Küçük kız, bilgenin dahi aklına gelmeyen götürme metodunu açıklarken minnacık ellerini açmış;
“Önce avuçlarıma soğuk külden koyacaksınız. Sonra da bu küllerin üzerine köz parçasını… Ben de onu ellerim yanmadan götüreceğim.”
*
Mangal demek ateş, köz, kor ve kül demek… Ama daha önce sıcaklığın güzelliği demek!
İlkokula gidiyorum. Kısa kış gündüzlerinin sonunda, karanlık basarken geliyorum okuldan. Elimde eldiven yok.
Aslında evde eldiven var ama geçirmiyorum ellerime. Çünkü tipini beğenmiyorum eldivenlerin. Sebebi komik.
Annem beş parmaklı eldiven örmeyi bilmiyor. Onun ördüğü eldivenlerde sadece başparmak için müstakil bir bölme var. Diğer dört parmak aynı bölüme sığmak zorunda. Bu da beni üzüyor. Çünkü arkadaşlarımın çoğunun eldivenleri beş parmaklı. Bence beş parmaklı eldivenin hali başka. O eldivenlerde beş parmağın beşi de hür. Ama benim eldivenimde sadece başparmağımın istediği kadar özgürlüğü var. Diğerleri bir hanede mahpus gibi. Anneme söyleyemiyorum.
Zavallı kadın ne yapsın yani. Eldivenimi hakiki kuzu yününden örmüş, o da yetmemiş laciverde boyamış, oğlumun elleri üşümesin diye emrime amade kılmış.
Onu kırmamak için evden çıkarken ellerime taktığım, okula girerken çıkarıp çantama ya da ceplerime koyduğum bile oluyor.
Pazar günleri İndimçıktım Yokuşu’nda kayarken elimden hiç eksik olmuyor ama. Çoğu kez daracık buz hattından çıkıp karların içine yuvarlandığımda ıslanıyor. Tiftik tiftik olmuş eldivenimin uç kısımları buz tutuyor. Bu haliyle elimi soğutuyor mu ısıtıyor mu bilmiyorum ama çıkarıp bir kenara da atmıyorum.