Kesir b.Kays diyor ki: “Bir gün Ebû Derda ile birlikte Şam Mescidinde oturuyorduk. Adamın biri O’nun yanına gelerek: “Ya Ebû Derda, sırf, Peygamberimizden senin öğrendiğini duyduğum bir Hadîsi sormak için Medine’den kalkıp buraya kadar geldim” dedi ve o hadîsi anlatmasını istedi. Ebû Derda, ben Peygamberimizin şöyle dediğini duymuştum: “İlim öğrenmek üzere bir yolculuğa çıkan kimsenin Cennete giden yolunu Allah kolaylaştırır. Melekler, ilim öğrenenin yaptığından hoşnut olduklarını belirtmek üzere kanatlarını onun üzerine gererler. Göktekiler ile yerdekilerin tümü, denizin dibindeki balıklara varıncaya kadar, bütün canlılar âlim için istiğfar ederler.
“Âlimler, peygamberlerin varisleridirler. Âlimlerin mirası altın ve gümüş para değildir, onların bıraktığı miras ilimdir. Kim bu ilim mirasını elde ederse büyük kazanç elde etmiş olur.” (Ebûl-Leys Semerkandî, Sohbetler,s.396)
CENNETE FİDAN DİKMEK:
Ebu Eyyûb el-Ensarî şöyle anlatmaktadır: “Hz. Peygamber, İsrâ gecesi Hz. İbrahim’in yanına gittiğinde Hz. İbrahim, ‘Yanındaki kim ey Cibril ?’dedi. Hz. Cebril de: ‘Bu Muhammed’dir ’dedi. Hz. İbrahim(a.s.) de, ‘Ey Muhammed ümmetine emret, Cennete çok fidan diksinler. Cennet toprağı güzeldir, arazisi de geniştir.’ dedi. Hz. Peygamber, ‘Cennete fidan nasıl dikilir ?’ diye sorunca, Hz. İbrahim de: “ Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh= Güç ve kuvvet ancak Allah’ın ihsanı ile vardır.” cümlesini söyleyerek olur!’ dedi.(Ahmed, Müsned,V. 418)
Başka bir rivayete göre de Hz. İbrahim(a.s.), Cennete fidan dikilebilmesi için: “Süphânellâhi ve’-l-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh’il aliyyil azim =Allahı noksan sıfatlardan tenzih ederim, her türlü övgü Allaha mahsustur. O’ndan başka ilâh yoktur. Allah en büyüktür. Güç ve kuvvet ancak aziz Allah ile vardır.” denilmesini söylemiştir.
KUR’AN’I KERİME GÖRE CENNET
İslâm bilim adamları Cennet-i Âlâ hakkında türlü çeşitli mütalâalarda bulunmuşlardır. Kur’ânı Kerim’in bir çok ayetinde de Cennet anlatılmaktadır: Kısaca belirtmek gerekirse, Cennet’in; hiçbir azâbın bulunmadığı, aksine bir mükafât olarak verilen bir yer olduğu (Nisâ,4/147); oraya girmeye lâyık olanlar için gayet temiz zevcelerin bulunduğu(Nisâ,4/57); altından ırmakların aktığı, dayalı-döşeli köşklerin bulunduğu, hiç çıkmak istenmeyecek kadar güzel olduğu, insanın arzu ettiği her şeyin hazır ve nâzır bulunduğu, orada ebedî olarak kalınacağı (Nisâ, 2/122; Kehf, 18/108; Ankebut, 29/59);oradakilerin canlarının istediği ve gözlerinin hoşlandığı her şeyin mevcut olduğu( Zuhruf,43/71); altın bilezikler takınılıp sündüs ve ince-kalın ipeklerden yapılmış yeşil elbiseler giyilip, tahtlar üzerinde dayanıp kurulunan (Kehf, 18/31); pınar başlarında, selâmetle, rahat rahat, göğüslerdeki kinlerden uzaklaşılmış, dost ve ahbaplarla köşklerde karşılıklı oturulan (Hicr, 15/45-47); her türlü meyve ağaçlarıyla süslü; meyveler elle toplanacak kadar yakın olan ( Rahmân,55/48,54); her türlü meyvenin, süzme baldan ırmakların bulunduğu (Muhammed, 47/15); yeşil ince ipekten, atlastan elbiseler giyildiği, gümüş bileziklerle süslenilen, temiz içeceklerin içildiği( İnsan-Dehr, 76/21) bir yer olarak anlatılmaktadır.
Ayrıca,halis ipekten yeşil renkli elbiseler, altından yapılmış takı ve eşyaları, hizmetlerine sunulmuş genç ve yakışıklı eşler cennetliklere tahsis edilmiştir(Kehf, 18/31; İnsan,/6/21; Nebe,78/33;Bakara,2/25; Vâkıa,56/35-38; Hicr,15/47-48). Altlarından ırmaklar akan bahçeler, ağaç gölgelikleri, özel inşa edilmiş köşkler, çadırlar, üst üste kurulmuş konaklar ve güzel meskenler hep cennet ehli içindir. Kısacası sonsuz bir lüks ve konfor, sürekli barış ve huzur, manevi rahatlık ve coşku, tam bir bedenî ve ruhî doygunluk, Cennet nimetine ulaşanların yaşama özelliği olacaktır. Bütün bunların üzerinde ise sonsuzluk duygusu yaşanacaktır. Hiçbir endişeye kapılmadan ebedî olarak yaşanacak mutlu bir hayat cennetlikleri kuşatacaktır.(Tevbe,9/72; Sâf, 61/12; Zümer, 39/20; Tahrîm, 66/11)
Âhiret aleminde olanlarla dünyada olanları birbirine karıştırmayalım. ahirette olanların dünyadakilerle sadece isim benzerliği vardır. Çeşitli meyveler, akan ırmaklar, köşkler yahut da cehennemdeki yakıcı ateş…Bunların nasıl şeyler olduklarını biz bilemeyiz, ancak Allah bilir. Yani ahretteki bütün bu nimetlerin ve cezaların dünyadakilerle aynı olduğu düşünülmemelidir. Nitekim, Cennet nimetlerinin, insan aklı ve hayalinin tasavvur edemeyeceği güzellikte olduğunu Hz. Peygamber Efendimiz bir kudsi hadiste şöyle ifade etmiştir. “Cenab-ı Hak buyuruyor ki salih kullarım için ben, Cennette hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insan gönlünün hatırlamadığı bir takım nimetler hazırladım”. (Tevfik Yücedağ, a.g.e.s.278) Aslında Kur’ân-ı Kerim’de, Cennet-i Âlânın tasvir edilen bu halleri, bizim algılayabilmemiz, kavrayabilmemiz için yapılmış somut anlatımlardır; bildiğimiz kavramlarla, tanıdık yenilen-içilen-giyilen-sevilen nimetlerle yapılmış bir anlatımdır. Oysa, yukarıda zikredilen kudsi hadiste ve Secde Sûresinin 17.ci âyetinde belirtildiği üzere yapılan iyiliklere karşılık olarak Cenab-ı Allah’ın hazırladığı nimetler asla gözün görmediği, kulağın işitmediği, aklın, fikrin düşünemediği, bunun için de hayalinin dahi kurulamadığı nimetlerdir. Bu nedenle nasıl nimetler hazırlandığını kimse bilemez: “Onlar için, yaptıkları güzel işlerin karşılığında, göz aydınlığı olarak ne ödüller saklandığını kimse bilemez”(Secde,32/ 17)Bu âyetin tefsirinde Buhari şöyle demektedir: “Ben kullarıma öyle nimetler hazırladım ki, ne göz görmüş, ne kulak işitmiş, ne de kimsenin hatırına gelmiştir” (Ümit ŞİMŞEK, a.g.e.s258)
Dünyada müminlerin Allah’a itaat ve bağlılıklarının aynı derecede olmadığı bir gerçektir. Bunun sonucunda, karşılık ve mükâfat da farklı derecelerde uygulanacaktır (Nisâ,4/96; Enfâl,8/4). Bazısı daha geniş ve özel bir nimete kavuşurken, bazısı da daha az bir nimetle ödüllendirilecektir. Bunun içindir ki Kur’ân’da cennetin türlerinden ve derecelerinden ve bunların her biri için kullanılan değişik çeşitli isimlerden söz edildiğini görmekteyiz.Ondan fazla isimle anılan Cennet türleri, aynı zamanda ödülün derecelendirilmesini de ifade etmektedir.
Cennet türlerinin bazılarının isimleri şunlardır:
Firdevs Cenneti: (Kehf, 18/107-108; Mü’minûn, 23/11)
Adn Cenneti: (Tövbe, 9/71; Nahl, 16/31; Kehf,18/31; Meryem, 19/61 )
Me’vâ Cenneti: ( Secde, 32/19)
Dâr’us-selâm: (Yunus,10/25;En’âm, 6/127)
Nâim Cenneti: (Lokmân,31/8)
Cennetü’l-me’vâ..
Hz. Peygamber Efendimiz(s.a.s.), Cennete girecekler hakkında şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü olduğu zaman dört kimse Cennete hesapsız girerler:İlmi ile amel eden âlim, haccedip de ölünceye kadar kötü konuşmayan ve kötü hareket etmeyen kimse, İslam kelimesini yüceltmek için savaş alanında öldürülen şehit ve helalden mal kazanıp da onu, içine riya katmadan Allah yolunda harcayan cömert…”(İmam-ı GAZALÎ, a.g.e. s.116)
ÖZEL KUTSAL GECELERDE KİMLER BAĞIŞLANMAZ?
Kandil ve Kadir gecesi gibi özel gecelerde insanların günahlarından tövbe edip yeni bir başlangıç yapmaları için bir fırsat doğar.Bu fırsatı değerlendirmek gereklidir.Tövbe kapısı elbette ölüme kadar herkese açıktır.Ancak bazı kesimler var ki, tövbelerinde samimi olmadıkları için tövbelerine ve dualarına karşılık bulamayacaklardır; istedikleri sonucu alamayacaklardır. Bu kesimler şunlardır:
- Allah’a şirk, ortak koşmaya devam eden kişinin tövbesi kabul edilmez.
- Baba ve annelerine saygısız ve ilgisiz olanların tövbeleri tam karşılık bulamayabilir.
- Komşuları ve akrabalarıyla ilgilerini kesenler tövbeden tam nasip alamazlar.
- Müslümanlara kin ve nefret duyanların, bu duyguları değiştirmedikçe tövbeleri kabul edilmez.
- Mübarek zamanlarda içkiye devam edenlerin, günahta ısrar ettikçe tövbeleri tam karşılık görmez.
- Büyücülük ve kâhinlik yapanların, bundan vaz geçmedikçe, tövbeleri kabul edilmez.
- Zina yapmaya devam edenler pişman olmadıkça tövbeleri tam karşılık görmez.
Tövbenin kabul edilmesi için; tam bir pişmanlık, günahtan uzaklaşma ve ihlasla dönüş yapmak şarttır(Prof.Nihat Hatipoğlu,1.12.2017 günlü Sabah Gazetesi,s.13)
GIYBET VE İFTİRANIN FARKI NEDİR?
Peygamber Efendimiz, bir grup sahabeye, gıybet etmenin ne kadar fena bir davranış olduğunu anlattıktan sonra: “ Gıybet, senin mümin kardeşini, aleyhinde olan ve onun sevmediği bir şeyle anmandır.!” Diye tarif etmiştir. Sahabeden bir kişinin, “Yâ resulallah, kardeşimizin aleyhine olan ve hoşuna gitmeyen şey onda gerçekten var ise yine gıybet olur mu?” diye sorması üzerine. Resulü Ekrem (s.a.s.): “İşte asıl o zaman gıybet olur. Yani senin söylediğin şey kardeşinde gerçekten varsa gıybet olur. Şayet söylediğin şey kardeşinde yoksa o zaman O’na iftira etmiş olursun!” buyurdu.(Müslim,4690) -Öyleyse, her duyduğuna inanıp onu yayma; öyleyse bir müslüman aleyhine yapılan konuşmaları dinleme, öyleyse insanların aleyhine söz yayanları ölü eti yiyen insanlar gibi gör.
Kesir b.Kays diyor ki: “Bir gün Ebû Derda ile birlikte Şam Mescidinde oturuyorduk. Adamın biri O’nun yanına gelerek: “Ya Ebû Derda, sırf, Peygamberimizden senin öğrendiğini duyduğum bir Hadîsi sormak için Medine’den kalkıp buraya kadar geldim” dedi ve o hadîsi anlatmasını istedi. Ebû Derda, ben Peygamberimizin şöyle dediğini duymuştum: “İlim öğrenmek üzere bir yolculuğa çıkan kimsenin Cennete giden yolunu Allah kolaylaştırır. Melekler, ilim öğrenenin yaptığından hoşnut olduklarını belirtmek üzere kanatlarını onun üzerine gererler. Göktekiler ile yerdekilerin tümü, denizin dibindeki balıklara varıncaya kadar, bütün canlılar âlim için istiğfar ederler.
“Âlimler, peygamberlerin varisleridirler. Âlimlerin mirası altın ve gümüş para değildir, onların bıraktığı miras ilimdir. Kim bu ilim mirasını elde ederse büyük kazanç elde etmiş olur.” (Ebûl-Leys Semerkandî, Sohbetler,s.396)
KITA
Gücüm yettiğince çırpındım,
Yetimlere elim germeye,
Yüksek takdir senindir Yâ Râb!
Koşup geldim hesap vermeye!
KITA
Ey dostum ! Ufkun kararmak üzere,
Sana bir daha şafak sökmeyecek!
Ahreti aydınlatacak bir nur bul,
Orda Ay-Güneş ışık dökmeyecek!