Fazla zengin değildik. Fakir olmadığımızı da söyleyebilirim. Komşularımız da biz de kestaneyi her zaman bulamazdık. Yılda bir iki bilemedin üç dört hadi biraz daha şanslı olduğumuz yıllarda beş altı sefer ancak buluştururduk mangalın közüyle.
Size bir şey söyleyeyim mi? Aslında arada sırada bulabilmek, istediğimiz zaman yememizden daha iyi olurdu. Özlerdik o güzelliği. Ağzımız sulanır, iştahımız kabarırdı.
“Ah be ahhh. Bir kestane olsa da yesek şu mangalın başında” dediğimiz günleri hatırlarım. Bir hafta bilemediniz iki hafta sonra babamın, o bize lezzet taşıyan oldukça büyük çizgili mendilinde evimizi teşrif ederdi. O mendilin içine bakmadan kestane olduğunu anlama kabiliyeti bendenizde oldukça gelişmişti.
Mangalın başında bazen misafirlerimiz de yerlerini alırdı. O zaman sohbet daha hoş, sıcaklık daha verimli, yenen içilenler daha lezzetli olurdu. Patates ve kestane ziyafeti her zaman olmasa da kahve mutlaka köpüğüyle telvesiyle sohbete renk katardı.
Kahve o zamanlar kahveydi canım. Şöyle kendine özgü rengiyle bakır cezve mangal közünün üstüne kurulunca zevkten dört köşe olurduk. Kahvenin ağır ağır, karıştırıla karıştırıla pişirileni ve köpüğünden altı görünmeyeni makbuldür tabi.
Kim bilir kaç sefer dinlemişimdir o meşhur hikâyeyi bu mangalın başında.
Bu gibi hikâyelerin bin bir çeşit anlatılışı vardır. Dilden dile gezerken bazen bazı cümleleri budanır. Bazı dillerde yeni kelimeler filizlenip eklenir. Bizim anlatacağımız da belki bir başka şeklidir.
Bunu komşumuz Ramiz Amca’dan çokça dinlemiştim. O zamanlar herkes sözün ustası. Hani zurnanın zırt dediği yerde üç nefes durup beklemesini bilen insanlar.
Kerli ferli bir adam eski zaman kahvehanelerinden birine uğramış. Gür sesiyle bir selam verdikten sonra geçmiş cama yakın bir yere oturmuş. Çırak ne arzu ettiğini sorunca;
“Şöyle okkalı bir kahve yap bana. Köpüğü bol olsun.” Demiş. Çırak uzaklaşırken ardından seslenmiş;
“Bahşişi bol alırsın.”
O zamanlar bahşiş müessesesi tam olarak çalışıyor. Sadece kahvehanelerde değil, her yerde tatbik ediliyor. Meselâ hamamda havlu getirenden, terlik düzeltene, berberde koltuktan kalkar kalkmaz üzerinizde kalan kılları fırçayla dökmeye çalışana kadar herkese bahşiş veriliyor. Hatta sıhhatler olsun diyen çırak bile nasibini alıyor.
Çırak ustasına, kerli ferli adamın okkalı kahve talebini iletmiş. Ocaktaki adam özene bezene yapmış kahveyi. Bakır cezvenin biçimli ağzından öyle bir ustalıkla dökmüş ki küçücük yaldızlı fincana, üzeri tamamen köpükle kaplanmış. Çırak da tabağına dökmeden iletmiş bol bahşiş beklediği müşteriye.
Adam kahveyi içmiş. Pala bıyıklarına bulaşan köpük artıklarını sağ elinin üst tarafıyla temizlemiş.
Gümüş kösteklerin zincirinin birbirine paralel dizildiği yeleğinin cebinden birkaç kuruş çıkarmış uzatmış çocuğa.
Çocuk şöyle bir bakmış. Bahşiş falan yok. Hatta kahvenin parası bile değil adamın verdiği;
“Kahve yemenden gelir yolları ırak,
Beş para yetmedi on para bırak”
Demiş dayanamayıp adamın yüzüne.
Adam da şair olmasa da şiir dinlemişlerden;
“Kahve yemenden gelir, yollara sapa,
DEVAMI YARIN
ÖNCEKİ YAZILARI
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?