“Okuyan, yazan, düşünen bir millet olmalıyız”

Adnan YILMAZ
Adnan YILMAZ
“Okuyan, yazan, düşünen bir millet olmalıyız”
30-06-2024

İslam âleminin yüz akı, Türk Milletinin Medarı iftiharı merhum Prof. Dr. Fuat Sezgin Hocamızın,ardından”

 

“Okuyan, yazan, düşünen bir millet olmalıyız”

Prof. Dr. Fuat Sezgin

Değerli Dostlar!

Bildiğiniz üzere; İslam âleminin yüz akı, aziz milletimizin medarı iftiharı merhum Fuat Sezgin hocamızı, 30 Haziran 2018 tarihinde sonsuzluğa uğurladık.

Ahirete irtihalinin, altıncı seneyi devriyesinde, bu vesile ile, Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatıyla Prof. Dr. Fuat Sezgin yılı olarak ilan edilen 2019 yılında “Bilim Tarihi Dostu Prof. Dr. Fuat Sezgin” ismiyle hazırlayıp, 03.01.2019 tarihinde yayınlanan “Bilimler Tarihi Dostu Prof. Dr. Fuat Sezgin “adlı kitap çalışmamızdan özet sunmak isterim.

Müze, Müzede Bulunan Aletler ve Bunların Yapımı

Frankfurt`ta da İslam-Bilim ve Teknoloji Müzesi`ni hayata geçirir. Bunu yaparken de İslam Bilimler Tarihi`nin bilimler tarihindeki yerini gerçeğe yakın bir şekilde göstermektir. Müslümanların icat etmiş oldukları aletleri ortaya çıkararak insanlara tanıtmak, bilinmeyen aletleri gün yüzüne çıkarmak ve bunları müzelerde sergilemek. İslam bilim aletlerini kitaplardan modeller halinde insanlara tanıtma gayreti ilk olarak benimle başlamış değil dese de o bugün kurduğu müzelerle, yaptığı araştırmalarla bu alanda hocaların hocası olmuştur.

Sekiz yüze yakın alet yapmıştır. Hâlbuki ilk hedefinde yirmi alet yapabilmek vardır. İstanbul Gülhane Parkı'ndaki İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesinde ise sergilenen eserlerden, 140 eserin büyük bir kısmının orijinal olduğunu, eser sayısının, kısa süre sonra 800'ü bulacağını açıklıyor. Açılan müzede; astronomi, coğrafya, deniz bilimleri, saat teknolojisi, geometri, optik, tıp, kimya, maden, fizik ve mekanik, savaş teknolojisi ve mimarlık dallarında eserler ve aletler sergileniyor. Bu müzenin açılması bilim tarihi açısından son derece önemlidir. Çünkü özellikle Müslüman bilim adamlarının bilim tarihine katkısını çok somut bir şekilde ortaya koyan bir müzedir.

Fuat Sezgin, Almanya'daki Enstitüde yaptığı olağanüstü çalışmalarını şöyle anlatıyor:

“Bugün bu enstitüde 800’den fazla alet var.. Yavaş yavaş öğreniyordum, bunu da söylemeliyim. Yani bütün bunları, Arapça, Farsça, Türkçe yazmalardan çıkardım. Bunların, Latince ve İspanyolca tercümelerini çıkardım. Benden önce bu konuda çalışan oryantalistler olmuş. Onlarda bu konuda araştırmalar yapmışlar.

Mesela Prof. Dr. Wiedemann diye büyük Alman âlimi vardır. Bu adamcağız, tam elli sene İslam bilimler tarihi ile uğraştı. Birçok aletleri, o da yazmalardan buldu. Hatta ilk alet taklidine başlayan kişi, Wiedemann'dır. Bu aletlerden bir kısmını, İspanya'da, büyük bir kısmını da Almanya'da yaptırıyordum. Bizim bir atölyemiz var. Aletlerin bir kısmının parçalarını, atölyede yapıyoruz. Birçok parçalarını da Mısır'da yaptırıyoruz, burada birleştirip tamamlıyoruz.

Her aletin yapımının, kendine mahsus bir hikâyesi vardır. Mesela bazı saatler var. Takiyyüddin denen bir Osmanlı bilgini vardı. On tane saati tarif eden bir kitap yazmış. Onların ikisini yapmaya gayret ettik. Bunu Türkiye'de, İspanya'da, Hollanda'da, Almanya'da, Mısır'da herkese sordum. Hiç kimse yapamadı. Sonra Bremen şehrinde, saatçilikten, profesörlüğe girmiş olan bir astronomi profesörü vardı, ona yaptırdım.

Sabit yıldızlar gök haritasını, bin yıllarında yazılmış bir yazmaya dayanarak yaptık. Çok zordu. Bütün yıldızların bir koordinatları vardır. Bu koordinatları, Kahire'de bir türlü tam veremediler. Astronomi tarihi ile uğraşan, Bremen'de bir Alman bilgini vardı. Ona götürdüm. Biz bir küre yaptık. Küreyi ona gönderdim. Kurşun kalem ile bu resimleri çizerek yıldızların yerlerini belirtti. Bunu alıp, Kahire'ye götürdüm. Ondan sonra bunu işlediler.

Bundan 23-24 sene evveldi. 9.yüzyılın başında,

Halife Me'mun'un yaptırdığı bir harita vardı.

Onu, Topkapı Sarayı'nda bulunan bir ansiklopedide keşfettim. Me'mun'un haritası, benim buluşlarımın en önemlisi. Bu haritaya dayanarak, kitabımın coğrafya cildini yazmaya başladım. Coğrafya cildini yazarken, ben de herkes gibi, elimizde olan bütün haritaların, Avrupalılar tarafından yapıldığını zannediyordum. Tamamıyla bir karanlık içerisindeydim. Fakat İslam coğrafya tarihi üzerinde çalışmam, 10. yüzyıla uzanınca, benim dünyam değişmeye başladı. Yavaş, yavaş baktım ki Müslümanlar, matematik coğrafyayı kurmuşlar. Matematik coğrafya nedir? Dünya haritasının, matematik esaslara; enlem ve boylam derecelerine dayanarak haritalandırılmasıdır.

Dördüncü cilde, bilimler tarihi açısından önemli bir sonuç vardır. O da Amerika kıtasının, Müslümanlar tarafından keşfedilmiş olması. Müslümanlar tarafından Dünya haritasının yapıldığı ve bu haritaya dayanarak Christophe Colomb'un, Amerika'ya değil, Asya'ya ulaşmak istediği gerçeğine ulaştım.”

Bilim Adamı ve Yabancı Dil Meselesi

Basında Prof. Dr. Fuat Sezgin’in 27 dil bildiğine dair haberler çıkmaktadır. Hâlbuki o Sefer Turan’ın dil ile ilgili sorularına şöyle cevaplar veriyor:

“Mübalağa ediyorlar. Bu kitabı yazmak için bilimler tarihinde birçok eski dili bilmem lazım, Avrupalı etütleri okumam lazım. Zaruri bulduğum zaman hemen bir dili Öğrenmeye çalışıyorum; mesela coğrafya ciltlerini yazmaya başladığımda baktım Rusça’sız olmaz. Rusça öğrenmeye karar verdim, gittim Rusya’ya.”

Bir bilim tarihçisinin en az kaç dil bilmesi lazım, sorusunu da şöyle cevaplandır:

“O bir adamın gayretine bağlı, kapasitesine bağlı. Dil öğrenmek bazen zordur bazen kolaydır.”

Hayatın Sırrı İnançtadır, İnancınız Varsa Çok Şeyler Başarırsınız.

İstanbul Üniversitesi'nin fahri doktora beratı takdiminde Prof. Dr. Fuat Sezgin, başarısının sırrını inancına bağlıyor ve şöyle diyor: İslam bilimleri tarihini yazmak için o alanda yazılı bütün Avrupa dillerini bilmen lazım. Hepsini öğreniyordum. Mühim olan irade meselesidir. Ben bunu yapacağım, diyeceksiniz. O kararınızda kalacaksınız.

Benim bütün hayatım bundan ibaret.

Bir enstitü kurmaya karar verdim. Türk genci olarak bir enstitü kuruyorum kolay bir şey değildi. Üniversitede mücadele ediyordum ben bir müze kurdum, enstitü kurdum. Eğer arkanızda inancınız varsa o sizi yapıcı olmaya itiyorsa çok şeyler başarırsınız. Benim hayatımın sırrı budur.

Bir valizle gitmek zorunda kaldığı yurt dışında, aynı alanda çalışan oryantalistlerin kıskançlıkları ile karşı karşıya kaldığını ancak yaşadığı zorluklar karşısında asla pes etmediğini dile getiren Prof. Dr. Sezgin, ben şuna inanmıştım artık. “Tüm musibetler karşısında sadece Allah'a inanacaksın, başka hiçbir şeye değil” diyor.

Din ve Ahlak, Geriliğin Sebebi Olamaz

Fuat Sezgin’in gençliğe ve bütün insanlığa tav- siyesi; züht gibi yaşamak, sabrun cemil ve Allah korkusudur. Masa başında oturmak ve okumak... Gerçek bir züht gibi yaşamaya çaba gösteren Fuat Sezgin, dünyanın nimetlerinden feragat edebilmeyi kendisine şiar edinmiştir. Otuz yıldan beri evden çıkarken çantasına küçük bir ekmek parçası koyup, enstitüye gidiyor, orada da dolabındaki peynirden, yağsız reçeli ekmeğine katık yaparak yaşı- yormuş.

“İki günü birbirine eşit olan ziyandadır,” hadis-i şerifi doğrultusunda hayatını biçimlendiriyor, Müslümanların bunu kâfi derecede göz önüne getirmesi gerektiğini söylüyor, bunu da tekâmül kanunu olarak tanımlıyordu.

Aşağılık duygusundan kurtulmak gerektiğini ancak asla gereksiz bir üstünlük hissine kapılmamayı söyleyen Fuat Sezgin, sekiz yüz yıl insanlığa bir medeniyet armağan eden insanları tanımak lazım diyordu.

Türkiye’nin İslam medeniyetinin en güçlü ülkesi olduğunu, İslam dünyasında karşısında böyle bir vasfı olan Türkiye’nin yaratıcılık konumunu yeniden yakalaması gerektiğini söylüyordu.

İstanbul Gülhane`de açılan müzenin haberini yapan Cumhuriyet gazetesinin haberi Din geriliğimizin sebebi değildir, biçiminde vermesine bilhassa değinen Fuat Sezgin, bunu Cumhuriyet`e söyletebilmiş olmaktan dolayı şükrediyordu.

Türkler ve Müslümanların maddeye aşırı bir yönelme içerisinde olmalarından mustarip olan Fuat Sezgin, maddeye ulaşmak için ahlaktan ödün verilmemesi gerektiğine işaret ediyordu.

Kur’an ve Müslümanlar

Şöyle diyor Sezgin: Kur’an’da birçok ayet vardır “Dünyayı geziniz, tanıyınız” diye. Ama ben konuşmalarıma hiçbir zaman Kur’an’ı karıştırmıyorum. Bazı Müslümanlarda şöyle bir temayül var: Müslümanların yaptıkları keşifleri Kur’an’da bulmaya çalışıyorlar. Çünkü Kur’an ilahî bir kitaptır, hedefi başkadır. İnsanlara yeni bir yol getirmiştir. Muvaffak olmuştur da... Ben bunu böyle kabul ediyorum.

Bir “el kitabı” değildir Kur’an. Veya bir ansiklopedi değildir. Onu söylemek isterim size. Kataloğumun 1. cildinin 3. Safhasında George Sarton denen büyük bir bilim adamından bahis var.

Bir bilim tarihçisi. Ben sadece İslami bilimler tarihini yazıyorum. Bu adam, bütün kültür dünyalarının bilim tarihlerini yazacak kadar cesur bir adam. Çok hürmet duyduğum insanlardan biri.

Oryantalistlerin İslam bilimlerine dair müspet tespitlerini ilk defa bilimler tarihine sokan kişi. Böyle büyük bir adam, İslam bilimlerini çok iyi biliyor. Diyor ki: “Bu, İslam bilimlerinin mucizesi. Bu mucizenin sebeplerini ben çözemedim” diyor.

1956 yılında Frankfurt’ta İslam bilimlerinin gerileme sebepleri konusunda bir sempozyum yapıldı. Önce Fransa’nın Bordeaux kentinde yapıldı. 6 ay sonra da Frankfurt’ta yapıldı. Orada bir bilimler tarihçisi vardı.

Willy Hartner adında ve Arapçayı da iyi bilen bir bilim tarihçisi idi. İstanbul Üniversitesi’nden ayrıldıktan sonra beni Bilimler Tarihi Enstitüsüne davet eden de oydu. Bana çok yardım etmiştir.

Frankfurt Sempozyumunda George Sarton (1884- 1956) “bu mucizenin sebebini bilemiyoruz” diyordu. “Ben de bilemiyorum” dedi Willy Hartner. Ben bu mucizenin temellerini kitabımın 1. cildinde 12 noktada topladım. Kitapta çok veciz bir bölüm var.

Franz Rosenthal Alman Yahudi âlimlerinden büyük bir oryantalistti. 1938’de Almanya’dan kaçarak Amerika’nın Yale şehrine ulaşmıştı. Bu adam çok insaflı bir bilgindi.

Orada “Antik İlimlerin İslam Dünyasındaki Devamı “diye çok güzel bir kitap yazdı.

Bu adam çok veciz bir şey söylüyor. Diyor ki:

“Eğer İslam, bilimi; bilim olarak teşvik etmeyip de bilimin insan hayatına menfaati bakımından veya başka bakımlardan teşvik etmiş olsaydı, bilimlerin İslam dünyasında bu kadar gelişmiş olmasına kâfi gelmezdi.”

Yani diyor ki İslam, bilimi bilim olarak tanımıştır.

Ben bu sözü kurmakta olduğumuz müzenin bir köşesine asacağım. Müthiş bir şey. Biz bunu bilmiyoruz işte.

Düşününüz, öyle tipler yetişmiş ki İslam dünyasında onları tanımıyoruz.

Biruni gibi bir insan mesela... George Sarton, Biruni için; “Beşeriyetin tanıdığı en büyük kafalardan biri” diyor. Daha başka neler var... Biruni Hindistan’a gidiyor, orada beş-on sene kalıyor ve Hint medeniyetine dair muazzam bir kitap yazıyor.

Hintlilerin adet ve ananeleri Biruni’yi rahatsız ediyor ama o bir Müslüman olarak “ben bunları tamamen objektif bir gözle, hissiyatımı bir kenara bırakarak, bütün hakikatlere dayanarak göstermek istiyorum, bütün gayretim budur” diyor. Öyle bir kitap yazıyor ki bugün bile Biruni’nin objektivitesi tarzında yabancı medeniyetlere dair yazılmış hiçbir kitap bulamazsınız, ta ki 21. yüzyılın başına kadar. İslam dünyasında Biruni gibi çok muazzam insanlar vardı. Biz bunları bilmiyoruz.

Müslümanların / Türklerin İlim Karşısındaki Tavırları

Fuat Sezgin, Müslüman bilim adamlarının tarih sürecindeki tavrını şöyle açıklıyor:

Müslümanlar Miladi. 7. yüzyıldan itibaren bilimleri Yunanlılardan, Hintlilerden aldılar. Müslümanların bir meziyeti vardı. O alışlarında Hıristiyan olsun, Yahudi olsun, ne olursa olsun insanları hoca olarak kabul ettiler. Müslümanlar onlardan süratli bir şekilde öğrendiler. İki yüzyıl sonra Müslümanlar bu ilk merhaleyi, yani başkalarından almayı geride bırakarak yaratıcı olmaya başladılar.

Hatta Müslümanlar onlardan bilgiyi alırken, hocalarının faziletlerini hiçbir zaman unutmadılar, onu söyleyeyim. Müslümanlar evvela yaratıcı oldular. Bu 800 yıl sürdü. Miladi 850 yılından itibaren, 16. yüzyılın sonuna kadar Müslümanlar ilimde mütemadiyen yeni şeyler keşfettiler. Yeni ilimler kurdular, eski ilimleri geliştirdiler ve ilerde kurulacak bazı bilimlerin temellerini attılar. Ondan sonra ilimler tarihinde önderliklerini yavaş yavaş kaybettiler.

Bugün Avrupa’daki bilimler, İslam bilimlerinin bir başka coğrafyada, değişik tarihi şartlar içerisindeki devamından ibarettir, diye tanımlıyorum.

Ama bugünkü Avrupa’da, Batı’da gelişmeleri yabancı bulmuyorum.

Bizim akrabalarımızın geliştirdiği safha olarak kabul ediyorum. Oradaki bilgiyi yabancı bulmadığım için bende bir aşağılık duygusu da yok onlara karşı. Aksi takdirde ben bu 17 cildi yazamazdım.

Bir Müslüman iyi şartlar içerisinde çok iyi çalışabilirse, çok büyük neticelere varabileceği inancı var bende.

Onun için milletimden, Türk milletinden, Müslümanlardan böylesi bir davranışa sahip olmalarını isterim.

Artık Türkler korkak ve taklitçi bir millet olmaktan kurtulmalıdır. Türkler yaratıcı olmalıdır.”

BÜYÜK ÂLİMDEN, ÖNEMLİ NOTLAR

“Prof. Dr. Fuat Sezgin’in 12 Nisan 2004 tarihinde Türkiye Bilimler Akademisi konferansından bazı notları özetleyerek vermek belki de gençliğe istikamet kazandırmak adına önemli bir not olacaktır

Prof. Dr. Fuat Sezgin “İslam kültür dünyasının bilimler tarihindeki yeri nedir?" başlıklı konferansında yeni Fuat Sezginlerin yetişmesine imkân sağlayacak düşünceler ileri sürüyor. Son asırlarda İslam dünyasının neden geri kaldığının da sebeplerini söylüyor.

Bu sebeplere karşı geliştirilecek yöntemler ise İslam dünyasını bilim alanında yeniden bayraklaştıracak nitelik arz edecektir.”

Saygıdeğer Yusuf Kaplan Hocamız. 01Temmuz 2018 tarihli Yeni Şafak Gazetesindeki makalesinde;

“Fuat Sezgin Hoca, pergeli medeniyetimize sabitledi, gitti...

“Dünyanın tanıdığı, takdir ettiği ama bizim hiç tanımadığımız, sürgün ettiğimiz Fuat Sezgin Hoca, vefat etti.

Çok büyük bir âlimdi; emsalsiz ilim aşkı, yorulmak bilmez çalışkanlığı ve yazdığı eşsiz eserleri, onu, dünya çapında saygı duyulan bir ilim adamı yapmıştı.

HAYATI, YÜZYILLIK TRAVMATİK TARİHİMİZLE ÖZDEŞTİ...

Nev-i şahsına münhasır bir insandan, bir topluma, Allah’ın birkaç yüzyılda bir lûtfettiği bir dehadan söz ediyoruz.

Hayatı, Türkiye’nin yüzyıllık travmatik tarihinin özeti gibiydi.

Yok oluşun eşiğine sürükleniş, toparlanış ve ayağa kalkış serüveni.

Yüzyıllık zorlu maceramızı, kısaca böyle özetleyebiliriz.

Bin yıllık devasa bir medeniyet hazinesinin üzerinde oturup da böylesine muazzam ve muazzez birikimi, inkâr etmeye kalkışmamız, tam bir yok oluş felâketinin, -kelimenin tam anlamıyla- intiharın eşiğine sürüklenmemizle sonuçlandı başlangıçta.

Düşünsenize... Hem bin yıl dünya tarihini yapmışsınız hem de kimliksiz, kişiliksiz, ruh kökleri kurutulmaya çalışılan bir travmanın eşiğine sürüklenmişsiniz!

Batılıların fiilen sömürgeleştir(e)mediği bir ülke, içerden zihnen kendi kendini sömürgeleştirme aymazlığına soyunmuş!

Sömürgecilerin bile yapmaya cesaret edemeyecekleri kadar bu ülkenin kültürel dinamiklerini dinamitlemiş, medeniyet ruhunu ve iddialarını yok etmişsiniz!

Ne var ki, bin yıl dünya tarihini yapan bir milleti yok etmek çok zordu.

Medeniyet bilinci yok edilmiş, tarih bilinci linç edilmiş bir ülkenin çocukları, bu yok oluş serüvenine seyirci kalamazlardı.

Yarma harekâtları gerçekleştirdiler her alanda...

Siyasette Menderes, Özal, Erbakan ve Erdoğan bu yarma, toparlanma ve ayağa kalkma yolculuklarının öncüleri oldular.

Düşünce ve sanatta Necip Fazıl’la başlayan toparlanma, direnme süreci, Sezai Karakoç’larla, Nurettin Topçu, Cemil Meriç ve İsmet Özel’lerle ayağa kalkış ve diriliş sürecine dönüştü -çok şükür.

Fuat Sezgin Hoca, bu süreçleri kendi kişisel hayatında iliklerine kadar yaşamıştı.

SÜRGÜN, GÖZYAŞI VE VEFA

Bilim tarihine, özellikle İslâm bilim tarihine, İstanbul Üniversitesi’ndeki oryantalist Alman hocası Ritter’in yönlendirmesiyle ilgi duymaya başlıyor...

İlgisi her geçen gün derinleşiyor...

Yitik hazineyi iğneyle kuyu kazarcasına keşfediyor...

Sonra en verimli çağında ülkesinden sürgün ediliyor, bu ülkenin zihnine geçirilen pranga olan laiklik adına yapılan 1960 darbesinden sonra.

Sürgün hâdisesini, Damla dergisine şöyle anlatmıştı Fuat Sezgin Hoca bir kaç yıl önce:

“1960 yılında, bir hükümet darbesi oldu. Askerler devletin idaresini ele geçirdiler. Milli Eğitim Komitesi diye bir komite kurdular. Bir gün bunlar ‘hangi profesörler zararlıdır?’ diye bir liste çıkarmışlar. Bunların listeleri kanun gibiydi. Gazeteler 147 profesörün atıldığını yazıyordu. Benim de adım vardı. Askeri idarenin bir mülki idareyi bertaraf ederek devletin basına geçmiş olmasından elbette memnun olmadım. Birçok şey bekliyordum, ama bir gün üniversiteden atılacağımı beklemiyordum. Hatta Türkiye’yi kendiliğimden terk etmeyi de düşünmüyordum. Çünkü memleketime çok bağlıydım. Bu hadiseden bir yıl evvel, Almanya’da misafir doçent olarak bulunuyordum. Bana orada doçentlik yapmamı teklif ettiler. Bu teklifi gülerek reddettim. ‘Ben İstanbul’u, Türkiye’yi nasıl terk ederim?’ dedim. Özür dilediler. Gazetedeki ‘zararlı profesörler’ listesini ve ismimin bu listede olduğunu görünce ülkeden gitmemin, artık benim iradem dışında olduğunu anladım.”

“Gazeteyi çantama koydum, Süleymaniye Kütüphanesi’ne gittim ve hemen orada tanıdık üç dostuma mektup yazdım. İki Amerikalı, bir de Frankfurt Üniversitesi’nin eski rektörü olan dostlarıma. ‘Bana bir yer bulun, geleceğim’ diye yazdım. 30 gün içinde üçünden de cevap geldi. Üçü de beni memnuniyetle kabul ediyorlardı. Ancak ben Frankfurt’u tercih ettim. Frankfurt’a gittim.”

“Türkiye’yi, İstanbul’u terk edeceğim akşam, Galata Köprüsü’nün Karaköy tarafına gittim. Oradan 15–20 dakika kadar Üsküdar’a baktım. Güzel bir geceydi, artık vakit de gecikiyordu. Döndüğümde gözlerimin yaşını silmek zorunda kaldım. İşte son hislerim bunlardı. Kızmadım da, o zaman tabi üzülmüştüm. Bugün bir kızgınlık duymuyorum. Memleketime yine ne vermek mümkünse onu vermeye çalışıyorum.”

Bu uzun alıntıyı, kendi cümleleriyle Fuat Sezgin Hoca’yı bizzat tanıyalım diye yaptım.

BİLİM TARİHİ’NDE DEVRİM YAPMIŞ BİR DEHA!

Fuat Sezgin Hoca, Almanya’da sürgünde, bu ülkede yapamayacağı büyük bir devrime imza attı: Tam 18 cilt İslâm bilim tarihi kitabı yazdı.

Dahası, Buhari’nin kaynakları konusunda yaptığı çalışma da, oryantalistlerin ezberlerini bozmuş, çığır açmıştı.

Fuat Sezgin Hoca’nın genelde İslâm medeniyeti, özelde İslâm ilim tarihi konusundaki Avrupa-merkezci önyargıları yerle bir etmesi, zihinsel bir devrim oldu.

Edward Said’den çok daha önce, oryantalizmin, akademik bir emperyalizm biçimi olduğunu gözler önüne serdi.

Ülkesine âşık, bu ülkenin hâs çocuğu, medeniyet bilinci ve özgüveni yüksek, dünya çağında bir âlimdi. Bu ülkenin metamorfoz yemiş, celladına âşık aydınları, sömürge zihniyetli akademisi, Fuat Sezgin gibi bir dehayı bile yok saydı onyıl öncesine kadar!

Üstelik de bilimi kutsayan seküler çevreler, zerre kadar ilgi göstermediler!

Nedir bu?

Zihnen sömürgeleşmek, entelektüel felç geçirmek demek.

O yüzden şöyle demekten kendini alıkoyamamıştı Sezgin Hoca: “İslâm medeniyetinin büyüklüğünü, kendi insanımıza anlatmak, Batılılara anlatmaktan çok daha zor.”

Eserleri, onyıllar önce Arapçaya, İngilizceye, dünyanın belli başlı dillerine çevrilmişti ama Türkçeye henüz çevrilmiş değil. Çeviri çalışması başladı ama 10. ciltte henüz!

İSMİ ÖLÜMSÜZLEŞMELİ...

Fuat Sezgin Hocamızın çığır açan fikirlerinin ve kitaplarının okullarımızda okutulması gerekiyor...

Adına üniversite açılmalı, Fuat Sezgin Araştırma Enstitüleri kurulmalı.

Yine adına düzenli bilim yarışmaları düzenlenmeli ve Fuat Sezgin Ödülü ihdas edilmeli...

Genç kuşağı kimliksiz, idealsiz, ruhsuz bir çıkmaz sokağın eşiğine sürükleyen sömürgeci eğitim zihniyetinden, metamorfoz yemiş, mankurtlaştırıcı, ruhsuzlaştırıcı medya ve kültür rejiminin zihinsel katliamından, köleleştirici dünyasından kurtarmak için Fuat Sezgin Hocamızın fikirlerinden, eserlerinden ve hayatından öğreneceğimiz çok şey var çünkü.

Fuat Sezgin Hoca, pergelin sabit ayağını bizim medeniyetimize sabitledi ve keşfedilmeyi bekleyen devasa bir külliyat bırakıp gitti bu dünyadan...”yazarken.

Diğer taraftan, MTO talebelerine hitaben yaptığı konuşmalarında;

“Fuat Sezgin Hocamız dahi bir adamdı.

*1300 cilt İslâm bilim tarihi kitabına sunuş kaleme almış, 18 ciltlik dev İslâm Bilim Tarihi'ni yazmıştı.

*Bu dünyada yaşayan ama bu dünyayı yaşamayan geleceği kuran, yeri doldurulamaz bir öncüydü.

*Rahmetle ve şükranla anıyoruz.” vurgu yapmaktadır.

Allah Fuat Sezgin ve Yusuf Kaplan gibi hocalarımızın sayısını çoğaltsın.

Bu vesile Yusuf Kaplan Hocama Yüce Rabbim Fuat SEZGİN Hocamız gibi bereketli, uzun, sağlıklı bir uzun ömür nasip etsin.

Biz MTO Talebeleri duacıyız. Allah dualarımızı kabul etsin…

Değerli Dostlar!

Merhumun ruhu şad olsun, Allah kendisinden ebediyen razı olsun. Mekânı cennet olsun.

“Niyet Hayır, Akibet Hayır”

Olur. İnşallah.

Kalın sağlıcakla...

Adnan Yılmaz 30.06.2024 / Ankara

ÖNCEKİ YAZILARI
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?