Ebu Eyyûb el-Ensarî şöyle anlatmaktadır: “Hz. Peygamber, İsrâ gecesi Hz. İbrahim’in yanına gittiğinde Hz. İbrahim, ‘Yanındaki kim ey Cibril?’ dedi. Hz. Cebril de: ‘Bu Muhammed’dir ’dedi. Hz. İbrahim (a.s.) de, ‘Ey Muhammed ümmetine emret, Cennete çok fidan diksinler. Cennet toprağı güzeldir, arazisi de geniştir.’ dedi. Hz. Peygamber, ‘Cennete fidan nasıl dikilir?’ diye sorunca, Hz. İbrahim de: “ Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh= Güç ve kuvvet ancak Allah’ın ihsanı ile vardır.” cümlesini söyleyerek olur!’ dedi. (Ahmed, Müsned,V. 418)
Başka bir rivayete göre de Hz. İbrahim(a.s.), Cennete fidan dikilebilmesi için: “Süphânellâhi ve’-l-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh’il aliyyil azim =Allahı noksan sıfatlardan tenzih ederim, her türlü övgü Allaha mahsustur. O’ndan başka ilâh yoktur. Allah en büyüktür. Güç ve kuvvet ancak aziz Allah ile vardır.” denilmesini söylemiştir.
TEVEKKÜL ETMEK.
Müminde bulunması gerek en en önemli özelliklerden birisi de tevekküldür. Tevekkül, elimizden gelen gayreti gösterdikten sonra sonucu Allah Tealâ’ya havale etmektir. Sevinçte-kederde, bollukta-darlıkta, her zaman, her anımızda Allah’a sığınmaktır, güvenmektir. En zor anlarımızda, yanımızda kimseyi bulamasak dahi, ümidimizi kesmeden el açıp Yüce Rabbimizden yardım dilemektir. Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) ve Hz. Ebû Bekir Medine’ye hicret için yola çıkmışlardı. Durumdan haberdar olan müşrikler her tarafta onları aramaya başlamışlardı. Takip edilmemek ve müşrikleri şaşırtmak için Allah Resul’ü, yol arkadaşıyla birlikte Sevr dağında bir mağaraya sığınmıştı. Müşrikler bir ara mağaranın önüne kadar gelip dayanmışlardı. Bu esnada Hz. Ebû Bekir, “Yâ Resulallah eğilip ayaklarının dibine bir baksalar bizi görecekler!” sözüyle endişesini dile getirmişti. Allah’a karşı her daim tam bir güven ve teslimiyet içinde olan Resulallah Efendimiz şöyle diyerek arkadaşını sakinleştirmiş ve bir yönüyle bize tevekkülü öğretmiştir: “Üzülme! Allah bizimle beraberdir. Allah’ın yanında olduğu iki kişi hakkında neden endişe ediyorsun ki?( Buharî,Fedâilü’l-Ashâb,2)
Ebû Zerr şöyle anlatmaktadır: “Hz. peygamber bana, “Ey Ebu Zerr, Seni, Cennet Hazinelerinden bir Hazineye yönlendireyim mi ?” dedi. Ben de “Evet anam babam sana kurban olsun ya Resulallah!” dedim. Hz. Peygamber de ‘Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh cümlesini çok söylemelisin!’ buyurdu.”(Hâkîm,IV. 290)
SADAKA-İ CARİYE
Cenab-ı Allah’ın biz insanlar için yarattığı nimetleri saymak mümkün değildir. Bu eşşiz ve sayısız nimetleri O’nun rızası doğrultusunda kullanmak; nankörlük etmemek, İsraf etmemek ve muhtaç olanlarla paylaşmak mümin olmanın ve takva bilincine sahip bulunmanın İlk şartıdır. Nitekim Cenab-ı Allah: “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe erişemezsiniz. Ne harcarsanız Allah onu hakkıyla bilir” buyurmaktadır (Âl-i İmrân,3/92).
Hiç şüphesiz yaşadığımız sürece Hakk Tealâ’nın bize bahşedip verdiği nimetleri sadece kendimiz için harcayıp tüketmek yerine, toplumun faydası için de kullanma erdemini göstermemiz de son derecede önemlidir. Çünkü bu davranış, geçici dünya nimetlerini, ebedi hayatı kazanmak için bir vesile kılmak olacaktır. Hz. Peygamber Efendimizin şu hadisi buna işaret etmektedir: “İnsan ölünce üç şey dışında ameli kesilir. ‘Sadaka-i cariye yani faydası kesintisiz devam eden hayır, kendisinden faydalanılan ilim ve kendisine dua eden hayırlı evlat!” (Müslim,Vasiyye,14.) Faydası kesintisiz olarak devam eden sadaka-i cariyelere örnek vermek gerekirse, ecdadımızın çokca yaptırdıkları camiler, mescitler, çeşmeler, hastaneler, kütüphaneler, okullar, köprüler, parklar, bu gibi hayır yerlerinin bakım ve onarımları; iyileştirilmeleri sayılabilir.
Sadaka-i cariyeler yaptırmanın ve insanlığa faydalı ilim üretmenin ve bunları yayınlamanın-yaymanın amacı; iyiliğimizin, infakımızın ve yardımlarımızın kalıcı olmasını, bizler öldükten sonra da sevaplarının sürekli hale gelmesini sağlamaktır. Cenab-ı Hakk kabul buyursun inşallah!