Çağımızın en önemli problemlerinden birisinin de ekolojik dengenin bozulması ve buna bağlı olarak çevre kirliliği sorunu olduğunu bilmeyen yoktur sanırım. Yeryüzündeki tüm canlıların yaşantılarını sürdürebilmesi için Yüce Allah, insanın da içinde bulunduğu tabiatı canlı ve cansız varlıklarıyla birlikte bir düzen ve denge içinde yaratmıştır. Bu dengeye, düzene maalesef insan zarar vermektedir. Oysaki insanın görevi Yüce Allah’ın bu eşsiz nimetlerinin kıymetini bilmesi ve onu güzel bir şekilde değerlendirmesidir.
Bu sorun sadece bizleri değil, tüm dünyamızı ve gelecek nesillerin sağlıklı bir çevrede yaşama imkânlarını da tehdit ediyor. Bu nedenle yaşanılan tüm çevre sorunlarının aşılması için kapsamlı ve bütüncül bir çevre bilincinin geliştirilmesi yani zihinsel, sosyal, duygusal, fiziksel ve ahlaki boyutlar da dahil olmak üzere gelişiminin tüm yönlerinin ele alınması gerekiyor.
Çevre derken, insanların ve diğer canlıların içinde yaşadığı tüm bu doğal ortamları anladığımız gibi, çevre kirlenmesiyle de bu doğal ortamların bozulmasını ve kirlenmesini anlamamız gerekiyor.
İnsanın yaşadığı çevresini evi, bahçesi, kullandığı araç, soluduğu hava, içtiği su, içinde yaşadığı il, ilçe, köy ve beraber yaşadığı insanlar oluşturduğu gibi, toplumun bütün fertleri tarafından paylaşılan denizler, göller, nehirler, caddeler, yollar, dağlar ve ormanlar da yine çevreyi oluşturmaktadır. Buraları kirletmek, çöp ve pislik atmak ahlaki yönden çok yanlış olduğu gibi dinen de günahtır.
Oysa insan olarak görevimiz bizlere bırakılan emanete saygı göstermek, titiz bir şekilde korumaktır. Doğal kaynakları kullanırken veya tüketirken kesinlikle israf etmemektir.
İnsanların kendi işledikleri kötülükler sebebiyle doğanın dengesinde bozulmalar başlamıştır. Günümüzde, çoğu zaman, sigara izmaritini, çekirdek kabuğunu, bir çikolatanın ambalajını ya da kendimize göre önemli görmediğimiz bir şeyi yollara atıveriyor; insanların dinlenme ve piknik yeri olarak kullanılan yeşil alan, ormanlık, ağaçlık veya park yerlerine, yiyecek ve piknik atıklarını bıraktıklarını ve bazı yerleri de tuvalet gibi kullanarak kirlettiklerine üzülerek tanıklık ediyoruz. Bu durumdan da insanın kendisi zarar görmektedir. Bu olumsuz tutum ve davranışlar, bizce ufak bir hareketmiş gibi görünse de onun içinde kul hakkına ve kamu hakkına varan bir sorumsuzluk ve duyarsızlık örneği de sergilenmektedir. Oysa insanın yararına sunulan her şey Allah'ın insana verdiği bir nimet ve emanetidir.
Doğal dengenin oluşmasında ağaç ve orman önemli bir rol oynar. Toprağın en büyük dostu olan ormanların lüks otel veya yazlık ev yapma sevdasıyla hızla tahrip edilmesi; çevreyi kirleterek karadaki ve denizdeki yaşayan canlıların öldürülmesi sadece çevreye karşı işlenmiş bir kötülük değil, aynı zamanda aynı ortamı paylaşan diğer canlı ve cansız varlıklara karşı işlenmiş bir suçtur.
İnsan sahip olduğu özellikleri ve üstünlükleri sebebiyle çevreyi sorumsuzca kullanamaz. Çevreyi kirleten, doğal zenginlikleri aldırış etmeksizin, önemsemeyerek kullanan bir kimse, dolaylı olarak insanlara ve diğer canlılara zarar vermektedir. Oysa Hz. Peygamber bir hadisinde, "Müslüman, Müslümanın elinden, dilinden güvende olduğu kimsedir" buyurmaktadır. İnsan çevreyi temiz tutmadığı, istifadesine sunulan doğal zenginlikleri gereği gibi kullanmadığı takdirde kul hakkına da tecavüz etmiş olmaktadır.
Her tür hastalıktan korunmanın ilk şartı da temiz olmak ve temiz ortamlarda yaşamaktır. Özellikle Müslüman’ım diyen kişiler maddi ve manevi yönden daima temiz olmak zorundadır. İnsanlar hem evlerinin, çevrelerinin, kullandıkları sokakların, park ve bahçelerin temizliğine hem de beden temizliğine önem vermeli, manevi ve ahlaki temizliğe de dikkat etmelidirler.
Ne yazık ki günümüzde dünyevi hırslarının esiri olan insan, çevresiyle dostça, adil ve insaflı bir ilişki kuramamakta bütün canlılara nefes olan ormanları yakmakta, karnını doyurduğu toprakları çölleştirmekte, nehirleri kirletmekte velhasıl kendisine hizmet eden bütün kaynaklara zarar vermektedir. Oysa çevremize sevgi ve şefkatle davrandığımız ölçüde insan olarak sağlık, huzur ve mutluluk içinde yaşayabiliriz. Aksi hâlde asıl zarar görecek, kaybedecek olan tabiat değil, insanın bizzat kendisi olacaktır.