter, mendilleri ellerinde hazır bulunur. Günümüzde artık bütün odalara kâğıt peçeteler konulur olmuştur.)  

Yüze mendil veya peşkir kapatma Anadolulu nişanlı kızın baba evinden ayrılacağı günlerde uyguladığı âdetlerden biridir. Kına gecesine yakın ilk defa kaşları alınan genç kız, yeni haliyle baba, dede, amca, ağabey gibi evin erkeklerinin gözüne gözükmez istemez, hicap duyar.  

Eski dönem eşyalarından biri de enfiye mendilleridir. Bir takım kokulu bitki ve tütün, özel işlemlerden geçirilerek toz haline getirilir. Enfiye adı verilen bu tozun sağlığa iyi geldiği düşünülür. Kâğıttan gümüşe, altından kemiğe birçok maddeden yapılan küçük enfiye kutuları içinde muhafaza edilen bu toz, kullanıcılar tarafından minik miktarlarda burna çekilir. Beş on dakika sonra kuvvetli hapşırıklar oluşturan enfiye için büyücek mendillere ihtiyaç duyulur. Tahmin edileceği üzere, hapşırıklar neticesinde kumaşın cinsine göre Hind mendili, papaz mendili gibi adlar alan mendiller kullanılırdı.

Güngörmüş evlerde, hususiyetle büyükhanımlarda çok sayıda mendil bulundurulması âdettendir. Önceden elde dikilen, sonraları hazır olarak alınan mendiller, her zaman lazım olacak eşyalardandır. Bahşiş ve bayram mendillerindeki amaç karşıdaki kimseye, çocuğa verilecek hediyenin, harçlığın direkt olarak ele verilmemesi içindir. Bundaki maksat bir çeşit muhafaza, eski deyimle zarftır. Bayramlarda bekçinin davulcunun bahşişi de mendil içinde sunulur.

(Biz küçükken karne aldığımızda, bayramlarda hemen büyük halamızın elini öpmeye giderdik. Babaannemiz hayatta olmadığı için onu babaanne kabul eder, hürmet gösterir, sevincimizi onunla paylaşırdık.  O da sevinir, gözleri dolar dualar eder, sonra da mendil içinde harçlığımızı getirirdi.)   

Okul dönemlerinde yakalık, kurdele, mendil gibi öğrenciyi tanımlayan eşyalar, kırtasiye eksikleri alınırken alınan, olmazsa olmaz eşyalardandır. Mendiller sıra üstüne temizce yerleştirilip, tertemiz eller de mendillerin üstüne koyularak tırnak kontrolü yapılır. Erkek öğrenciler kare biçiminde katlarken, kızlar genelde üçgen şeklinde katlar.  

            “Menekşe, mendilin düşe, bizden size kim düşe?” nidalarıyla oynanan, mendil kapmaca, mendil yarıştırmaca diye bilinen, gözleri mendille sımsıkı bağlanan körebeler, rüya gibi geçen çocukluk dönemlerinin mendilli oyunlarından biridir.

            Gene, “Arabistan buğdayları, severler sevgileri, kız seni almaya geldim, halini sormaya geldim, çık dışarı, çık dışarı!” sesleri ve alkışlarıyla, halka olarak çömelmiş çocukların oynadığı eğlenceli bir başka oyunda da mendilin ucu düğümlenerek ebe seçilenin sırtına vurulur.

            “Ali bey hasta, çorbası tasta, mendili mavi, inadına kavi…” diye süren bir başka oyun daha vardır ki yurdun dört bir yanında kim bilir daha niceleri söylenmektedir.

            Mendilden sıçan yapan nineler olur bazen de. Adım attırmaz kış günlerinde içerde sıkılan torunları birkaç dakika da olsa oyalamanın yoludur bir bakıma. Aynı mendille gemi, bebek, uçurtma yapan da gene ninelerdir.

            Eskiyen mendiller atılmaz, işe yaramaya devam ederdi. Bahçe mahsulü sebze ve meyvelerin tohumları, çiçek tohumları bu mendillere çıkılanarak, kiler dolaplarının tereklerinde, sandık gözlerinde saklanırdı. Bugün bile metruk evlerde, yıllardır açılmayan dolaplarda ata yadigârı tohumlar, çürümüş mendiller içinde belki de gün yüzüne çıkmayı bekliyordur.  

            Basmadan dikilen tohum mendilleri olur bir de. Bohça da denebilecek bu mendillerde bahçeye, tarlaya serpilecek tohumlar saklanır. Eğer yer büyükse, tohumlar torba veya çuvallardaysa, bele bağlanan tohum önlüğüne doldurularak, dualarla ham toprağa serpilecektir.

            Usta öykücümüz Sait Faik Abasıyanık’ın İpekli Mendil adlı hüzünlü ve nefis bir hikâyesi vardır. Ki okunması icap eder.

Her ne kadar eski itibarını yitirse de günlük hayatta, duada bedduada, birçok yerde mendil kelimesi geçer. Mendil aça dilenesin, mendil kadar yer, mendilin kurumaya, çamaşırının içinde küçük mendil yıkamayasın (yani çocuk yüzü görmeyesin) bunlardan birkaçı.



[1] Gönül Kültür ve Medeniyet Dergisi. Kutsal Emanetler. Talha Uğurluel. 

DEVAMI YARIN

ÖNCEKİ YAZILARI
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?