Ömrümüzden bir Ramazan ayı daha giderken, geride kalanlar yapılan ibadetler, tutulan oruçlar, iftarlar, sahurlar, teravihler, fitreler, zekatlar, sadakalar, artan aile içi muhabbetler, komşuluk ve akrabalık ilişkileri, yardımlaşma ve paylaşmalardır. İnananlar için farklı bir atmosferde geçen Ramazan ayının etkileri hem bireysel hem de toplumsaldır. Bu ayın kutsallığına inanarak maddi hiçbir beklentisi olmadan, herhangi bir kanun, yönetmelik ya da yaptırıma dayanmadan sadece kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’e uyularak yapılan iyilikler ve yardımlar sadece manevi kazanç değil ekonomik kazanç ta sağlamaktadır. Toplumda satın alma gücü düşen insanların yapılan yardımlarla talebinin artması, satışların ve üretimin artmasını, dolayısıyla milli gelirin artmasını sağlamaktadır. Gelir dağılımdaki adalete destek olan bu uygulamalar zengin ve fakir arasındaki dengesizliği azaltıcı etkiler yapmaktadır. Diğer yandan dini gereklerini yerine getirmenin ve ihtiyacı olanlara yardım etmenin huzuru ve mutluluğu ile işini daha severek ve daha heyecanla yapmaya devam eden yüksek gelirlilerin de kazançlarında artışlar devam etmektedir.
Ramazan ayında etrafımıza baktığımızda sürekli bir yardımlaşma, paylaşma ve bir araya gelme faaliyetlerini görebilmekteyiz. Gelir durumu iyi olanlar düşük olanlara güçleri oranında yardımlar yapmakta, evinde yemeği olan yemeği olmayanlarla yemeğini paylaşmakta, pişen yemekler olabildiğince bir arada aynı sofralarda yenmektedir. Yaşlıların ziyaretlerine daha fazla gidilmekte, çocuklar daha fazla mutlu edilmeye çalışılmakta, iftar ve sahur sofrası hazırlayan anneler daha bir el üstünde tutulmakta, sofralar hep birlikte kurulmakta, aile içi muhabbetler daha sıcak olmaktadır. Bu günlerde iyiliğe, doğruluğa, paylaşmaya dair çabalayan insanlar ekonomik olarak hiçbir beklentide olmazken, yaşananların sonuçları ekonomi de olumlu etkilemektedir. Ramazan ayında kişinin maddi gücüyle manevi gücü arasında yaptığı muhasebenin yansımaları ekonomideki dengeler üzerinde de etkili olmaktadır.
Son dönemlerde ülkemizde yaşadığımız ekonomik sorunlar, gelir dağılımının bozulması, enflasyondaki artış, alım gücünün düşmesi, işsizliğin artması özellikle gıda ürünlerindeki pahalılık toplumdaki huzur ve barışı da olumsuz etkilemektedir. Mutsuz ve umutsuz insanlar toplumda arttıkça geleceğe dair beklentiler de olumsuz olmaktadır. Ancak tüm bu mutsuzluk ve umutsuzluk durumları Ramazan ayında büyük ölçüde gerilemekte ve “paylaşma” faaliyetleriyle insanlar sadece inançlarının gereğini yapmakla kalmayıp ekonomik iyileşmeye de önemli katkı sağlamaktadırlar. Türk milleti olarak sahip olunan töre ve geleneklerle Müslümanlığın gerekleri daha bilinçli ve daha sistemli yapılarak, hem toplumsal huzura hem de ekonomik istikrara katkı sağlanmaktadır. Yardımlaşma ve dayanışmanın hiçbir dayatma ve zorlama olmadan ülkemizdeki gibi severek ve isteyerek yapıldığı başka bir ülke örneği daha bulmak zordur. Hiçbir görüş, inanç ve millet ayırt etmeden sadece ihtiyacı olduğunu düşünerek yapılan yardımların insanda bıraktığı huzuru ve mutluluğu bu kadar derin hisseden kaç millet vardır.
Bu güzelliklerin ortaya çıkmasındaki en önemli unsur “inanmak” ve “samimiyet”tir. Bir işin inanarak samimiyetle yani hiçbir zorlama olmadan içinden gelerek yapılması, o işin başarılı olmasının en önemli unsurlarındandır. Ülke olarak içinden geçtiğimiz ekonomik sıkıntıların kısa zamanda ve az hasarla atlatılabilmesi için yapılan işlerin inanarak ve samimiyetle yapılması gereklidir. Ramazan ayında insanlar nasıl birbirlerine güvenerek yardım etmeye çalışıyorsa, yılın her gününde devlet ve millet samimiyetle ve inanarak birbirine destek olmalı ve sorunları birlikte çözmelidir. Ramazan ayında ortaya konulan davranışların yılın her döneminde yapılmaya çalışılması hem toplumsal huzur, hem de ekonomik istikrar açısından önemli bir faktördür.
Bu vesile Ramazan Bayramını kutluyor, huzur, sağlık, barış, adalet, özgürlük içinde daha nice bayramlar diliyorum.