MANGAL-MUTLULUĞUN SICAKLIĞI

Ahmet Mahir PEKŞEN
Ahmet Mahir PEKŞEN
 MANGAL-MUTLULUĞUN SICAKLIĞI
08-11-2023

Beş para yetmezse kahveni kapa.” Beyitini okumuş.
Ve sandalyesinden doğrularak kahveyi terk etmeye kalkarken, çırak, kaş göz işaretiyle ne oldu diye soran ustasına diyalogları anlatmış.
Usta bir çırağına bakmış bir kerli ferli adama ve şu sözleri mırıldanmış;
“Ehli keyfe keyf verir, kahvenin kaynaması,
Eşeği yoldan çıkarır, sıpanın oynaması.”
Ramiz Amcanın bu son cümlesinden sonra hepimiz ister istemez gülerdik.
Mangalımız iki taneydi.
Birisi babamın dükkân komşusu Hanifi Amcanın bilmem kaç milimlik saçtan yaptığı sıradan kara mangal, diğeri ise buram buram tarih tüten, çevresi bakır, içi ve sapı tunçtan antika mangal.
Antika mangal, kara saçtan yapılan mangala karşı kurum kurum kurulsa ve tepeden baksa da bizim için önemli değildi. Hem onun bir de suçu vardı. Suç onun muydu yoksa bizimdi de, “suç samur kürk olsa kimse üzerine almak istemez” atasözünün doğruluğunu isbat eder gibi üzerimizden mi atmıştık. Ağızsız dilsiz zavallı tunç şamdan mı yüklenmek zorunda kalmıştı.
En iyisi bu suçu şöyle bir masaya yatıralım ve sanık sandalyesindeki tunç mangalı ondan sonra mahkûm edelim.
Hava soğuk mu soğuk! Hani şu zemheri dediğimiz ayın içindeyiz. 21 Aralık’ta başlayıp şubat ayına kadar devam eden 40 günlük süre.
Eskilerin “Öyle soğuk ki taş çatlıyor” dediği günler.
Hani şu rüyasında Son Peygamberi görüp, “Şefaat ya resulallah” diyeceğine, heyecandan dili sürçüp “Seyehat Ya Resulallah” deyince duası kabul olup, neredeyse bütün dünyayı dolaşan, dolaşırken de her şehir, her yerleşim birimi hakkında tarihe notlar düşen meşhur seyyah Evliya Çelebinin, bu
soğuklarda “tu desen” buz olur toprağa iner, damdan dama çatıdan çatıya atlayan kediler karşı tarafa geçmeden donup yere düşer” diye anlattığı gibi.
Sıradan termometrelerin ölçmekte aciz kaldığı soğuklukların birinde hatırlı bir misafirimiz evimizi teşrif etmişti. Misafir demek güzellik demekti. Her şeyin en yenisinin, en güzelinin, en kalitelisinin sergilenmesi gerekirdi. Sactan yapılan kara mangalı, dış ocaklık denilen ve kışın işe çok yaramayan eşyanın istiflendiği yere mahkûm ettik. Tunçtan yapılmış ve hep antika gözüyle baktığımız parıl parıl gülümseyen mangalı getirdik.
Mangallar gururlanmak gibi kötü bir huya sahipler midir ve bu tunç mangal hangi duygular içindedir bilemem ama biz onu yeterinden fazla pohpohladık. Altına antika bir halı serdik. Babamın “Acem halısı” diye okşadığı, hakiki yününün kök boyalarla renklendirildiğini bildiğimiz güzel bir halıydı bu. Hani şu “rengine güvenen halılar güneşten korkmaz” diye tasvir edilenlerden olup, güneş ışığına meydan okuyanlardandı sanırım.
Mangala sobadan ateş çektik. Bu iş çocuklara verilmeyecek kadar önemli bir işti çünkü ucunda ölüm tehlikesi vardı. Sobada yanan her odunun ayrı bir huyu vardı. Mesela kavak ağacının odunu çabuk yanar hemencecik kül olurdu. Onu mecbur kalmazsak mangala almazdık bile. Çünkü kısa süre içinde tamamen un ufak kalır, bırakın odayı ve içindekileri kendi kendini ısıtmaktan bile aciz olurdu.
Çam odunu oldukça çok ısı verir, hızlı yanar, isi de bol olurdu. Onun için ona da mangal için fazla itibar etmezdik.
Mangala kurulmayı hak eden közler pelit ya da meşe dediğimiz ağacın odunlarına aitti. Onlar şimdinin taş kömürleri kadar dayanıklıydı neredeyse. Üzeri gri gri küllenir ama içindeki köz neredeyse sabaha kadar sizi ve yüreğinizi ısıtmaya devam ederdi.
Buna rağmen bunun közlerini de yine evlerin en yetkili, en güngörmüş devran sürmüş kişileri yapardı. Çünkü yanan odunu zamanından önce, alevi
üzerindeyken, hatta kor olsa bile mavi haleler varken çekerseniz, oradan çıkan gazlar odadakileri zehirler, dünyaya erken veda etmelerine sebep olabilirdi.
Odunun halini, korun dilini, közün karakterini bilmek gerekirdi bunu için.
Közün dilini bile anlamak lazımdı. Çünkü “Kararan Köz” misafire biraz da git ihtarı olurdu. Onun dilimizde bir de tekerlemesi vardı;
Tükendi söz
Karardı köz
Kalkın gidin siz
Yatacağız biz.
Bu ihtardan misafirin alınmaması için koru daima canlı tutmak, karartmamak gerekirdi.
Tabii ki karartmamak görevi çocuklardan önce büyüklerindi. Sobadan tunç mangala köz küreği ile bol miktarda kor çekti babam. Misafir kıymetliydi ve üşümemesi gerekirdi. Gerçekten de oda öyle güzel ısınmıştı ki, büyüklerin sohbeti ninni tesiri yapmış, köşelerde bir yerde uyuyasım gelmişti. Tam uykuya dalarken babamın,
“Eyvaah.” Sesiyle ayıldım.
Tunç mangalı tokatlar gibi aldı acem halısının üstünden ve kenara bir yere koydu alelacele. Olayı kavramıştım… Gururlu mangala lüzumundan fazla kor çekmiştik. Ama mangalın da bir hatası vardı ki, ayakları kısa, kor dolu haznesi yere yakındı. Bu yakınlık güneşe meydan okuyan halıyı mağlup etmiş, ışığa meydan okuyan renkli yünler ateşe mağlup olmuş, orta yeri yanarak delinmişti.
Evet, gözümüzde tunç mangal adeta hain durumuna düşmüştü. Görünümü onun kadar şatafatlı olmayan kara mangal geri getirilirken vakarını hiç bozmadı. Onun halı yakma gibi bir âdetini görmemiştik. Çünkü kara
demirden ayakları korun konduğu yeri yüksekte tutacak kadar uzundu. Sevdiğim bir başka yönü ise genişliğiydi.
DEVAMI YARIN

ÖNCEKİ YAZILARI
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?