Nuri Demirağ´a uçağı, Necmettin Erbakan´a otomobili, ASELSAN´a cep telefonunu yaptırmadık. Şimdi de Etem Sancak´a tankı, Selçuk Bayraktar´a SİHA´yı mı yaptırmayacağız? Ne yani böyle geldi böyle mi gidecek?
Osmanlı´dan Cumhuriyet´e geçen bir devlet memuruydu Nuri Killigil; esareti, milli olmayı ve bağımsız olmayı çok iyi biliyordu. Memuriyetten ayrılıp özel sektörde ülkesine hizmet etmek isteyen Nuri Killigil, İstanbul´da birçok işletme kurdu, istihdam üretti. O günler için son derece stratejik öneme sahip olan demiryollarının yapımı için ihaleye girdi. Bir yılda kazma kürekle bin kilometreden fazla demiryolu yaptı. Bu büyük başarısının ardından 1936´da Atatürk, Nuri Killigil´e Demirağ soyadını verdi, taltif etti.
Ata´dan böylesine bir ödül alan Nuri Demirağ daha da heyecanla çalıştı. Bir gün uçak almak için kurulan vakıf ondan bağış istemeye geldi. O, ?Benden bu millet için bir ?ey istiyorsanız, en mükemmelini istemelisiniz. Madem ki bir millet tayyaresiz yaşayamaz, öyleyse bu yaşama vasıtasını başkalarının lütfundan beklememeliyiz. Ben bu uçakların fabrikasını yapmaya talibim? diyerek uçak almak yerine uçak yapacak organizasyonu oluşturdu. Şimdiki Atatürk Hava Alanı´nın olduğu araziyi satın aldı. Orada bir atölye bir de Gök okulu kurdu. 1936´da tek motorlu uçağı, 1938 yılında çift motorlu uçağı üretti. Oğlunu pilot kabinine oturtarak İstanbul´dan doğduğu yer olan Divriği´ye kadar uçtu. Lisans vermediler, o yılmadı, Çekoslovakya´dan lisans aldı. Ürettiği uçaklar 1944 yılında ulusal havacılık literatürüne girdi ve uçuş izni aldı.
Türk Hava Yolları´na verdiği uçağın Eskişehir uçuşu sırasında piste hendek kazdılar. Pilot fark etmedi ve uçak hendeğe düştü. Fırsat bu fırsattı. Davalar açıldı. Üretim durduruldu. Türk Hava Yolları uçak alımını durdurdu. Yetinmediler, İspanya, İran, Irak ve birçok ülkeden alınan siparişlere izin verilmedi ve Nuri Demirağ´ın uçak fabrikası kapatıldı. Okulu ve arazisine el kondu. Uçak üretimi tarihe karıştı.
Vecihi Hürkuş, Osmanlı´nın savaş uçağı pilotuydu. Uçak yapımına karar verdi. Başardı da? Yaptığı uçakla uçuşları başarı ile gerçekleştirdi ama lisans vermediler. O da yılmadı. Ürettiği uçakları trenlere yükleyerek Prak´a götürdü orada birleştirdi, ruhsat alıp geri geldi. Bu defa da, ?Sen uçak mühendisi değilsin uçak üretemezsin? dendi. O yine pes etmedi. Almanya´ya gitti, uçak mühendisliğini bitirdi, diploma alıp geldi. Bu defa da, ?İki yılda uçak mühendisi olunamaz? dendi, ürettiği uçaklara el konuldu. Kurduğu hava yolu şirketi batırıldı. Türkiye o günlerde uçak üreten üç ülkeden biri olacaktı ama engellendi.
İkinci Dünya Savaşı bitmiş, Avrupa tekrar kalkınmaya başlamıştı. Almanya´sı, İtalya´sı, Fransa´sı, İngiltere´si otomobil üretmek için büyük bir yarışı girmişti. Türkiye bundan mahrum olmamalıydı. Türkiye´nin başında darbe hükumeti olmasına rağmen talimat verildi. Erbakan ve bir avuç idealist mühendis Eskişehir Lokomotif Fabrikası´nda ilk Türk otomobilini üretecekti. Gece gündüz çalıştılar, evlerine dahi gitmediler. Kısa süre içinde iki tane Devrim adını verdikleri otomobili üretmeyi başardılar. Ancak şer odakları yine durmayacaktı. Test aşamasında Cumhurbaşkanı´nın bindiği aracın benzinini boşaltılar. Devrim tarih oldu. O gün Devrim yollara çıksa idi, o mühendisler ilk yerli tankı da yapacaklardı. Olmadı engellendiler. O gün engellenen Erbakan, Almanya´da leopar tanklarını üretti.
Takvimler 1990´lı yılları gösteriyordu. Artık çağ iletişim çağına evrilmişti. Cep telefonları yeni yeni kullanımdaydı. O günlerde bugünün ünlü markaları, Apple, Samsung, Huwei gibi markalar yoktu. İskandinav ülkelerinin üretiği Ericson ve ABD´nin ürettiği Motorola vardı. ASELSAN ikisinden de daha iyi ve küçük olan ASELSAN 1919 modelini üretti. Yok sattı. Cumhurbaşkanı Demirel´e hediye edildi. Azerbaycan´a ihracat yapıldı. Hemen ardından 1920 ve 1923 modelleri üretildi. Hainler boş durmadı, üretimin başındaki mühendislere dava üstüne dava açıldı. Tek dağıtım ağı olan KVK, ASELSAN yerine Motorola´yı dağıttı. Şer odaklarının devlet içindeki uzantıları devreye girdi üretim sonlandırıldı.
Onlarca üretim hamlesi dış güçlerin içerdeki uzantıları eliyle sonuçsuz bırakıldı. Türkiye Avrupa´nın pazarı olmaktan öteye gidemedi. 2000´li yılların başından itibaren ise tek parti iktidarı ile tanıştı. Tek parti iktidarı karşısında istemezük cenahı uzun süre cılız kaldı. Bu zaman zarfında terörle mücadele ederken müttefiklerimiz silah ambargosu kaydu. İsrail, Heron´ları satmadı. Türkiye kendi üretme kararı aldı. Genç bir mühendis olan Selçuk Bayraktar, tıpkı öncekiler gibi gece gündüz çalıştı. SİHA´ları, İHA´ları, TİHA´ları üretti. Roketsan yerli füzeleri, MKE Milli piyade tüfeğini, BMC zırlı personel taşıyıcıları üretti. Milli helikopter ve milli tankların portotipleri üretildi. Dışarıdan sipariş aldı.
Bunu gören dışardaki rakiplerimiz, motor bizim diyerek engel oldu. İçerdeki uzantılar kıpırdadı. İktidar pes etmedi. Üretimden vazgeçmedi. Milli tank ve motor üretimi için ihale açtı. Açılan ihaleyi alan BMC çalışmaya başladı. Son seçimlerden sonra bitti biraz kanlanan yaptırmazıkcılar saldırıya geçti. Hem de parlemento kürsüsünden.
Birisi çıktı, ?SİHA´lar sivilleri vuruyor? dedi. Birisi, ?Bu silahları üretirsek ülkenin başı savaştan çıkmaz, bunların hepsini devletleştirip kapatalım? diyecek kadar küstahlaştı. Diğeri palet fabrikası bahanesi ile ?Yaptırmam? diye tutturdu. Şimdi ilk tanıtımı yapılan yerli otomobile taktılar kafayı. Zihniyet hiç değişmedi değişmeyecek.
Peki yine mi pes edecek, yine mi sadece seyirci kalacağız? Yine Demirağ´ların, Hürkuş´ların, Erbakan´ların, gencecik ASELSAN mühendislerinin başına gelen, Bayraktar´ın, Sancak´ın, ortak araba üreten beş iş adamın başına mı gelecek?... Korkmuyorum dersem yalan olur...