BİR SEMPOZYUMUN ARDINDAN - MÜJGÂN ÜÇER ile ÇALIŞMAK

Fatma Pekşen
Fatma Pekşen
BİR SEMPOZYUMUN ARDINDAN - MÜJGÂN ÜÇER ile ÇALIŞMAK
14-06-2024

Kızımın adı Türkü

            Irlıyor şarkı türkü

            Hak bir güzellik vermiş

            Söyler Acem’i Türk’ü

 

Oyalar

            Oturmuş dut dibinde

            Yâr çevresin oyalar

            Yad yüzlere bakarsa

            Gözlerini oyalar

 

O’yumuş

            Uzaktan gölge gördüm

            Vardım baktım o’yumuş

            Terli keten göğneği

            Çitileyip o yumuş

            Sayın Üçer bir kuyumcu titizliğiyle binlerce dörtlüğü tarayıp, telkâri gibi örerek, mâniler hakkındaki bu ön tanıtımı yapmış olmasaydı, kitap kesinlikle eksik kalır, hiçbir anlam ifade etmezdi.

            Mâni Benim Ezberim

            (Sivas ve Çevresinden Mâniler)

            Müjgân Üçer-Fatma Pekşen-Murat Türkyılmaz

            Kitabevi Yayınları-2009 İstanbul

500 sf.

Aynı serinin içinde yer alan Sayın Üçer’in Anamın Aşı Tandırın Başı/Sivas Mutfağı adlı muazzam kitabında da kısmen bulunma imkânım oldu. Şöyle ki ilçe yemekleri hususunda çevremden derlemeler yaptım, daha önce çalışmış olduğumuz Divriği mutfağından alıntılarda yardımcı olmaya çalıştım. Ve her safhasında ayrı bir şey öğrendim. Önce kendi merkezimizden başlayarak Türk kültürünün inceliklerini gördüm. Asya içlerinden Balkanlara, Arap mutfağından Kıbrıs’a, azınlıklara dair nice ayrıntının derinliğine şahit oldum.

Türk mutfak kültürüne, diğer alanlara hizmet vermiş çok sayıda gönüllünün yayınladıkları eserlerden Müjgân Üçer’e de imzalı olarak gelenler olurdu. O kitaplardan da yararlanma şansım oldu. Bu isimlerinden birçoğuyla zaman içinde ben de tanıştım. Bana da kitap göndermeye başladılar. Her biri ayrı kaynak oldu. Tokat (2006) ve Sivas’ta (2007) yapılan lezzet festivalinde bulundum. Alanında isim yapmış kişilerden yüz yüze tanıştıklarım oldu, halen de sürüyor.

Sivas’ta yapılan yemek yarışmalarında birkaç kez, jüri başkanlığı yapan Müjgân Üçer ile diğer arkadaşlarla birlikte jüri üyeliği yaptık. Bu yarışmalarda da -kendi adıma söyleyeyim- çok şey öğrendik. Yarışma öncesinde jüri üyesi olarak biz de hazırlık yapardık. Geçmişten devraldığımız bu muazzam mirası, geleceğe ana hatlarıyla aktarmaktı bu yaptığımız. Hem bilgi sahibi oluyor, hem de yazıya aktararak unutulmamasını sağlıyorduk.

Üçüncü çalışmamız Aslan Burcundan Yükselen Selçuklu Kartalı: Divriği[1] kitabı, 2010 yılında Asitan Yayınları arasında yayınlandı. Selçukî izlerle bezeli Türk mutfak kültürünün canlı olarak yaşandığı, Mengücek Hanedanlığı hatırası, Asya esintili yemeklerin piştiği, bin türlü ayrıntıya sahip Divriği, daha geniş ele alınmalı, UNESCO tarafından dünya miras listesine alınan Ulu Camii ve Darüşşifa’yı bağrında barındıran kadim kentin, kendine has diğer ögeleri de tanıtılmalıydı.

Kuruluş yılı bilinmese de Divriği, Mengücekoğulları’na başkentlik yapmış, onların saltanatından sonra Şuhriler, Eratnaoğulları ve Memlüklülerce idare edilmiş, ileri karakol görevi yapmış, 1516’da Mercidabık Zaferi ile Osmanlı’ya bağlanmış bir şehirdi. Önce Vilayet-i Arap’a, sonra Tokat, Amasya ve Sivas’ı da içine alan Rum Beylerbeyliği’ne dahil edilmişti. Bu beylerbeyliğine bağlı olarak Darende’yi de kapsayan on iki nahiyeli sancak merkezi vazifesini de üstlenmiş, 1850’de Sivas sancağına bağlı kaymakamlık olmuştu. Cumhuriyet döneminde de Sivas’a bağlı ilçe merkezi olarak günümüze ulaşmıştı.

Dolayısıyla Divriği köklü bir kültüre sahipti. Bağlı olduğu Sivas ile benzeşen, benzeşmeyen sayısız geleneğe göreneğe sahipti. Mesela, başka yerlerde rastlanmayan Divriği’de “suyu selamlama” diye bir inanış vardı. Hıdırellez'de ya da başka zaman, gözlerine şifa umarak suya bakan kadınlar şöyle söylerler ve ardından salâvat getirirlerdi:

Selâmün aleyküm akan sular

            Aya güne bakan sular

            Ay gibi aydınsın

            Gün gibi zâhirsin

            Ölümüzü dirimizi pâk edensin

            Muhammed Mustafa'nın nurusun!

İlk kitabımızda ağırlıklı olarak mutfağa yer vermiştik. Bu kitapta ise sınırları daha da genişlettik; 190 sayfa farkla tamamladık. Kitabın birinci bölümünde yemeklere yer verdik, Rumeli muhacirlerinin lezzetlerine değindik. Soğuk ve sıcak çorbalar, yahni, sarma, dolma, et yemekleri, sakatatlar, köfteler, sebze yemekleri, yabani bitki yemekleri, turşular, reçel, şurup, şerbet, hoşaf, tatlı…

İkinci bölümde dini bayramlar ve özel günler, doğum, ölüm, sünnet, evlenme gibi hayatın geçiş dönemleri, mevsimlik bayramlar, kiler kültürü, kavurma yapma, avcılık ve av hayvanları, buğday, bulgur, un, ekmek, fırınlar, değirmenler, fırın ve tandır yapımı, süt ürünleri, çocuk beslenmesi, öğünler, hanlar, çarşılar, kahvehaneler, mutfak gereçleri, bakımı, temizliği, mutfak kültüründe taşlar, mutfak ve kiler düzeni, Divriği evleri ve sosyal hayat, kürsü ve kürsübaşı eğlencelikleri, bağ, bahçe, ağaç, çiçek, yabani bitki, tarla, sular, kuyular, hayvancılık, halk hekimliği ve bütün bunlara bağlı halk inançları yer alıyordu. 

Üçüncü bölümde ise sözlü kültür, yöresel sözcüklerin anlamı, atasözü, deyim, hayır duaları, beddualar, yeminler, masal, bilmece, tekerleme, mâni, ninni, Divriği türküleri, aile adları, köy adları bulunuyordu.

Dördüncü bölümü ise yazılı ve sözel kaynak, dizin ile fotoğraflar oluşturuyordu.

Aslan Burcundan Yükselen Selçuklu Kartalı: Divriği

Müjgân Üçer-Fatma Pekşen

Asitan Yayıncılık. Sivas 2010

502 sf.

Bu çalışmalar esnasında iki ayrı üslubun aynı metinde kaynaşarak okuyucuya düzgün biçimde sunulması icap ediyordu. Benim hikâye diline kayan anlatım tarzım, Müjgân hanımın daha kitabî ve ilmî tarzı ile bazen çelişse de nihayetinde ortak nokta bulunuyordu. Zaman zaman derleme sözlüğüne, zaman zaman da lügate başvurmamız gerekiyordu. Üçer, hiçbir noktayı oluruna bırakmıyor, gidilebilecek son noktaya kadar gidiyordu. Bulamadığımız bir kelime için, gereken araştırmaları yapıyor, olmazsa da bilen isimlere telefon açıyor, aslını öğrenene kadar işin ucunu kesinlikle bırakmıyordu. Mesela Aslan Burcundan Yükselen Selçuklu Kartalı: Divriği kitabında “çoban çoban, ne bu hoban?” şeklinde yer alan bir deyim vardı. Buradaki hoban kelimesinin anlamının “huban: suç kabahat” anlamına geldiğini öğrenene, metne ekleyene kadar, üzerinden tam bir ay geçmişti.

Yola hikâyeyle çıkmış birisi olarak, halk kültürüne doğru evrilmeye başlamam, Müjgân Üçer’in yönlendirmesiyle ivme kazanmış oldu. Ki bu benim için büyük bir kazançtı. El yordamıyla gittiğim güzergâha dizilen kıymetli taşları fark etmem ve bunları metinlerime yedirmeye başlamam, yazma sevdamı daha da ateşlendirdi. Türk ve dünya edebiyatında, halk kültüründen beslenerek edebi metinler ele alanların kalemlerinin hemen göze çarptığını fark ettim. Kendi tespitimle, bunların kalemin cilâsı olduğuna hükmettim.

Büyüklerimiz her zaman, “Allah iyilerle karşılaştırsın” derler. İyi ki Sayın Üçer ile karşılaşmışım. Mimari, halk ozanları ve giysileri dışında, Divriği merkezli mutfak kültürü, gelenek, görenek ve buna bağlı gelişen halk inançları hiç çalışılmamıştı. İyi ki bu alana el atmışız, tez çalışmalarına, öğrenci ödevlerine veri sunmuşuz. Gene çeşitli kaynaklarda bölük pörçük olarak yayınlanmış olan mânileri ciddi bir biçimde, eli yüzü düzgün olarak kayıt altına almışız.

Bütün işleri ciddiyetle yapan, yazılarında ise bunu titizlik derecesine getiren Üçer, kelimelerin anlamlarına, bitkilerin Latince adlarına ayrı bir önem gösterirdi. Hafızası ve pırıl pırıl dimağıyla, yanlış gördüğü hususları, karşısındakini kırmadan, uygun kelimeleri seçerek ikaz edip düzelttirir, “ne söylediğin değil, nasıl söylediğin önemlidir” düsturuyla hareket ederdi. Kişiliğinde ışık gördüğü kimseleri yeteneğine göre yönlendirirdi. Ezberi çok kuvvetliydi; şiir, mâni, atasözü, deyim gibi sözlü kültürümüzün incilerini yerine göre sık sık kullanırdı. Herhangi bir hususta bilgisine başvuranlara yardımcı olur, ayaklı ansiklopedi diyeceğim biçimde, aradığı şeyi neredeyse sayfası sayfasına bulup ortaya çıkarırdı.

Müjgân abla, her durumu ile öğreticiydi. Disiplin, titizlik, arşiv edinme, sabır, zamanı dikkatli kullanma gibi özellikler, bu mektepte hücrelerime kadar işledi. Sayın Üçer’in evlat halini, eş halini, kardeş halini, anne, kayınvalide, babaanne ve anneanne hallerini de bu esnada gördüm. Herkese ayrı ayrı itina ile davranır, o da yetmez, susmak bilmeyen telefonlara nezaketle cevap verir, sıkıntıya düşen, imdat diyen herkesi anne şefkatiyle ayrı ayrı kollardı.     

Şehir bürokrasisinin başvurduğu yegâne kaynaktı. Vilâyet’ten, Belediye’den, İl Kültür Müdürlüğü’nden, Üniversite’den, şehir dergilerinden ve diğerlerinden başvuranların hepsine derman olmaya çalışır, kiminde direkt olarak kendisi yardımcı olur, kiminde de adres gösterirdi.

Konuşması gereken telefonlara cevap verirken, ben de içine düştüğüm hazinenin tadını çıkarır, incitmemeye çalışarak kitapları incelerdim. Bazen de kitapları okumak için alıp eve götürür, işi bitince de teslim ederdim. Pek çok eseri bu sayede Üçer’lerden okumuşumdur.

Ekseriyetle çalışma odasında olurduk. Bu çalışmalar esnasında rahmetli babasından sık sık söz ederdi. Müjgân Cumbur, Necla Pekolcay, Sâmihâ Ayverdi gibi kıymetli isimler sanki bizimle birlikte aynı odada yer alırlardı. Zaten Müjgân Üçer’in İstanbul Eczacılık Fakültesi’nden hocası Ord. Prof. A. Süheyl Ünver, hep yanı başımızda bulunurdu. Daha öğrenciliğini noktalamadan Sivas’ı, hassaten Gökmedrese’yi ödev olarak verdiği için, Sayın Üçer bu vazifeyi asla unutmaz, sık sık Ünver’i anardı. Öğrenciliği esnasında Süheyl Ünver’in ilk verdiği vazifeyi, hem folklorik, hem tıbbi bir araştırma olan “Üzerlik”[2] bitkisini anlattığı yazısını, hocası çok beğenmiş, sonraki yıllarda da verdiği vazifeleri eksiksiz yerine getirdiği için takdirlerini sunmaktan da çekinmemişti. Hocasına olan bağlılığından ötürü Müjgân Üçer de Tahsin Temel ve Pelin adında iki çocuğu varken, üçüncüsüne Ahmet Süheyl ismini verip, gönül bağını daha kuvvetlendirmişti.

Sayın Üçer’in tasavvuf tarafının güçlü, gönül gözünün açık olduğuna defalarca şahit olmuşumdur. Sivas’ın türbelerinden diğer tarihi yapılarına kadar her birinde ayrı ayrı emeği vardır. Onarımından kitabelerini okutmaya, hakkında tanıtım yazıları yazmaktan önlerine tabela koydurtmaya kadar her sorunlarına eğilmiştir. Yitik aşı ve sadaka taşı bunlardan biridir.

Panel, seminer, sergi açılışı gibi sosyal buluşmalarda da zaman zaman beraber olduk. Bir ilçe çocuğu olarak bu buluşmalar ufkumu açar, yeni insanlar, yeni konular tanırdım. Üçer’in hem dinleyici halini, hem de konuşmacı halini görürdüm. Hiç unutmuyorum, gene böylesi bir toplantı için kalabalık bir davetli grubu ile Buruciye Medresesi’ne giriyorduk. Tam ana kapıdan içeri girilirken, Sivaslı ediplerimizden Yavuz Bülent Bakiler ile birbirlerine giriş önceliği gösterdiler. Bakiler, “ben sizden yaşça büyüğüm ama siz benden başça büyüksünüz Müjgân hanım” dedi ve “Memleketine bu kadar hizmet yapan insanın eli öpülür” diye, çekip Müjgân hanımın elini öptü.

Sivaslı olsun veya olmasın, kendisini tanıyanlar, dopdolu bir insan olan Müjgân Üçer’e hayran olurlar, bunu da gizlemezlerdi. “Heykeli yapılacak kadın, keşke her şehre bir Müjgân Üçer düşse” derlerdi. 

Bu yazıyı kaleme alırken, kendisine 70. Yaş Armağanı[3] olarak hazırlanan kapsamlı kitaba da tekrar göz atma şansım oldu. Orada yazı yazan kıymetli şahısların kendisine “Sivaslı Karınca, Ayaklı Kütüphane, Kültür Tarihçisi, Sivaslı Bir Osmanlı Kadın, Altıncı Şehrin Altın Arayıcısı, Türk Halk Kültürü’nün Seçkin Emekçisi, Sivas’ın Kadınefendisi” şeklinde hitap ettiklerini gördüm.  Ki bu yakıştırmaların hepsi de Üçer’in kişiliğine, üstün çalışmalarına, asaletine, yeteneğine, edebine uygundur.

2000 yılında Sivas’ta Tarihi Türk Evleri Kongresi yapılmıştı. İki gün süren kongrenin Divriği ayağında, grup halinde konaklar ve diğer tarihi eserler gezilmişti. Bu gezi esnasında dönemin belediye başkanı, Av. Mehmet Güresinli, “Divriği’de üç kale var. Divriği Kalesi, Kesdoğan Kalesi ve Müjgân Üçer Kalesi” demiş, Üçer’in Türk kültürüne gösterdiği emeklere minnetini belirtmişti.      

Atasözleri, deyimler günlük konuşma dilinin bir parçasıydı; duyduğunu not etmeyi asla ihmal etmiyordu. “Beduh”, “Ya Kebikeç”, “âlim unutmuş, kalem unutmamış”, “saatsiz ev ıssız, mangalsız ev öksüz”, “çocuğu ne okutur; çocuğu hevesi, anasının tavası, babasının kesesi, hocasının nefesi okutur”, “ağartı yerim, göğerti yerim; Lokman’dan bana ne?” gibi sözleri ve daha pek çoğu o zamandan kulağımda kalmıştır. “Medeniyetin üç M’si vardır. Mutfak, mimari ve musiki” de bunlardan biridir; sık sık kullanırım.

Yaptığımız telefon görüşmelerinde dahi öğreticiliğini sürdürürdü. Belki kendisi farkında değildi ama ben bunu böyle hissederdim. Birçok arkadaşım gibi ben de ağzından çıkan sözlerden hisse kapmaya çalışırdım.

Ev sahibi olduğu halini gördüğüm kadar, misafir olduğu halini de görmüştüm.  Görüştüğü arkadaş grubuna da birçok kere katılmıştım. Bu buluşmalar kültür ve ilim buluşması biçimindeydi. Ev sahibinin hazırladığı çayın katığı, yeni çıkan kitaplar, bazen bir gazete kupürü, bazen bir şiir, bazen çıkılmış olan bir seyahatin anlatımı olurdu. Herkesin elinde bir not defteri bulunur, atasözü, deyim, dua, kitap ismi, yazar ismi gibi önemli bulunan noktalar not alınırdı. Bir sonraki toplantıya konu belirlenir, ona hazırlık yapılıp öyle gidilirdi.

Bu hâle etrafında toplanmış arkadaşlarım adına şunu söylüyorum; yaktığı ateşle Sivaslıların gönüllerini tutuşturan Müjgân ablamız her daim hayırla yâd edilecek, bıraktığı eserleriyle ebediyen yaşayacaktır.      

1940 Sivas doğumlu olan Müjgân Üçer, ilk öğrenimini Eskişehir’de, orta öğrenimini Adapazarı’nda, yüksek öğrenimini de İstanbul Eczacılık Fakültesi’nde tamamlayarak Sivas’ta göreve başlamıştır. Altı yıl TCDD Eczanesi’nde, 35 yıl kendi kurduğu Derman Eczanesi’nde, sonrasında da bir ilaç deposunda sorumlu müdür olarak görevini sürdürmüştür. Edebiyat öğretmeni, merhum Doğan Üçer ile evliliğinden üç evladı olmuştur; dört de torunu bulunmaktadır.

Eserleri:

  1. Sivas Halk Mutfağı. Sivas 1992
  2. M. Mesut Hocaoğlu, Hayatı ve Şiirlerinden Seçmeler. İstanbul 1993
  3. Nâmeler, Emekli Muallim Feyzullah Demiray’ın Hayatı, Şiirleri. Ankara 1996
  4. Atalar Sözü Yerde Kalmaz, Sivas’ta Sözlü Gelenek, İstanbul1998
  5. Divriği’de Mutfak Kültürü, (Fatma Pekşen ile), Sivas 2001  
  6. Anamın Aşı Tandırın Başı, Sivas Merkez ve İlçelerinin Mutfağı, İstanbul 2006
  7. Göldağı’nın Güldestesi Arapgir, (Suna Ertekin Akkaya ile) Sivas 2008
  8. Mâni Benim Ezberim, Sivas ve Çevresinden Mâniler, (Fatma Pekşen-Murat Türkyılmaz ile) İstanbul 2009
  9. Aslan Burcundan Yükselen Selçuklu Kartalı: Divriği, (Fatma Pekşen ile) Sivas 2010
  10. Müjgân Üçer’e 70. Yaş Armağanı. İstanbul 2011
  11. Güldeste-i Sivas 1. Sivas 2017
  12. Güldeste-i Sivas 2. Sivas 2017
  13. Hayat Ağacı, (Süheyl Ünver Atölyesi Yorumuyla) Ankara 2019
  14. Eşik-Beşik-Keşik. Sivas’ta Doğum, Evlenme, Ölüm. İstanbul 2020 

Ve 400 küsur makale, çok sayıda bildiri, aldığı sayısız teşekkür ve ödülle asıl mesleği eczacılığı paralel yürüten Üçer’in Türk kültürüne hizmeti, tahmin edileceği üzere Sivas ile sınırlı değildir. 

Üç yıl Sivas Lisesi’nde biyoloji dersi veren, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi’nde 1981 ve 1997 tarihleri arasında Tıp Tarihi ve Deontoloji dersi okutan, çalışmalarından dolayı Cumhuriyet Üniversitesi tarafından 2013 yılında doktor unvanı verilen, folklor, halk bilimi, sanat tarihi, tıp tarihi, hayatın her noktasına kadar, Sivas için yazılacak ne varsa hepsiyle ilgilenen, Türkiye genelinde birçok dergide yazıları yayınlanan Müjgân Üçer’e ülkece minnet borçluyuz.

Tarla, Revak, Kızılırmak, Sivas Kültür, Lale, Milli Kültür, Halay, Eflatun, Altıncı Şehir, Erciyes, Bizim Külliye, Yedi İklim, Gözyaşı, Sühan, Skylife, Söz Şehri, Sivas Folkloru, Türk Folkloru ve Hayat Ağacı Dergisi yazdığı dergilerin bazılarıdır.

“O yazmasa yazılmazdı” diyen kültür araştırmacılarının her zaman övgüyle, gıptayla söz ettikleri Üçer’le tanışma, hâlleşme bahtiyarlığına erdiğim için kendimi şanslı hissediyorum. Okuması her kula nasip olmayan Müjgân Üçer mektebinden mezun olur muyum bilemem ama kendime kattıklarımla donandığımı, gönendiğimi hissediyorum.

Âşığı olduğu Sivas’ı, katıksız bir sevgiyle Türkiye’yi kucaklayan Sayın Üçer için Sivas’ta sempozyum yapılması fikrini ortaya atan bir başka değerimiz Sayın Doğan Kaya’ya ise hassaten teşekkürlerimi sunuyorum.

Katılımcıların itinayla hazırlandıkları, zaman darlığı yüzünden kısa tutulmak zorunda kalınan sempozyum gene de başarılıydı. Farklı illerden gelen değerli isimlerin yanı sıra, Sivas’ın bu işe yüreğini koymuş meraklıları, öğrencileri karnelerine yeni bir başarı notu eklemiş oldular. İnşallah, benzeri programlar tekrar eder; hem Üçer’i, hem şehrimizin diğer değerlerini de böylece tanır, öğreniriz.   

Hülasa Müjgân Üçer denilince, benim aklıma direkt olarak çalışma odası ve disiplinli bir duruş geliyor. Her hali ve her tavrıyla öğretici olan, kadim yurdumuzun Bilge Hatunu’na kendim ve ülkem adına minnetlerimi sunup afiyet diliyorum. Bu emsalsiz sempozyuma emek çekenlerin cümlesine de teşekkürlerimi sunuyorum.

*                                            

            İNCİLER

“Siz iki başlı, iki boyutlu; hem halk kültürü yazıyorsunuz, hem ilmi yazıyorsunuz” Kutlu Özen.

“Biz şifahi bir milletiz, konuşuyoruz fakat yazmıyoruz. Yazın! Yazmak yakalamaktır.” A. Süheyl Ünver.

“Objektifinizi neye ayarlarsanız onu görüyorsunuz. Benim objektifim Sivas’a ayarlıydı.” Müjgân Üçer.

“Yazmak yaşamaktır. Aslında yazmak öğrenmektir, öğrenmek yaşamaktır.” Müjgân Üçer.

“Üçer, kendi halkevini kendi evinde kuran, araştırmalarını geniş bir yöreye odaklayan vefalı bir emektardır.” Necdet Sakaoğlu.

“Çalışmak günü kısaltır, ömrü uzatır.” Müjgân Üçer.

“Derman Eczanesi hem bir şifa ocağı, hem de kültür evi gibiydi.” Seniha Yalçın.

“Halk kültürü Müjgân Üçer’in temel çalışma alanıdır. Milli kültürün halk kültürüyle beslendiğine, kaynağını halk kültüründen aldığına inanır, bu nedenle yereli milliye, milliyi evrensele taşıyan bir çizgi takip eder.” Seniha Yalçın.

“Bir milletin iki ordusu vardır: Asker ordusu, kültür ordusu. Asker ordusu vatanın hayatını kurtaran ordudur. Kültür ordusu, vatanın geleceğini kuran ordudur. Bu iki ordu çok mühimdir. Ben derim ki; milletin kültür ordusu, asker ordusundan daha çok önemlidir. Çünkü kültür ordusu asker ordusuna vatanı neden çok sevmek gerektiğini, vatan uğruna canını ve kanını vermek gerektiğini anlatan ordudur. Bir milletin kültür ordusu yeteri kadar kuvvetli olmazsa, asker ordusunun savaş alanlarında kazandığını, kültür ordusu barış masalarında kaybeder.” Atatürk

Kaynakça

1-Üçer, Müjgân- Pekşen, Fatma. Divriği’de Mutfak Kültürü. Sivas Hizmet Vakfı Yayınları/Sivas Valiliği. Devran Matbaacılık. Sivas, 2001.

2- Sakaoğlu, Necdet. Divriği’de Mutfak Kültürü, Toplumsal Tarih Dergisi. Sf:62-63. İstanbul 2002

3-Üçer, Müjgân- Pekşen, Fatma- Türkyılmaz Murat. Mâni Benim Ezberim (Sivas ve Çevresinden Mâniler). Kitabevi Yayınları. İstanbul, 2009.

4-Üçer, Müjgân-Pekşen, Fatma.  Aslan Burcundan Yükselen Selçuklu Kartalı: Divriği. Asitan Yayıncılık. Sivas, 2010.

5-Şener, Tekin-Erdoğan Mehmet Ali. Müjgân Üçer’e Armağan. Kitabevi Yayınları. İstanbul, 2011

7-Haziran-2024



[1] Üçer, Müjgân- Pekşen, Fatma. Aslanburcu’ndan Yükselen Selçuklu Kartalı: Divriği. Asitan Yayınları. Sivas, 2010.

[2] Üçer, Müjgân. Üzerlik. Eczacılık Bülteni. 1962, İstanbul/Sivas Folkloru Dergisi. 1973, Sivas

[3]Şener, Tekin-Erdoğan Mehmet Ali. Müjgân Üçer’e Armağan. Kitabevi Yayınları. İstanbul, 2011

ÖNCEKİ YAZILARI
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?