Seni yazmak öyle kolay değil. Darmadağın şimdi kelimelerim… Yangınların, acıların altında kaldı. Toparlamaya, ayağa kaldırmaya çalışıyorum. Boynu bükük, ezik büzük, yarım yamalak, ağır aksak… Söyleyeceklerim var. Ellerim, yüreğim titriyor. Dünya küçücük kaldı gözlerimde. Albenisi, itibarı, hiçbir şeyi kalmadı. Sen ateşler içinde kaldın. Zulmün ateşi, tüm dünyayı sardı. Yürekler alev alev. Seni yazmak, sana yazmak öyle kolay değil, biliyorum.
Şu koca dünya dar edildi sana, ailene, sevdiklerine, milletine… Yaşamak, koca bir zulüm oldu sana. Yüksek duvarlarla hapishaneye çevrilen ülkende dünyanın diğer çocukları gibi değildin. Konforlu evler, oyunlar, oyuncaklar, eğlenceler, partiler, süslü püslü kıyafetler, ziyafetler falan… Sana göre değildi. Kamplarda, zor şartlarda, derme çatma kulübelerde yaşardın. Baskılar, baskınlar altında. Yüksek sesle marşlar okurdun. Kur’an, ayet ayet, işlerdi yüreğini. Okudukça kavileşirdi imanın. Sen okurdun, sesin tüm dünyada yankılanırdı.
Abluka altındaydın uzun yılardır. Bir türlü gün yüzü görmedin. Özgürce oynayamadın sokaklarda. Özgürce koşamadın. Çocukluk neydi, yaşayamadın. En temel ihtiyaçlarına bile ulaşmak zordu. Yiyecek, su, ev, okul, oyun, elektrik… Hepsi gerekliydi, hepsi hakkındı. Hepsi çok görüldü sana.
Okula gitmek için kaç kez kontrol noktalarından geçerdin? Şüpheli görünürdün güya. Kaç kez çantan ters çevrilip içindekiler yollara savrulurdu? Kaç kez toplardın… Kitaplarını, defterlerini, ümitlerini…. Usanmazdın. Kolların, bacakların incecikti, küçücük görünüyordun ama büyük adamlar gibiydin. Cesaretin dillere destandı. Seni çepeçevre saran ümit, ta büyük dedelerinden yadigâr.
İşgalciler ne zaman isterse keserdi yolları. Nasıl isterse keyifleri. İsterse alıkoyar, isterse tutuklar. İsterse vururdu, kalbinin ta orta yerinden…
Dünyaya gözlerini açtığın günden beri kan ve gözyaşının içinde kaldın. Bomba, silah sesleri susmadı hiç. Kuşların şarkıları oralardan duyulmazdı. Gökyüzüne beyaz bulutlar, cins cins kuşlar, renkli uçurtmalar yakışırdı en çok. Sen bomba yüklü uçakları gördün hep. Senin gökyüzünü beyaz fosfor bombaları sarardı. Akıl almazdı, katliamdı, vahşetti, zulmün üstünde zulümdü. Tonlarca bomba yüklenmiş uçaklar. Zalimlerin ellerinde oyuncaktı sanki. Üzerinize acımasızca yağardı. Gökyüzünde beyaz bulutların olmalıydı oysa. Şekilden şekile giren, seninle oyun kurabilen, seni güldürebilen beyaz bulutların… Onlar ne kadar uzaktı senden… Savaş uçakları, güneşini, bulutunu, her şeyini aldı elinden. Ümidinle kaldın sen. Öylece ortada. Apaçık. Dimdik. Ümidin ve sen!..
Korkmadın! Silahlardan, uçaklardan, bombalardan, kalpleri kararmışlardan… Nasıl bir imandı küçücük yüreğinde taşıdığın? Nasıl besleyip büyüttün, nasıl diri tuttun hep? Okulun, evin, şehrin yerle bir edilirken, her şeyini kaybetmişken, neler söyledin öyle… Ne çok ders verdin… Sen, annen, baban, ağabeyin, ablan, deden, büyükannen… Ne güzel iman ettiniz. Allah’a ve ahiret gününe…
Bombalar altında “Elhamdülillah” demek, ne demekti sahi?.. “Hasbunallah” diye feryat edenlere elbette Allah yeterdi. Mescidi Aksa için feda olsundu canlar. Allah’ın vaadi vardı. İnananlar mahzun olmayacaktı.
Ekmeğine kan bulaştı. Aç kaldın, açıkta kaldın. Evin, okulun, çarşın, pazarın, hastanen… Hepsi yerle bir oldu. Per perişan üstün başın toz, kan içinde. Üstün başın ne halde? Paramparça savruldu cesetler. Tanınmaz halde. Yürek nasıl dayansın… O halde bile yitirmedin ümidini. Sahipsiz koymadın vatanını. Omuzlarında taşıdığın, dağ gibi ağırdı. Biz şehit olsak bile yenileri gelir, dedin. Sizin oralarda çocuklar büyüyemez, hep küçük kalır, öyle mi? Yine de sahipsiz kalmaz bu dava. Sahipsiz kalmaz bu kutsal topraklar.
Sen de binlerce akranın, ablan, ağabeyin, kardeşlerin gibi cennete kanatlandın. Dünyanın derdini dünyada bıraktın. Ölmüş değilsin. Makamın şehitlik senin. Zalimin kan ve gözyaşıyla boyadığı dünyada bize ne çok şey öğrettin.
Şimdi yüreğimiz şerha şerha. Çaresiz değiliz. Yalnız hiç değil.
Biz sana mahcubuz… Yerken, içerken, gülerken… Gözlerimizin önündesiniz hep. Sen ve kardeşlerin kanlar içinde… Boğazımızda koca bir düğüm. Nasıl geçer… Nasıl geçsin…
fatma pekşen 1 yıl önce