Unutulmamak-2

Sabri KARAKAYA
Sabri KARAKAYA
Unutulmamak-2
18-08-2024
Konusunu ve içeriğini hiçbir zaman önceden belirlemediğim yazılarıma genellikle spontane bir şekilde başlıyorum.
Bu hafta da öyle oldu. Tam yeni köşe yazımı yazmaya başladığım sırada başta Sivas, Tekirdağ, Erzincan, Kırklareli, Edirne ve Çanakkale olmak üzere birçok ilden eş, dost ve arkadaşım arayarak “Unutulmamak” konusundaki yazım hakkındaki görüşlerini bildirdi.
Güzel bir konuya değindiğimi, artık eskisi gibi insanların bulunduğu yere değer katmadığını, üretmek yerine de tüketici olduğunu ifade etti.
Durum böyle olunca benim de aklıma “Unutulmamak” üzerine devam niteliğinde ikinci bir yazı yazmak geldi.
Kapadokya'ya öyle veya böyle birçok okurum gitmiş ya da bölge ile ilgili araştırmalar yapmış olabilir.
O yüzden sizlere bu bölgede Nevşehir’in Ürgüp ilçesinde bir eşek heykelinden ve bu heykelden dem vurarak “Unutulmayıp” heykeli dikilen kütüphaneciden bahsetmek istiyorum.
Eşeğin heykeli de mi varmış diyeniniz mutlaka çıkacaktır.
Yıl 1943. Genç Mustafa’nın tayini kütüphaneci olarak Ürgüp Tahsin Ağa Kütüphanesi’ne çıkar. Devlet memurluğu o dönemde süper bir şey, çünkü özel sektör falan yok. Bizimki kütüphanede heyecanla okurları bekler; bir gün olur, beş gün olur, gelen giden yok.
Etraftakilerle konuşur, herkese anlatır: “Bakın kütüphane bomboş duruyor, gelin kitap okuyun” der. Gelen giden olmaz. Durumu müdürlerine de bildirir.
“Kardeşim otur oturduğun yerde, maaşını düzenli alıyon mu, almıyon mu?
-Alıyorum.
–Eee, o zaman ne karıştırıyon ortalığı, gelen giden olsa maaşın mı artacak? Başına daha fazla bela alacan, o kütüphaneye yıllardır kimse gelmez zaten” diye cevap alır.
23 yaşındaki genç memur, “Ne yapayım, ne edeyim?” diye düşünür durur. Sonunda aklına bir fikir gelir, eşine söyler. Eşi önce “Deli misin bey?” der, ama kocasının bir şeyler üretme, işe yarama çabasını yakından görünce ister istemez fikri kabullenir.
O dönem devletteki üst düzey amirlerinin çıkardığı tüm engellerin tek tek, bin bir güçlükle üstesinden gelir.
Çünkü o zaman da şimdiki gibi, “Aman bir şey yapmayalım da başımıza bir iş gelmesin. Çalışsan da aynı maaş, çalışmasan da“ zihniyeti aynen vardır.
O bıyıklı, kravatlı, asık yüzlü, sigara kokan, arkalarındaki Atatürk resminden utanmayan, ama ülkesine gram faydası da olmayan bürokratları zorlukla ikna eder ve bir eşek alır.
İki tane de sandık yaptırır. İki sandığa, kalınlığına göre 180-200 kitap sığar. Sandıkların üstüne “Kitap İare (Ödünç) Sandığı” yazar. Kitapları eşeğe yükler ve köy köy gezmeye başlar.
Kütüphaneye de bir yazı asar: “Sadece Pazartesi ve Cuma günleri açığız”.
Bu duruma köydeki çocuklar da çok şaşırır. Eşeğe bir sürü kitap yüklemiş bir amca, o gariban çocukların küçücük ellerine kitapları verir. Aynen Hristiyanlıktaki Noel Baba gibi. Noel Baba yalan, Mustafa Amca ise gerçek. Geyikler yerine de kitap yüklü bir eşeği var. Eşek de gerçek, kütüphaneci Mustafa Amca da.
Kütüphaneci Mustafa amca artık mutludur ve “Çocuklar bunları okuyun, aranızda da değişin. On beş gün sonra aynı gün gelip alacağım. Aman yıpratmayın, diğer köylerdeki arkadaşlarınız da okuyacak” der.
Köylerdeki çocuklar “Yüksel” adını verdiği eşeği ile kütüphaneci Mustafa amcayı her seferinde alkışlarla karşılarlar.
Kütüphaneci Mustafa Amca‘nın ünü zamanla etrafa yayılır. Diğer devlet memurları makam odalarında sıcak sıcak oturup iş yapmazken, Mustafa Amcanın eşeği Yüksel yediği otu hepsinden fazla hak etmektedir.
Zamanla insanlar kütüphaneye de gelmeye başlar. Buna sevinen ancak kadınların kütüphaneye gelmediğini gören Kütüphaneci Mustafa Amca yine durmaz.
Zenith ve Singer’e mektup yazar: “Bana dikiş makinesi yollayın, firmanızın adını kütüphanenin girişine asayım“ der.
Zenith dokuz ve Singer bir tane dikiş makinesi yollar ki, şimdilerin ilk sponsorluk faaliyetidir bu.
Salı günlerini kadınlar günü yapar. Kumaşı alan kadın kütüphaneye koşar. On makine yetmediği için sıra oluşur. Sırada bekleyen kadınların eline birer kitap verir, beklerken okusunlar diye.
Eee. Bunlarla da yetinmeyen ve okuma-yazma oranının düşüklüğünü gören Kütüphaneci Mustafa Amca, halkevlerine okuma yazma kursları vermeye gider. Halıcılık kursları başlatır, bölgede halıcılığı canlandırır.
Peki, sizce bundan sonra ne olur?
Kütüphaneci Mustafa Amca hakkında, “kendi görev tanımı dışında davranıyor” diye dava açılır ve 50 yaşına gelen Mustafa Amca baskıyla emekli olmaya zorlanır.
Şimdi gelelim geçtiğimiz hafta yazdığım yazımdan sonra beni eleştirenlere cevap olarak, bir işte başarılıysan kimin bürokratı olursan ol, emekliye zorlanırsınız.
Evet, yazımıza devam ederek Kütüphaneci Mustafa Amca’nın hikayesini sonlandıralım.
Ürgüplü Kütüphaneci Mustafa Amca, emekli olmasına rağmen köylüler arasında efsane olur, yıllar geçtikçe köylerdeki çocuklarda okuma aşkı yerleşir.
2005 yılında Mustafa Amca vefat eder. Tüm Kapadokya çok üzülür, aralarında toplanırlar ve Ürgüp’e “Eşekli Kütüphaneci Mustafa Güzelgöz ve eşeğinin heykelini” dikerler.
Bize de böyle değerli ve unutulmaması gereken insan ve insanlarımızı yazıp hatırlatmak düşer diyerek, geçen hafta da belirttiğim gibi ne olursanız olun bulunduğunuz yere yenilik katmayı unutmamanızı tavsiye ederim.
Gazetecilik mesleğini de daha çocukluk yıllarından beri yapan birisi olarak şunu da ifade etme gereği duyuyor ve “Yaptığınız iş olduğu yerde durup duruyorsa, sizde bir eksiklik vardır” diyerek başarılı insanları dokunduğu yere, başladığı işe değer kattığının göz önüne alınarak unutulmaması gerektiğini tekrarlıyorum.
Sonuç olarak; bu ülkeden nice gazeteci, müdür, amir, vali, bürokrat, milletvekili ve politikacı geçmiştir ama sadece unutulmayanlar anılmış ve gerektiğinde heykelleri dikilmiştir.
Bu duygu ve düşüncelerle siz değerli okurlarıma sağlıklı ve mutlu günler dileyerek Allah’a emanet ediyorum.

Kalın sağlıcakla…

ÖNCEKİ YAZILARI
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?