USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

Derler Ki Sivas’ta Bülbül Ötmezmiş

09-10-2024

Fatma Pekşen[1]

Derler ki Sivas’ta bülbül ötmezmiş.

İslâm âleminin üç şemsinden birisi olarak bilinir Şemsi Sivasi. (Diğerleri ise Fatih Sultan Mehmet Han’ın hocası Akşemsettin ile Mevlâna’nın yoldaşı Şemsi Tebrizi’dir.)

Şemsi Sivasi, nam-ı diğer Kara Şems, her sabah seher vakti, sabah namazını kıldıktan sonra pencere kenarına ilişir, sesli sesli Kur’an-ı Kerim okurmuş. Penceresine konan bülbül ise dem çeker, bir yere ayrılmazmış. Günler bu minval üzere sürüp giderken, bir gün Şemsi Sivasi bülbüle demiş ki: “A mübarek kuşcağız. Ya sen sus, ya ben susayım. İki bülbül bir arada ötmez.”

Bir daha ötmemek üzere bülbül susmuş. İyi ki de susmuş. Bu yüzden Sivas’tan çok hâfız çıkarmış. Eğer bülbül susmasa, ötmeye devam etseymiş böyle olmazmış. O zamandan beri, ilçelerde, köylerde bülbül ötse dahi, Sivas’ın içinde ötmezmiş.[2]

İşte halk arasında böyle anlatılır Sivas’ın bülbülü. Söz dinleyen bir kuş olduğuna kanaat edilir. Sevilir, hürmet edilir. Hz. Muhammed’in remzi olan güle olan sevdasının yüzü suyu hürmetine apayrı bir yerde tutulur.

Gene halk arasında hafızlara “Kur’an Bülbülü” benzetmesi yapılır. Kıraati düzgün olan hocaya “Bülbül Hoca” lakabı yakıştırılır. Bülbülün Yasin-i Şerif’e ezber olduğuna, her sabah gün ağarırken Yasin okuduğuna inanılır.

Edebiyatımızda geniş bir yere sahip olan bu narin hayvanın çiçekler padişahı güle olan sevdası herkesçe malumdur. Maniden türküye, ninniden ağıda, şiirden şarkıya her alana konu edilir. Resimleri çizilip, tabloları yapılır; ketenlere ipeklere nakış nakış işlenir.

Güle sevdalı olan bülbülün, onun açmasını merak ettiği söylenir. Daha tomurcukken başında beklemeye başladığı, sabaha kadar kıpırdamadan durur izlediği, iyice yorulduğu zaman, bir anlık da olsa uykuya yenik düştüğü anlatılır. Bu bir anlık dalgınlıktan ayıldıktan sonra, gülün harlanıp açtığını, mis gibi kokular saçtığını görünce de derin bir üzüntüye gark olduğu bilinir.

Âşık olduğu gülün, kendisine değil de başka birisine açıp, bayıltıcı kokusunu saçtığını fark eden bülbülün konduğu daldan üzüntüyle yere düştüğü söylenir. Düşerken de gülün dikenlerinin vücuduna battığı, akan kanlardan, esasen beyaz olan goncanın renginin kırmızılaştığına inanılır.

Sair zamanlarda fazlaca ötmeyen bülbülün, güllerin açacağı mevsimde şakıması, dem çekmesi onu diğer kuşlardan farklı bir yere koyar. Andelib ya da hezar olarak da isimlendirilen bülbülün yuvası ise aşiyan olarak bilinir. Bülbülüşeyda, (yani aşk yüzünden aklını yitirmiş, çılgın) olarak adlandırılan bu kuşcağızın erkek, gülün ise kız olduğuna inanılır.

Sivas kırsalında onunla alakalı olarak anlatılan bir efsane vardır: Hz. İbrahim ateşe atılınca, bülbül ateşi söndürmek için gagasıyla su taşımış. Onun bu halini gören diğer kuşlar, dalga geçerek “senin bir damla suyun kocaman ateşe ne yapabilir? Vazgeç bu işten” demişler. Bu sözlere içerleyen bülbül de “Benim elimden gelen bu; ateşi söndüremesem bile bu uğurda yanarım” diyerek çalışmasını sürdürmüş. Bu olaydan sonra bülbüle mükâfat olarak güzel ses verilmiş. Bundan dolayı bülbül güzel ötermiş.[3]

Bilge insanımız tarafından geliştirilen halk takviminin dönemlerinden birinde de, bülbüllerin ötme mevsimi diye yer alır bu uysal kanatlı. Şaşmaz nizamıyla devridaim eden dönemler, gül açımı, orak zamanı, dutların kazana girme zamanı, soğan sökümü, yaprak dökümü tarzında sürer gider.

Yurdun pek çok yöresinde olduğu gibi, Sivas civarında da duygu yüklü, çok miktarda mani bulunur. Bunlardan, konu başlığı itibariyle bülbüllü olanlardan seçilen güldeste şöyle sıralanabilir:

 

Güle güle

Bülbüle güle güle

Yâr üstüme yâr sevmiş

Yaşasın güle güle

Duydum ki deli çıkmış

Bayıldım güle güle

 

Gül fidanı

Karanfil gül fidanı

Dilin bülbüldür gûya

Kametin gül fidanı

 

Kayalar karda aldı

Bülbüller zarda kaldı

Gönül kapım kilitli

Anahtar yârda kaldı

 

Entarisi fitilli

Nerden aldın bu dili

Bu dil buranın değil

O şehirin bülbülü

 

Mangal oldum külüm yok

Bülbül oldum dilim yok

Ayrılık gömleğini

Benden başka giyen yok

 

Ocak isen küle gel

Bülbül isen dile gel

Aşkından deli oldum

Gâvur isen dine gel

 

Bu dala bülbül bu dala bülbül

Konma bu dala bülbül

Bu dal seni kandırır

Kanma budala bülbül

 

A benim gül efendim

Dili bülbül efendim

Ben burda kan ağlarım

Sen orda gül efendim

 

Garibim dağ gezerim

Bülbülüm bağ gezerim

Yüz yerde yüz yârem var

Arımdan sağ gezerim

 

Gel benim nazlı yârim

Bülbül avazlı yârim

Tütünüm arşa çıktı

Ateşi gizli yârim

 

Gül yârim

Şad ol yârim gül yârim

Ben olurum bülbülün

Sen olursan gül yârim

Ben ateşe yanayım

Sen karşımda gül yârim

 

Gel benim gül efendim

Dili bülbül efendim

Ben boşa kan ağlarım

Sen orda gül efendim

 

Gül efendim

Bülbüle gül efendim

Bir gülden ahdım aldım

Bir dahi gül efendim

Hüsnüne beni bülbül

Etmişsin gül efendim

 

Mecnunum dağ gezerim

Bülbülüm bağ gezerim

Yedi yerde yârim var

Ben nasıl sağ gezerim

 

Yana yana oldum

Bir mahbuba kul oldum

Kuş dili bilmez idim

Şakıdım bülbül oldum

 

Gonca idim gül oldum

Boy attım sümbül oldum

Bir dil bilmez kuş idim

Okudum bülbül oldum

 

Ayrıldım gülüm senden

Dili bülbülüm senden

Ölüm ayrılsın derken

Dirim ayrıldı senden

 

Dağlar sen ne dağlarsın

Kardan kemer bağlarsın

Bülbülsen de gülsen de

Melûl mahzun ağlarsın

 

Sümbül ağlar

Lâle yok sümbül ağlar

Bugün bir bağa girdim

Gül güler bülbül ağlar

 

İki lüleli pınar

Bülbüller ona konar

Doya doya sevmedim

Yüreğim ona yanar

 

Başımda siyahım var

Bülbül gibi ahım var

Herkes gülüp oynaşır

Benim ne günahım var

 

Kaşlar sümbüle benzer

Yanağın güle benzer

Söyledikçe ağlarım

Dilin bülbüle benzer

 

Elif üstünde mimler

Bülbül yuvada inler

Benim gönlümde sensin

Senin gönlünde kimler

 

 

Bahçede gül titirer

Gülde bülbül titirer

Açma beyaz göğsünü

Göz görür can titirer

 

Ey bülbülüm zâr getir

Yârdan bir haber getir

Yâr sana mektup versin

Kanadına sar getir

 

Bülbül bir küçük kuştur

Ötüşü gayet hoştur

Kınaman beni dostlar

Ayrılık çetin iştir

 

Bülbül dalda esniyor

Dal bülbülü besliyor

Cennetin gülü gibi

Gönlüm seni istiyor

 

Gökte bulut tütüyor

Bağda bülbül ötüyor

Ötme bülbülüm ötme

Yâr gözümde tütüyor

 

Gül dibinde kor olur

Bülbül güle zar olur

Hasreti uzun süren

Dünyası zindan olur

 

Kâğıt içinde haşhaş

Dili bülbüllü gardaş

Dağlar kalksın aradan

Gavuşak bacı gardaş

 

Bağa girdim budanmış

Bülbül güle dadanmış

Seni yaradan Allah

Ne güzel de yaratmış

Sivas manileri içinde yer alan“Adilem Der” ile “Lâle Der” başlıklı katar manilerde de bülbüllü figürler yer alır:

Adilem der gül menem

Bülbül menem gül menem

Nazlı yârdan ayrıldım

Anın içün gülmenem

 

Adilem der gül yazar

Bülbül okur gül yazar

Yârinden ayrılanlar

Eli koynunda gezer

 

Adilem gül dağıdır

Gül de bülbül dağıdır

Şu yârimin gülüşü

Akıl koymaz dağıdır

 

Lâle der yâre gidem

Bülbülüm zare gidem

Gece pervane gibi

Yanmaya yâre gidem

 

Lâle der güle benim

Bülbüle güle benim

Sen benim efendimsin

Yar sana köle benim

 

Lâle der ferhadım[4] yâr

Şirin’im Ferhat’ım yâr

Sen gülsün ben bülbülüm

Artmada feryadım yâr

 

Lâle der Yasin çeker

Harf okur be’sin çeker

Bülbül gonca gül için

On bir ay yasın çeker

 

Gel sarılak bülbülüm

Açılmış gonca gülüm

Leblerin kiraz gibi

Tatlıdır tutu dilin

(Tutu, dudu, tutî, papağan)

 

Yer yitirir

Goncayı yer bitirir

Bir gülün açma vakti

Bülbülü yer bitirir

 

Yaz gelsin

Ne istersen yaz gelsin

Bülbül kavuşur güle

Şu kış geçsin yaz gelsin

 

Gülsün

Bülbül benim sen gülsün

Lûtfeyle bana bir bak

Kara talihim gülsün

 

Bağda dara

Zülfüngü bağda dara

Bülbülü gülden ötürü

Çekeller (çekerler) bağda dara

 

Üç gül diktim bahçemizde biterse

Dallarında garip bülbül öterse

Benim vadem senden evvel yeterse

Üç taş dikin mezarımın başına

 

Gül dâde bülbül dâde

Aşık gider Bağdat’a

Sadık ahbap bulmadım

Şu yalancı dünyada

 

Armut dalda dal yerde

Bülbül ötmez her yerde

Felek bizi ayırmış

Her birimiz bir yerde

 

Gül nerde bülbül nerde

Gülün dalları yerde

Mevlâm bizi ayırmış

Her birimiz bir yerde

 

Ördek nerde göl nerde

Bülbül nerde gül nerde

Bu nasıl ayrılıktır

Her birimiz bir yerde

 

Güle güle

Bülbüle güle güle

Yâr üstüme yâr sevmiş

Yaşasın güle güle

Duydum ki deli çıkmış

Bayıldım güle güle

 

Entarisi fitilli

Nerden aldın bu dili

Bu dil buranın değil

O şehirin bülbülü

Kuşun kuşluğunu, kışın kışlığını yaptığı dünyamızda, gün gelir, kuşun kanadıyla dosta haber uçurulur, gün gelir, bir kuş uçumu mesafedeki ana baba özlenir, gün de gelir kuşlar gibi yuva kurmanın hayalleri kurulur.

Kuştur bu. Herhangi bir canlıdan farklıdır. Kâh rengârenk tüyleriyle tozak yapılarak gelin başlığı hazırlanır, kâh misafire yapılan böreğin yüzüne bu tüyle yumurta sürülür, kâh da yastığa doldurularak deliksiz uykulara kulaç atılır.

Sesiyle, süsüyle, -bazen soframızı şenlendiren- etiyle, ıssız dağlar aşarak yaptığı postacılık vazifesiyle, hayatın tam da ortasında olması gerekendir.

Uçuşundan tünemesine, sesinden avcılığına kadar insanımızla hemhal olan ve her hareketinden ayrı mana çıkarılan bu kanatlı taifesine yüklenen vazife, aslında tahmin edilenden de zordur.

Kartal, Doğan, Şahin, Sungur, Tuğrul/Dumrul gibi erkek isimlerine, Suna, Güvercin, Sülün, Hüma, Turna, Sumru, Kumru gibi kadın isimlerine yakıştırılan kuşların görevi haylicedir.

Yüreği yanık insanımız bulutun yüklenemediği, derenin üstlenemediği, toprağın kabul edemediği nice sıkıntıyı onun gagasına, kanadına bağlar, onun şakımasıyla dillendirir; bazen türküyle, bazen maniyle meramını anlatma yoluna gider.

 

Karşıda kuş oturur

Kuş kuşa duş oturur (duş: karşı karşıya)

Yıktın gönül evimi

Şimdi baykuş oturur, örneğinde olduğu gibi…

Gene kocası ölünce baba evine dönen bir gelinin,

Yayım yok ki pamuk atam,

Evim yok ki nerde yatam?

Ben yuvasız bir kuş oldum

Ben yuvamı nerde yapam? Biçiminde, sızısını kuşlar üzerinden bu şekilde dile getirdiği bilinir.

Ölüm gerçeği ile karşılaşan bir başkası ise,

Ne etmeli şu dünyanın ziynetin

Akıbeti ölüm olduktan geri

İsterim bahçemde bülbüller ötmez

Benim gonca gülüm solduktan geri, dizeleriyle dünyanın sonlu olduğunu dile getirir.

Gamını kederini, sevincini neşesini, sevdasını sızısını tığla, iğneyle, kirkitle, mekikle oyaya, dantele, kilime, halıya, çoraba döken, gurbetteki yârine, askerdeki evladına olan hasretini gökteki kuşlar aracığıyla dillendiren Anadolu kadını, yüreğindeki közü bu ve benzeri şekillerle hafifletme yoluna gider.

Mesela Şarkışla yöresinde, asker sevdiğine hediye çorap ören, konç kısmına da gül, sümbül, tüfek gibi motifler işleyen tazecik utançla edebin, sevdayla hasretin harmanlandığı hislerle,

İşledim çorabı gonca gül ile

Severdi gülünü bülbül dil ile

Beklerim yolunu bir ömür bile

Gülerek git asker yârim gülerek

 

Dalından kopmuş gülüm

Uçtu gitti bülbülüm

Yol uzak kolum kırık

Eğme boynun sümbülüm, der.

Gene kilim ve halı dokumakta mahir olan yöre kadınının söylediği manilerden birinde daha yer alır kanatlılar:

Enli kenar dar kenar

İçine bülbül konar

Bu halılar çıkalı

Kızlar saçını yolar.

Ne kadar güçlüdür halk kültürümüz! Ağıttan gelin ağırlamaya, ninniden bozlağa, semahtan uzun havaya kadar genişleyen yelpazesiyle öylesine zengindir ki… İşte Sivas yöresinde söylenen kına türkülerinden birinde de gene gamlar acılar sızılar, göklerin padişahları vasıtasıyla dillendirilir:

Üç kuşudum döneridim havada,

İndirdiler kavurdular tavada,

Anam beni koydu gitti yuvada,

Anamı anamı, benim anamı,

Ezdiler de yakmadılar kınamı.

Kilimin ucuna nakış diyorlar,

Gurbetin yoluna yokuş diyorlar,

Kız anam git yerine yakış diyorlar,

Anamı anamı, benim anamı,

Ezdiler de yakmadılar kınamı.[5]

 

Bıldırcın vurdum kalkmaz

Aman da sürmelim oy oy,

Göğsü de düğmelim ey ey

Kanı göllenir akmaz,

Nakarat

Bıldır ki sevdiğim yâr,

Nakarat

Bu yıl yüzüme bakmaz[6]

 

Hitamında minik bir elin resmedildiği mektuplarda da direkt olarak dillendirilemeyenler, maniler vasıtasıyla kuşlar üstünden ifade edilir:

Sabahtan öter keklik

O yardan gelmiş mektup

Bir yüzü selam kelam

Bir yüzü de gurbetlik

 

Sabahtan öter bülbül

O yardan gelmiş bir gül

Kokladım doya doya

Yardan başkası değil[7]

 

Gene yekûnu haylice olan yöre türkülerinden birinde:

Ara ver de karlı dağlar ara ver

Al bu mektubu da götür yara ver

Yar hasreti yüreğimi yakıyor

Uçan kuşlar bu haberi yara ver, dizesiyle, vazife bir kuşa yüklenmektedir.

Mektup Selam Söyle Benden Sılaya adlı türküde:

Bu nasıl kuşumuş da yuva yapmamış oy,

Yaptığı yuvayı da tamam etmemiş oy oy oy da zalım eller oy

Sanki benim derdim bana yetmemiş oy

Bir dert de sen bana yükledin felek oy oy oy da yıkılası dağlar oy, ifadesi kullanılmıştır.

Sivas kırsalında oynanan kadın halaylarının bazısında, kadınlar tarafından topluca seslendirilerek türkülü mani söylenir. Düğün, taş çekme/bulgur öğütme gibi çeşitli durumlarda, yöre ağzıyla söylenenlerden birisinde, hassaten bülbüle gönderme yapılır:

Oynar oynar. Herkes sevdüğni bekler

Oynar oynar. Bülbül dalıni bekler

Oynar oynar. Bir yiğit sevdüğinin

Oynar oynar. Gırk yıl yolini bekler

Divriği yöresi ağızıyla telaffuz edilecek olursa legleg, garatovuh, ağbaba, alacagarga, garazağ, b.kkargası, ürülük, darahguşu, serçe, suğurcuh, İshakguşu, ibabop, tutkuşu, gögerçin, keklik, dağlı, gırlangıç, pisikguşu, duduguşu, bayguş, ağaçkakan, bıldırcın... ve diğerleri.[8]

Yani kanatlılar. Kümese, ahıra sığmayan, saçak altında, kovukta, ağaç dalındaki, bacadaki yuvasında yaşayan uçarlar. Yumurtası çatlayıp hayata “merhaba” dediği andan itibaren göklerin özgürlüğünü tadanlar.

Ürülük. Yani kartal. İri bir karga olarak düşünülür ve kundağıyla çocuğu kapacağı endişesiyle korkulur da.

Alacakarganın kuyruğuna “terzi makası” denir. Efsaneye göre vaktiyle terzi imiş bu kuş. Hatırlı bir müşterisinin, okka çeken kıymetli bir kumaşını inkâr edip, “ben öyle bir kumaş görmedim” demiş. Kumaş sahibi de beddua etmiş, “bir şey demiyorum daldan dala uçasın.” O gün bugündür uçmaktaymış.

Bir ismi de “ayağı lastikli kuş” olan taraklı kuş için de bir efsane vardır. Başında süslü tarağıyla bir gölekte yıkanan gelinmiş o da. Güzel mi güzel. Alımlı mı alımlı. Tesadüfen göleğe gelen kaynatasını görünce, “Allah’ım beni kuş et uçur! Ben bir daha kaynatamın yüzüne bakamam” demiş. Duası kabul olmuş anlaşılan. Uçup dururmuş. Fazla da görünmezmiş insanın gözüne.

Karga gelip bir ağaç dalına, damın ucuna filan konup ince ince ses çıkarırsa hayra yorulur. Misafir, mektup, müjdeli bir haber gibi. Zamansız öterse, bağa bahçeye yabancı birinin geldiğine, ötme fazla olursa yer oynayacağına yani zelzele olacağına inanılır. “Hayırlı haberse daldan dala, hayırsız haberse boynun altında kala” denir.

Leylek mart dokuzunda yumurta kırar. Çatıdan takırtı sesini duyan yaşlılar, “legleg yımırtasını gırıyı; çıhah da bahah” derler. (Yumurtadan önce çıkılmaz.) Yuvasında yeşil iplik/çaput varsa o evden ölü çıkacağına, kırmızı ya da beyaz varsa bebek doğma, evlilik vs. gibi müjdeli bir habere yorulur.

Halk takvimine göre mevsimlerin gelişi tabiat olaylarının gidişatına göre belirlenir. Bulutun hareketinden, güneşin puslu doğuşundan, arının çokluğundan tahminde bulunan ve ekseriyetle de tahmini tutan cümle insanımız gibi Sivaslı da bu hususta mahirdir.“Yaz, bir kuşum var ötmeyince, bir otum var bitmeyince gelmem, dermiş” denilir. Ottan maksat üzerlik otu, kuştan maksat da ibibik kuşudur.

Mart ayının ilk dokuz günü fırtınalı geçer. Dokuzunda ise leylek gelir. Bu yüzden bu fırtınanın adına leylek fırtınası denilir. Doksancıl kuşu adıyla bilinen bir kuş da gene bugün dışarı çıkar. Kış girerken/karakışın başında doksan tane kuşu alıp yuvasına giren bu kuş, her gün birini dışarı atarmış. Doksanıncısını attığı gün de mart dokuzuna tesadüf edermiş.[9]

Eskiler yerleşecekleri yerleri bile kuşlar aracılığıyla tayin etme yoluna gider, “bir diyarda kekik bitip keklik öterse kal o diyarda. Bir diyarda saz biter kaz öterse kaç o diyardan” derler.[10]

Sivas yöresinde yurdun diğer yörelerinde olduğu gibi kuşlar hakkındaki inanışlar üstte yazılanlarla sınırlı değildir. Mesela, avcılar turna kuşunu vurmanın uğursuzluk getireceğine inanılır. Bir turna vurulduğunda onun eşi, yedi yıl arar, ararken de avcıya beddua eder diye düşünülür. Bu yüzden avcılarca turnaya asla ateş edilmez.

Aynı şekilde, üveyik kuşunu da vurmazlar. Hz. Muhammet’in girdiği mağaranın önüne yumurtlayarak, onun gizlenmesine yardımcı olduğuna inanırlar. Üveyik avlayan avcının başına felaket geleceğine inanılır.[11]

Halk arasında “Hz. Ali’nin güzelliği keklikte, bakışı devede, kuvveti camızda, sesi turnadaymış” inancı bulunur.[12]

Yarasa, Hz. Süleyman kuşların kemiklerinden Melike Belkıs için saray yaptırmaya niyetlendiğinde, yağcılık yaparak hemen tüylerini döküp, kemiklerini vermeyi teklif eder. Hz. Süleyman’ı ikaz etmediği, ona yağcılık ettiği için yarasanın gündüz uçması yasaklandığına inanılır.

Bir köyde yaşayan leyleğin ve yuvasının o köye uğur getirdiğine inanılır.

Akbaba: Bir yerde leş olduğu zaman onun kanı göğe doğru çeker ve sütun gibi yükselirmiş. Bu kan direğini kilometrelerce uzaktan gören akbaba o tarafa doğru uçur ve leşi bulurmuş.

Baykuş/Korbağ Kuşu: Uğursuz bir kuştur. Gece ötmesi akla ölümü getirir. Öterken, “bu virane benim” dermiş. Kısmetinin Allah tarafından ayağına getirildiğine inanılır. Her gün üç serçe gelip ayağına takılırmış. O da ikisini azat eder, üçüncüsüyle karnını doyururmuş.

Bıldırcın: Hz. Ali küffarlardan kaçıp kavağa sığındığında, keklik, “Ali kavakta, Ali kavakta!” diye onun yerini haber verirken, bıldırcının, “sus cıfıt, sus cıfıt!” diye kekliği azarladığına inanılır. Bu yüzden bıldırcını kesmek iyi sayılmaz.

Bülbül: Yasin-i Şerif’in, bülbülün ezberinde olduğuna inanılır. Her sabah gün ağarırken Yasin okuduğu, Hz. Ali’nin, bülbülün okuduğunu bizzat işittiği anlatılır.

Çaylak (Sivas kırsalında hel): Avını yakaladığında, av korkudan çatlayıp ölürmüş. Kümes hayvanlarının en büyük düşmanı olan çaylağı havada gören çocuklar hep bir ağızdan, “Hel hel, Ganetleri tel tel, burada cücük yoh, Gayseri’de çoh!” diye bağırırlar. Ki çaylak köyden gitsin de kümesteki civcivler kurtulsun.

Çil Keklik: Çil keklik yakalanıp kafese konursa, kendi kendini boğarak öldürürmüş. Bunun için kırsalda, üzüntülü, düşünceli olup da ölene, “çil keklik gibi kendi kendini boğdu” denir. Çil kekliklerin birbirlerinin yumurtalarını çaldıkları bilinir. Bu yüzden birbirlerine kötülük edenler olursa, “çil keklik gibi yumurta mı çalıyorsun?” denilir.

Dohsan/Doksancıl Kuşu: Bu kuş kış başlar başlamaz doksan adet taşı alıp yuvasına girermiş. Bunlardan her gün bir tanesini dışarı atar, son taşı attığı gün de, “yaz geldi” diyerek yuvasından çıkarmış. Yazın geldiğini bu kuşun doğru bildiğine inanılır.

Güvercin: Beyaz güvercin bulunan ahıra cin, şeytan girmez, ahırda bulunan mallara nazar değmez diye inanılır. İçeride kanat çırpıp uçtuğu için, ahırın örümceklerini aldığı söylenir. Cennetten çıkma olduğuna kanaat edilir. Bu yüzden kuş etine cennet taamı denilir.Ayrıca güvercinin, “etimi yiyen doymasın, pisime basan onmasın” diye beddua ettiğine inanılır.

İbibik: Hz. Süleyman zamanında kuşların çavuşu olduğuna inanılır. Bu yüzden tepesinde çavuş işaretinin bulunduğu söylenir. (Ki, kimi yerlerde zaten adı Çavuşkuşudur.)

Karakuş/Kartal: Av bulamadığı zaman kartal bir tosbağa/kaplumbağa yakalar, havaya kaldırıp bırakır, parçalanan tosbağayı yerken de, “tıs tas, tosbağanın eti hepsinden has” der.

Karga: Haberci olduğuna inanılır. Misafir geleceği, müjdeli haber geleceği bunun ötmesi ile anlaşılır. Habil ile Kabil meselesinde, bir alakarganın başka bir kargayı gömdüğünü gören Habil’in kardeşini gömdüğü, ilk mezarın böyle ortaya çıktığı söylenir. Ve karga, cenazenin piri kabul edilir. Israrlar öten kargaya, “hayırsan daldan dala, şer isen boynun altında kala” denilir. Üç dört taneden fazla bir araya gelip de bir evin damında şamatayla öterse, hayırlı haber geleceğine işaret eder. Bir insanın yoluna karga sürüsünün çıkıp da ötüşmelerine de uğur olarak bakılır.

Keklik: Müzevir bir kuş olarak bilinir. Hz. Ali’den beddualı olduğuna inanılır. Düşmanlarından kaçan Hz. Ali’nin bir kavağa sığındığı, bunu gören kekliğin de, “Ali kavakta, Ali kavakta!” diye öttüğü söylenir. Bu arada, ona kızan bıldırcının da kekliğe, “sus cıfıt, sus cıfıt!” dediğine inanılır. Küffarların kavağı kesince, Hz. Ali’nin kanının kavaktan aktığı, bu kanla kekliğin elini yüzünü yıkadığı, bu yüzden kekliğin gaga ve ayaklarının kırmızı olduğu anlatılır. Hz. Ali’nin “Allah, kamalaklar olasın!” diye beddua ettiği, bu yüzden kekliğin kışın kamalak olduğu söylenir. (Kamalak: Karlı havada kanatları ıslanarak uçamaz hale gelen keklik)

Kumru: Sürekli Allah’ı zikreder. Bu yüzden kesilmesine günah denilir. Kumrunun ötüşü uğurlu sayılır. Kumru dışındaki diğer kuşların “pisime basan onmasın, yüzüme bakan doymasın” dediğine inanılır. Kuşçuluk yapanların bu yüzden onmadıklarına, zenginleşemediklerine inanılır.

Leylek: “Sekizinde gelmem, dokuzuna kalmam” der, mart ayının 8’ini 9’una bağlayan gece gelirmiş. İlk geldiğinde ağzında su getirirse, yağmurun bol, çaput getirirse çok ölen olacağına inanılır. “Yaz gelince kendime çardak yapacağım” der, yaz gelince de unuturmuş.

Serçe: Bu ufacık kuşun soğuğu sevdiği, işte bu yüzden kışa dayanıklı olduğu, donmadığı söylenir.

Sığırcık: Sığırcıkların her sabah “Vel fecr” suresi okuduğu söylenir. Bunları da keramet sahipleri ve iyi insanlar duyarmış.

Tavus kuşu: Cennetten çıkma bir kuş olduğuna inanılır. Kuyruğunun uzun ve süslü olmasının sebebi bu imiş.

Üveyik: Hz. Muhammet’in gizlendiği mağaranın önüne yumurtlayarak yakalanmasına engel olduğu için kutsal sayılan bir kuş olarak bilinir. Yöre avcıları üveyik vurmaz, vurulması halinde başlarına büyük bir felaket geleceğine inanırlar.[13]

Kangal yöresinde de güvercin gibi turna avlamak günah sayılır. Çünkü turnanın eşinin yedi yıl yas tutup, beddua ederek dolaştığına inanılır. Güvercinin hicret esnasında Hıra Mağarası’nın önüne yuva yaparak düşmanları şaşırttığına, Resul’ü koruduğuna inanılır.

Kuşlar hakkındaki inançların çoğu avlanma ile alakalıdır. Av tutulma, yani avlanamama meselesinde olduğu gibi. Mesela avı tutulmuş bir avcı, muska yazdırdığı, tüfeğine kurşun döktürdüğü gibi, avda ilk olarak saksağan avlayarak avının açılmasını sağlar. Vurulan kuşun gagasının açılması halinde avın tutulacağına, gene vurulan kuşun kedi tarafından kaçırıldığında da avın tutulacağına inanç yaygındır.[14]

Ulaş ve çevresinde oluşturulan halk eğlencelerinde oynanan deve, koyun satma gibi hayvan konulu oyunlardan birisi de bülbül oyunudur.[15]

Ulaş civarı el sanatlarında kullanılan kuş motifleri mutluluk, haber ve sevince işaret eder. Gene kuş motifi özlem ve hasreti de betimlemektedir. Kuş figürü insanı temsil ederken, uçmak da cenneti temsil eder. Kuş motifleri Başkurtlar da kutsal kabul edilir.[16]

Gene yöredeki mezar taşlarında kullanılan kuş motiflerinde de cennet temsil edilmektedir. Kuş motifinin bir anlamı da Hacı Bektaş-ı Veli’nin Rum diyarına güvercin donundan gelme inancı yatmaktadır.

El sanatlarının uç örneklerinin vücut bulduğu ülkemiz genelinde olduğu gibi, Sivas yöresinde de çeşitli el işleri, el sanatları yapılmaktadır.

Sivas halıları ilmek sayısı bakımından kaliteli bulunup, bin bir emekle ortaya çıkarılan değerli eşyalardandır. Envai tür motifin kullanıldığı bu halılarda, kuşlu, çeşmibülbül ve tavuskuşu modelleri, kuşlardan alınan ilhamla vücut bulan modellerdendir.

Çoraplarda ise, bitkisel motiflerin yanı sıra çulukburnu (çulluk/hindi), ceylan, ejderha, büyük yılan, küçük yılan, deli yılan, sülüklü, balıksırtı, kazayağı, koyungözü, koçboynuzu, horozibiği, deveboynu, pireyle bit gibi hayvansal motifler sıkça kullanılır. Bu hayvansal motiflerden birisinin ismi de bülbülgözüdür.

Sivas merkezde örülen çoraplardan birisinin adı da mektupludur; ki ağzında mektup olan kuş figürüdür. Eski dönemlerde, askere gidecek delikanlılara hediye edileceklerdendir.[17]

Sivas tarakçılığında tatbik edilen modellerde de kuğu, balık, kelebek, kuş, kartal, türünden hayvani motiflerine başvurulur.

Tülbent/yazma kenarlarına tığla işlenen, çok ince bir oya türünün adı da bülbül dişidir. Kimilerinde sıçandişi olarak da bilinen bu oya, daha çok yaşlı kimselerinkine yapılır.

Tarih boyunca, sembol, tılsım, nişan, sikke, nazarlık, sancak gibi kimi nesnelerde güç, korunma gibi maksatlarla kuş motiflerine sıkça yer verildiği görülür. İşlenecek yerin cinsine göre iğneyle, tığla, oymayla kakmayla kuş figürü sabitlendiği gibi, taş oymacılığında da varlığını gösterir. Hassaten anka, kartal, şahin, tuğrul, doğan gibi avcı, yırtıcı kuşların konu edildiği bu canlılar, Türk devletlerinin pek çoğunda sembol olarak kullanılagelmiştir.

Gökyüzünün bu hür kuşlarından kartal ve şahin motifleri, Divriği Külliyesi’nin Ulucâmii kısmının, Çarşı/Batı kapısındaki nişlerde, kanatlanmaya hazır vaziyette halen durmaya devam etmektedir. Burada yer alan üç panoda, ikisi çift ve biri de tek olmak üzere beş kuş kabartması,sanat tarihi açısından son derecede dikkate değer bulunmaktadır. Türk toplum hayatında hükümranlık, yücelik, hayatın sürekliliği ve koruyucu ruh anlamlarını taşıyan avcı kuşlar, Mengücekoğulları hânedanının, başkentleri Divriği’ye armağan ettikleri armaları gibidir.[18]

Büyük ve bakımlı bahçeleriyle meşhur Divriği’de, gül mevsiminde, bülbüllerin de gelmesiyle tam bir şölen yaşanır. Bayıltıcı gül kokularına karışan bülbül şakıması insanları adeta bahçelere davet eder, gönüllere bayram sevinci yaşatır.

Bir de yaşlı Divriğililerin telaffuz ettiği,“Olamazsın Hasbahçe’nin bülbülü, garazağsın garazağsın garazağ”sözü de vardır ki, aslı kaba saba olduğu halde, kibar, görgülü görünmeye uğraşırken gülünç duruma düşenler için söylenir. (Zag/zağ, karga, kuzgun anlamına gelen farsça bir kelimedir. Ki karazağ da karakarga anlamına gelmektedir. Ötüşü sevimli bulunmayan karga ile dillere destan sesli bülbülün hiçbir şekilde birbiri ile kıyaslanamayacağı ima edilir.)

Sivas yöresi çocukları pek çok malzeme ve konu ile oyunlar oynarlar. Taştan bilyeye, cevizden değneğe uzanan, zevkli grup oyunlarından bazılarında da hayvan figürlü olanlarına rastlanır. Topal tavuk, topal keklik, topal ördek, topal karga, uzuneşek...[19]

Rüyada görülen karga, baykuş görmek işlerin kötü gideceğine, akbabanın uçtuğunu görmek iyiye, leş yediğini görmek harama yorulur. Leylek yolcuya, misafire işarettir. Zararsız kuşları görmek iyiliğe, güzelliğe, çirkin, yırtıcı olanlarını görmek ziyana kötü habere yorulur.

Kuşlarla İlgili Uygulamalar

Kuş yutturma: Herhangi bir şeyden korkup hastalanan, evhamlanan kimselere evkuşunun yüreği yutturulur. Eline çabuk bir kimsenin, (yenilebilen) kuşun başını kesmeden, direkt olarak yüreğini kesip çıkarttığı, yürek pır pır ederken, hastaya yutturulduğu, bunun üzerine de şifa bulduğu söylenir. (Daha sonra kuşun başı kesilip, temizlenip, pişirildikten sonra eti yenilir.)

Her kuşun eti yenmez dense de, kemiğiyle birlikte macun haline gelene kadar, kütük üstünde dövülen serçe eti ile yoğrulan iç’in tadına doyum olmaz diye bilinir. Hatta “Kuş etinden iç etti, Mahmut’u davet etti” diye bir de deyim vardır.

(İç: Divriği’de, ince bulgur, salça, domates, soğan ve yeşillikle iyice yoğrularak sulandırılan, haşlanmış asma yaprağı, beyaz lahana, evelik, turşu ile birlikte yenilen bir yemek türüdür. Çiğ kıyma veya kavrulmuş kıyma ile –hassaten kuş eti ile- hazırlanan, topluca yenilen bu eğlencelik yemek, son yıllarda sıvı yağ katılarak, etsiz hazırlanmaya başlamıştır.)

İslami kurallara göre, görünüşü iğrenç olmayan, leş yemeyen, avını pençesiyle yakalamayan saksağan, kumru, bülbül, kanarya, muhabbet kuşu, keklik, sülün, bağırtlan kuşu, güvercin, bıldırcın, tarla kargası, tavus, kırlangıç, baykuş, papağan, turna, saka kuşu, çalı kuşu, ispinoz, serçe ve sığırcık gibi kuşların eti helaldir. Bununla beraber Sivas kırsalında “kırk serçeden bir börek olmaz” sözüyle, bu ufacık hayvanların etine tamah etmemek gerektiği de nasihat edilmiş olur.

Bülbül çanağından su içirmek: Çok küçük bardağa veya fincana bülbül çanağı ismi verilir. Sevilen bir içecek küçük bir kapla sunulursa “Bu ne yahu? Bülbül çanağı gibi! Daha büyük bir kap bulamadınız mı?” denilir. Halk arasında şifa maksadıyla yapılan bir uygulama da, konuşamayan çocuğa bülbül çanağından/kuş suluğundan su içirmektir. Bunun üzerine çocuğun dilinin açılacağına, bülbül gibi şakıyacağına inanılır.

Sivas kırsalında tatbik edilen uygulamalardan birisi de karga ve serçe etinin dövülerek mayasıla karşı kullanılmasıdır.

Bülbülyuvası yurt genelinde bilinen, baklava hamuruyla ya da kadayıfla, minik yuva şekli verilerek yapılan şerbetli bir tatlıya verilen addır. Sivas yöresinde de sevilerek tüketilen bu tatlıdan galat, minik ama şirin evlere bülbülyuvası benzetmesi yapılır.

Türkülerde Kuşlar

Sivas, türkü yönünden oldukça zengin bir ildir. Harplerin, göçlerin, daha çok da acılı olayların cem olmasıyla dile gelen türkülerin birçoğunda, dertler kuşlar vasıtasıyla anlatılır.

Sivas kökenli, Bülbül Bir Yumurta Guzlar, Havalanma Telli Durnam, Gitme Durnam Gitme Yollar Iraktır, Ey Şahin Bakışlım, Yeşil Ördek Gibi, Yüce Dağ Başında Turna Teleği, Durnamın Kanadı Yeşil, Bülbül Bağa Girmiş Yapmış Yuvayı, Çığrışır Bülbüller, Kekliği Vurdum Uçtu (Sürmelim), Allım Guguk Durnalar, Üç Kuşuduk, Ey Bülbülü Şeyda gibi… Sayısız türkü vardır TRT repertuarında.

İçlerinden derlediğimiz bazı kuş’lu türkü sözlerinden bir güldeste sunalım istedik:

Dağlar Siz Ne Dağlarsız?[20]

Dağlar siz ne dağlarsız?

Kardan kemer bağlarsız?

Gül sizde bülbül sizde,

Siz ne der de ağlarsız?[21]

 

Çaya İndim Taşı Yok[22]

Çaya indim taşı yok

Yüzük buldum kaşı yok

Havada bir kuş gördüm

Benim gibi eşi yok

 

Dağda Ardıç Kurusu[23]

Ardıçlar bitişiyor

Bülbüller ötüşüyor

Ötme bülbülüm ötme

Yüreğim tutuşuyor

 

Sökün Ayı Geldi Çiğdemler Bitti[24]

Sökün ayı[25] geldi çiğdemler bitti

Çırpını çırpını bakışın kuşlar

Gurbet elin kahrı yaktı kül etti

Yanın benim gibi tutuşun dostlar

 

Sarı çiğdem mor menevşe kokuyor

Yeşil suna yaylamızda şakıyor

Şimdi yavrularım yola bakıyor

Bugün bizim köye yetişin kuşlar

 

Gidin kuşlar gidin söylen yârime

Sahip olsun namusuma arıma

Sarılın boynuna benim yerime

Hal hatırdan sonra öpüşün kuşlar

 

Sökülün Durnalar Zamanı Geldi[26]

Sökülün durnalar zamanı geldi

Ayrılık firkati bağrımı deldi

Ayrılığın ateşine közüne

Ben gidende yanın tütün durnalar

 

Durnam nerden gelin,[27]âlemin mi var

Belinde dividin kalemin mi var

Bana nazlı yardan selamın mı var

Eylenin de haber verin durnalar

 

Sefil Baykuş Ne Gezersin Bu Yerde[28]

Sefil baykuş ne gezersin bu yerde

Yok mudur vatanın illerin hani

Küsmüş müsün selamımı almadın

Şeyda bülbül şirin dillerin hani?

 

Gine Yolum Düştü Gurbet Ellere[29]

Gine yolum düştü gurbet ellere

Aman durnam bizim elden ne haber

Baykuş konmuş bahçemize güllere

Bülbüllerin figanından ne haber

 

Gene Bahar Geldi Bülbül Sesinden[30]

Gene bahar geldi bülbül sesinden

Sada verip seslendin mi yaylalar

Çevre yanı lale sümbül bürümüş

Gelin olup süslendin mi yaylalar

 

Allı Durnam Alıvermiş Âlemi[31]

Allı durnam alıvermiş âlemi

Kadir Mevla’m böyle çalmış kalemi

Firgatınan[32] yazdırdığın selamı

El ele verin de atın durnam oy

 

Durnam senin kanadını kırarlar

Baş aşağı boz dumana katarlar

Pahanı bilmez de ucuz satarlar

Kadir kıymet bilen yerde kal allı durnam

 

Durnam kara taşa benzer yatışın

Cana kar ediyor coşkun ötüşün

Sinemi yakıyor mazlum bakışın

Yakma şu sinemi gel allı durnam

 

Turnam

Turnam gelir ellerinden

Arabistan çöllerinden

Sokunayım güllerinden

Turnam yürüdü yürüdü

Hanım yürüdü yürüdü

Dağları duman bürüdü

Saran kollarım çürüdü

Turnamın kanadı sarı

Ben çekerim âh u zârı

Sen de mi küstürdün yari

Turnam yürüdü yürüdü

Hanım yürüdü yürüdü

Dağları duman bürüdü

Saran kollarım çürüdü

Turnamın kanadı yeşil

Gün değer ışıl ışıl

Efendim peşini döşür

Turnam yürüdü yürüdü

Hanım yürüdü yürüdü

Dağları duman bürüdü

Saran kollarım çürüdü

Turnamın kanadı nefti

Böyle mi olur yarin ahdi

Geldi sarılmanın vakti

Turnam yürüdü yürüdü

Hanım yürüdü yürüdü

Dağları duman bürüdü

Saran kollarım çürüdü[33]

 

Gine Dertli Dertli İniliyorsun

Gine dertli dertli iniliyorsun

Sarı durnam sinen yaralandı mı

Hiç el değmeden iniliyorsun

Sarı durnam sinen yaralandı mı

Yoksa ciğerlerin parelendi mi diye başlayan, Karacaoğlan’ın şiirini yorumlamış olan, Mahmut Erdal’dan Nida Tüfekçi’nin derlediği türküde durnaya çeşitli sualler soruluyor.

Yoksa sana ya düzen mi düzdüler

Perdelerin tel tel edip üzdüler

Tellerini sırmadan mı süzdüler

Allıca durnam tellice durman

Sinen yarelendi mi, deniliyor.

 

Ötme bülbül Ötme Şen Değil Bağım[34]

Ötme bülbül ötme şen değil bağım

Yâr senin elinden ben yana yana

Tükendi fitilim eridi yağım

Yâr senin elinden ben yana yana.

 

Ne Ötersin Dertli Dertli[35]

Ne ötersin dertli dertli

Dayanamam zâra bülbül

Hem dertliyim hem firgatli

Yakma beni nara bülbül

Ötme bülbül ötme bülbül

Derdi derde katma bülbül

Benim derdim bana yeter

Bir dert de sen etme bülbül

Bilirim âşıksın güle

Benim halimden kim bile

Bizim bahçedeki güle

El atıp dolaşma bülbül

       Ötme bülbül ötme bülbül

Derdi derde katma bülbül

Benim derdim bana yeter

Bir dert de sen etme bülbül

Bülbüllerin nesli misin

Kafeslerde besli misin

Benim gibi yaslı mısın

Niçin giydin kara bülbül

       Ötme bülbül ötme bülbül

Derdi derde katma bülbül

Benim derdim bana yeter

Bir dert de sen etme bülbül

 

Seherde Ağlayan Bülbül[36]

Seherde ağlayan bülbül

Sen ağlama ben ağlayım

Ciğerim dağlayan bülbül

Sen ağlama ben ağlayım

 

Bülbülün donları yeşil

Kırmızı güle dolaşır

Ağlamak bana yakışır

Sen ağlama ben ağlayım

 

Bülbülün donları sarı

Ben ağlarım zârı zârı

Sen de mi yitirdin yâri

Sen ağlama ben ağlayım

 

Keklik İdim Vurdular[37]

Keklik idim vurdular

Kanadımı kırdılar

Daha ben idim ki

Anamdan ayırdılar

Gel gel yanıma keklik

Kastın canıma keklik

Al kınalı parmakların

Batır kanıma keklik

Keklik kumda eşinir

Eşinir de deşinir

Benim sevdiğim dilber

Şimdi nerde düşünür

Gel gel yanıma keklik

Kastın canıma keklik

Al kınalı parmakların

Batır kanıma keklik

 

 

Keklik kayalı yerde

Öter mayalı yerde

Sevdiğimin kavalı

Kaldı dayalı yerde

Gel gel yanıma keklik

Kastın canıma keklik

Al kınalı parmakların

Batır kanıma keklik

 

 

Eğmeler[38]

Kekliğidim vurdular Eğmeler

Kanadımı kırdılar Eğmeler

Ben bu elli[39] değildim Eğmeler

Bana tuzak kurdular Eğmeler

 

Hû dedim keklik uştu Eğmeler

Kûhü[40] dağları aştı Eğmeler

İyiye tuzak kurdum Eğmeler

Geldi bir kötü düştü Eğmeler

 

Sözlü Kültürde Kuşlar

Günlük hayatta kullanılan atasözlerinden, deyimlerinden, dua ve hatta beddualarından birçoğunda, söylenmek istenenler, verilecek mesajlar, kuşlar üzerinden anlatılır. Bunlardan bir kısmı şu şekildedir:

Acemi çaylak

Başına devlet kuşu konmak.

Başkuşta hayır olsa, avcu onu bırakmazdı.

Besle kargayı oysun gözünü

Bir çift göğerçin. (Güvercin. İki bacıya ya da kardeşe söylenir.)

Bülbül çanağı gibi.

Bülbülü altın kafese koymuşlar “ah vatanım” demiş.

Bülbülün çektiği dili belasıdır.

Bülbülün kırk türküsü vardır; kırkı da gül üstünedir.

Çantada keklik.

Çıyrıkkuşu gibi ayağına çedik örmek. (Bir türlü gerçekleşmeyen işlerde söylenir. Çıyrıkkuşu her sene kış gelince üşür, “bahar gelince ayağıma çedik öreceğim” der, havalar ısınınca unuturmuş. Çedik: Patik)

Dağkuşu dağkuşuna, bağkuşu bağkuşuna (Herkes kendi dengine).

Dam başında saksağan, vur başına kazmayı.

Densiz elinden baykuş virane.

Dudu dilli. (Dudu: Tuti, papağan)

Durdu durdu da durnayı/turnayı gözünden vurdu.

Dut kuşu gibi (Çabuk iş gören, yemek yiyen.)

Dut yemiş bülbüle dönmek.

Elim elime eş ola, elim uçar kuş ola. (İşe başlanırken yapılan dua)

Ev kuşu (Başı yatık.)

Evinde baykuş öte. (Bedduâ)

Gelin yaptı karga kaptı (Emek çekildiği halde ortaya gelmeyen, çoluk çocuğun ayaküstü yediği yemek için söylenir).

Gelinlik bir gün olsa kuşlar kondurmak.

Göçmen kuş (Garip, kimsesiz)

Gökte uçan kuşun düşmanı olur.

Gözü bağlı kuş (Acemi, garip)

Haber yok, ucar yok[41]

Her kuşun eti yenmez.

İbabop/ibibik yuvası gibi pis.

İbabobun kazdağlısı (Alay sözüdür)

İki karga gelse biri boş gider (O denli zayıf)

İshakkuşu gibi ötmek. (Gece çok ağlayan çocuk için denir. İshakkuşu baykuş türü bir kuştur.)

Keklik gibi döllü, keven gibi köklü olasın (Hayır duâsı olarak söylenir).

Kış kışlığını, kuş kuşluğunu yapar.

Kız kısmı bağ/ev kuşu, oğlan kısmı dağ kuşu.

Kör/garip kuşun yuvasını Allah yapar.

Kurda kuşa yem olmak.

Kuş akıllı (Akılsız)

Kuş cırnağı gibi (Çok zayıf elli).

Kuş cücüğü gibi çığırmak (Feryat figan bağırmak, ağlamak).

Kuş incisi: Asma yapraklarında olup inciyi andıran böcek yumurtası.

Kuş yuvası gibi.

Kuşun kanadıyla haber uçurmak.

Legleg (leylek) benim ne komşum, yazın gelir güzün gider.

Leyleğin ömrü laklakla geçer.

Leylek yavrularına, “gününüzü yitirdim, bıyığınızı bitirdim; sen bir dağa, ben bir dağa” dermiş.

Öğüdünü yuvada almak (Bilecen, hazırcevap çocuklar için, öğüdünü yuvada almış şeklinde kullanılır.)

Serçeden korkan darı ekmez.

Serçeyi bülbül diye satmak. (Basit bir nesneyi, ederinin çok üstünde göstermek)

Ürülügün tepesi (Kartal yuvası gibi yüksek, derme çatma ev.)

Yumurtadan çıkmış cücük.

Yumurtadan çıkmış kabuğunu beğenmemiş.

Yüzüme bakan doymasın, etimi yiyen onmasın (Keklik, avcılar için bu bedduâda bulunurmuş, halk inanışına göre avcılar onmazmış.)

Yüzüme bakan doymaya, pisime basan onmaya (Kuşbazlar için kuşların yaptıkları bedduâ imiş ki kuşbazlar da onmazmış. Avcılara da söylenir.)

Samimiyet kurulamayan, gelip geçici dostluklar için yurt genelinde olduğu gibi Sivas’ta da,

Leylek benim nerden komşum?

Yazın gelir, güzün gider.

Karga benim her dem komşum,

Yaz da burada kış da burada, denir.

 

Buğdaya Okuma: Divriğili ev hanımlarınca Ulucâmiye gidileceği zaman bir iki avuç buğday alınıp çıkın edilir. Yarısı mezarlık ziyareti esnasında mezarların üstüne serpilir, diğer yarısı da câminin etrafına saçılır. Kuşların daneleri yemeleri ile sevap kazanılmak istenir. Buğdaylar saçılırken şu duâ okunur:

Erleriynen erleriynen,

Ak sakallı pirleriynen,

Ya Muhammed sen yetiş,

Cümle peygamberleriynen

Bir de danelere tek tek okuma geleneği vardır. Çok istediği halde, bir türlü olmayan işlerde, dileklerde uygulanan bir âdettir. Mesela her türlü imkân olduğu halde oğlunu everemeyen anne, para olmasına rağmen alınamayan ev gibi… Bin veya yedi yüz buğday danesine şu Türkçe duâ tek tek okunur:

Bin bir adlı bir Süphan

Bir iş düştü el aman

Bin bir adın hürmetine

Senden ola bir derman

 

Bin bir adın var senin

Bir muradım var benim

Bin bir adın hürmetine

Sen muradım ver benim

 

Bin bir adlı bir Allah

Muradı kerim Allah

Başımdaki buğuma / bunuma

Yetiş Süphanım Allah[42]

Bu duâ okunup bittikten sonra, buğdaylar bir çıkının içine küçük bir taş ile gevşekçe düğümlenir. Mümkünse öğlenle salâ arasında Ulucâmi’nin arka tarafına geçilerek, dama, özellikle Şehitlik’in üstüne doğru fırlatılır. Kimileri de minarenin kaidesinin üstüne doğru fırlatır. Bu daneleri kuşlar yedikçe, murat hâsıl olur diye inanılır.

Dutların olgunlaşma zamanı, meyveli yörelerin cümlesinde olduğu gibi Divriği’de de hengâmeli geçer. Siftah sallamı yani ilk toplanışı sirke, tatlanmaya başlayan diğer seferlerininki pekmez, kesme, bastık/pestil gibi ürünlere ayrılacak olan dutların tek tanesinin bile ziyan olmamasına dikkat edilir. Olgunlaşmanın zirvede olduğu günlerde, ulu ağaçlara musallat olan, sürü halinde gelen dutkuşlarını kovalamak için küçük çocuklar ağacın dibinde teneke çalarak onları kovmaya çalışırlar. Kadınlar da ellerini çabuk tutarlar ki kuşlar dutu gıf etmeden kışlıklar tamamlanmış olsun. Eğer ağırdan alınırsa hiç ürün alınamayabilir. Ki dutkuşları çok hızlı hareket ederler. Bu yüzden eli çabuk olup, süratli iş yapan kimselere “dutkuşu gibi” benzetmesi yapılır.

İşte böylesi günlerden birinde, dutun dalına konup bir tek taneyi yiyince, büyükler tarafından bekçilik yaptırılan iki kardeşten büyüğünün, küçüğüne şöyle seslendiği söylenir:

Aman ula Mıstık!

Ya kesme olurdu ya bastık

Çataldı çutalıdı

Yedi eve yeteridi

Sen şurdan (kuşun) önünü kes

Ben kadıya fetvaya gidem...

Vaktiyle, büyük şehre okumaya gidip de yaz tatilinde eve dönen delikanlıya buğday bekleme işi düşmüş. Dama çıkmış oturmuş ve beklemeye başlamış. Az sonra-O devirlerde anaya ede denildiği için-“Ede, ede...” diye aşağıya doğru bağırmaya başlamış. Evdekiler de dışarı fırlamış ve "N'oluyu oğlum, ne var?" diye sormuşlar. Delikanlı da “Ebabülbül daneleri katlediyor” diye karşılık vermiş. Anası babası bir şey anlamamış ve içeri girmişler. Az sonra oğlan çığlık çığlığa bağırmaya devam edince, “Ne var oğlum?” diye dama seslenmişler. “Ebabülbül daneleri katlediyor” cevabını alınca geri girmişler. Aynı şekilde üç, beş kere daha durun tekrarlanınca, baba hırslanıp dama çıkmış ve oğlana bir tokat attıktan sonra “N'oluyu, oğlum niye bağırıyısın?” diye tekrar sormuş. “Heç baba, serçeler buğdayı yeyi de.” cevabını almış.

Bu buğday/bulgur bekleme hikâyesi, bir şeyler öğrenince kendi kültürünün dışına çıkanların düştüğü durumu yermek için anlatılır.

Divriği’de, hepsine de Allah’ın yarattığı canlı diye bakılırsa da, ağızsız dilsiz hayvan diye adlandırılan evcil hayvanlara kuşlara şefkat, yabani olanlarınkinden fazlacadır.

Kümes hayvanları için ayaza, avluya, kuşlar ve arılar için de bahçenin birkaç yerine konulan taştan oyulmuş suluklar bunlara örnektir. İlçe merkezindeki Iğımbat Tepesi ve Kale eteklerine, ustalarca özel olarak oyulup gömülen ve yaban kuşlarının su içmesi için yaptırılan gaklıklar da yıllar yılı bu amaca hizmet etmiştir.

Eskiden “Gaklık” adı verilen bu oyuklardan nisan yağmurunu/ suyunu içmenin, eve getirip kahve, çay yapmanın şifa olduğuna inanılırmış. (Bu gaklıklar adını; oraya konup “gak gak” sesleri ile sevinç ve şükür ile su içen kekliklerin, güvercinlerin, türlü yaban kuşların çıkardıkları nidadan almıştır.)

Nisan yağmuru halk arasında şifalı olarak bilinir, zemzemden sayılır. Taş ustalarınca yapılmış olan bu oyma taş oluklara, nisan ayında yağan yağmurla biriken su, bir testi ile eve getirilir. Bununla çay, kahve yapılıp içilir. Iğımbat ve Kale eteklerinde bir kaç tane bulunan gahlıklar, yağmurlar başlamadan önce temizce yıkanır, nisan ayı süresince toplanır.

Divriğili merhum şairlerden M. Hânefi Şekerci, Sahra Destanı adlı şiirinde gahlıkları şu satırlarla anar:

Iğımbat'ta yatan Hüseyin Gazi

Çıkam o makama edem niyazı

Kim ile yollayam seccadenizi

Gahlıklar doludur, gahvesiz olmaz [43]

(Bahar aylarında Iğımbat adlı tepeye, eşle dostla topluca çıkıp ilçeyi seyretmek, yiyip içip, orada medfun bulunan Hüseyin Gazi’nin ruhuna dua okumak eski dönemlerin ritüellerindendir. Bu tepeye çıkamayan yaşlılar, hastalar da seccadelerini gönderir, şifa olacağını umarlar. Dönüşte gaklıklardan getirilen su ile çay/kahve yapılıp içilir. Şiirde bunlar yâdedilmektedir.)

Öğüdünü Yuvada Almak[44]

Yavrusuna, ilk uçuş talimi öğrettiği zaman anne serçe şöyle söyler:

“Yavrum. İnsanoğlunun fendine kimsenin aklı ermez. Eğer yere konduğun zaman, insanoğlu yere eğilirse hemen oradan kaç. Avucuna taş alıp size fırlatabilir. Dikkatli ol”

Yavru serçe de annesine şöyle cevap verir: “Ya taşını cebinden çıkarırsa?”

Durum karşısında söyleyecek bir şey bulamayan anne, “sen öğüdünü yuvada almışsın” der ve günümüze kadar bu söz söylenegelir.

Leglego

Daha önce deve görmemiş adamın birisini, deveye bindirmiş, deveyi de sürmüşler. Deve hızlanınca, ilk defa deveye binmiş olan adam korkmaya başlamış. Bağırıp çağırdıysa da epey ırağa gittiği için işiteni olmamış. Gökte uçan kuştan imdat uman adam, gördüğü leyleğe şöyle seslenmiş:

Leglego, leglego!

Bizim köye var,

Kapıda çan var,

O kapıyı çal.

Elinde yaba,

Sırtında aba,

O benim baba.

Eteği yama,

Yanında dana,

O benim ana.

Fistanı aldır,

Kendisi baldır,

O benim yardır.

Onlara de ki:

Hasso bindi alamete

Gediyi kıyamete

Ya gelir, ya gelmez!

 

Sivas civarı manilerinden, kuşları konu edinenlerden derlenenlerle konumuzu noktalayalım:

Gidin durnalar gidin

Yârime selam edin

Yârim günden kararmış

Üstüne gölge edin

 

Durnayı yel eğliyor

Yeli bir gül eğliyor

İki köy arasında

Beni bir kız eğliyor

 

Havada uçan turna

Soram yârimi sana

Ondan haber ulaştır

Çaldıram davul zurna

 

Gökte uçan baş turna

Birbirine eş turna

Yârime selâm söyle

Önde uçan baş turna

 

Bahçelerde hurmayım

Yeşil başlı turnayım

Eğer sana varmazsam

Gençliğime doymayım

 

Bahçelerde çil hıyar

Boyun boyuma uyar

İkimiz bir güvercin

Öldürmeye kim kıyar

 

Güvercinim kar beyaz

Ayrı düştük biz bu yaz

Mektubumu alınca

Cevabını tezce yaz

 

Derelerin inciri

Saatimin zinciri

Yine nerden geliyon

Gönlümün güvercini

 

Kırlangıcım kırlangıç

Konduğum diken ardıç

Beni yârdan ayıran

Kan kussun avuç avuç

 

Tarlada olur halka

Dallarda öter karga

Kibar kız gelin olur

Güz olmazsa baharda

 

Kavak başında karga

Vurdum indirdim harga[45]

Yârden armağan gelmiş

Açtım baktım kavurga

 

Ey kargalar kargalar

Gelir beni gagalar

Zamanenin kızları

Ellerinde çantalar

 

Kavaktaki kargalar

Kavak dalın ırgalar

Onbeşine değen kız

Çifte göbek çalkalar

 

Şu dağın ensesine

Uyandım yâr sesine

O yâr keklik ben avcı

Düşeydim arkasına

 

Karşıda kara kedi

Ağzında keklik eti

Verin benim yârimi

Yıkarım memleketi

 

Keklik taş üstüne döker yaşını

Nere alam gidem garip başımı

Gizli gizli akıtırım yaşımı

Kimseye bildirmem şu zor işimi

 

Gökte uçan kuşa bak

Kanatları muşabak

Eller almış yârini

Bana olan işe bak

 

Bağlar başına felek

Gözüm yaşına felek

Akıbet kuş kondurmaz

Mezar taşıma felek

 

Ceviz dibi karanlık

Biz sizleri ararık

Gökte uçan kuşlara

Haberini sorarık

 

Çaya indim taşı yok

Yüzük buldum kaşı yok

Havada bir kuş gördüm

Benim gibi eşi yok

 

Uçan kuşu vuramam

Bu diyarda duramam

Gel yanıma diyorsun

El var gelip varamam

 

Mani bilmem ne deyim

Hangi yola gideyim

Bir küçücük kuş olup

Kanatlıya konayım

 

Gidene eş olaydım

Cübbene peş olaydım

Çubuk tutan eline

Cıngıllı kuş olaydım

 

Kaşlarında nazarım

Yadınan yok pazarım

Zarinci[46] kuşlar gibi

Hayâlinde gezerim

 

Hey oynayan yavrular

Ağaçta kuş yavrular

Ellerin derdi biter

Benim derdim yavrular

 

Bir kuş idim vurdular

Kanadımı kırdılar

Değme dala konmazdım

Bana tuzak kurdular

 

Ağamgilde bir kuş var

Kanadında gümüş var

O da gitti gelmedi

Elbet bunda bir iş var

 

İstanbul’da bir kuş var

Kanadında gümüş var

Yâr gitti de gelmedi

Elbet bunda bir iş var

 

Havada uçan kuşlar

Kanadın açan kuşlar

Yârime selam edin

Dağlardan geçen kuşlar

 

Testide su bulanır

Havada kuş bulanır

Benim sevdiğim yârim

Şimdi nerde dolanır

 

Şu dağlar kömürdendir

Geçen gün ömürdendir

Feleğin bir kuşu var

Cırnağı demirdendir

 

Su akar güldür güldür

Mendilim dolu güldür

Gökte uçan kuşlarla

Halimi yâre bildir

 

Bülbül bir küçük kuştur

Ötüşü gayet hoştur

Kınaman beni dostlar

Ayrılık çetin iştir

 

Adile’m ikimizi

Yükledim yükümüzü

Bir alaca kuş geldi

Ayırdı ikimizi

 

Bir kuş olsam öte öte

Ben yanıyom tüte tüte

Ben neden ağlamayım

Sılam yedi köyden öte

 

Gül ektim hevenk hevenk

Dadandı kara leylek

Yazı birlik geçirdim

Kışın ayırdı felek

 

Gül ektim evlek evlek

Dadanmış gara leylek

Dedim murat alıyım

Koymadı zalim felek

 

Bağlar başına felek

Gözümün yaşına felek

Akıbet kuş kondurmaz

Mezar taşıma felek

 

Evleri evlek evlek

Dadandı kara leylek

Yazın biz de yayladık

Güzün ayırdı felek

 

Kayalıkta kışlarım

İncili bürük işlerim

Sizin gibi kızları

Serçe eder taşlarım

 

Ey serçeler serçeler

Ayağında nalçalar

Gece gelme gündüz gel

Hoşhoş[47] seni parçalar

 

Samanlıkta serçeler

Ayağında fırçalar

Gece gelme gündüz gel

Arap (minik) seni parçalar

 

Örtmelikte serçeler

Ayağında nalçalar

Gece gelme gündüz gel

İtler seni parçalar

 

Hey serçeler serçeler

Yâr ismini heceler

Gece gel gündüz gelme

Zağar[48] seni parçalar

 

Lâlem der yanayım yâr

Ağlayım yanayım yâr

Sen avcı ol ben şahin

Koluna konayım yâr

 

Saçının çilesine

Uyandım yar sesine

Yârim şahin ben doğan

Düşerim ensesine

 



[1] Fatma Pekşen, Araştırmacı yazar, Sivas.

[2] Anlatan Dilek Gökdemir Erüç (20 Eylül 2007). Babası Mehmet Gökdemir’den yıllar önce dinlemişmiş.

[3] Kutlu Özen, Bülbül Efsanesi, Sivas Efsaneleri. s. 340. Sivas 2001 KİTAP

[4] Buradaki ferhat, rahatlık, sevinç anlamına gelen bir kelimedir.

[5] Kadir Pürlü, Kına Türküsü, Sivas’ta İlbeyi Türkmenleri, 1. Cilt, s. 491, Sivas 2002

[6] Kadir Pürlü, Sivas’ta İlbeyi Türkmenleri, 1. Cilt s. 484, Sivas 2002

[7] Kadir Pürlü, Sivas’ta İlbeyi Türkmenleri, 1. Cilt s. 471

[8] Fatma Pekşen, Divriği Yöresinde Hayvan Kavramı, Yeşil Divriği Gazetesi Yazı Dizisi. Divriği

[9] Kadir Pürlü, Sivas’ta İlbeyi Türkmenleri, 2. Cilt, s. 834.

[10] Kadir Pürlü, Sivas’ta İlbeyi Türkmenleri, 2.Cilt, s. 594.

[11] Kadir Pürlü, Sivas’ta İlbeyi Türkmenleri, 2. Cilt, s. 907.

[12] Kadir Pürlü, Sivas’ta İlbeyi Türkmenleri,2. Cilt, s. 928.

[13] Kadir Pürlü, Sivas’ta İlbeyi Türkmenleri, cilt: 2, s. 915.

[14] Ergin Doymuş, Her Yönüyle Kangal, s. 116, 1999, Dilek Matbaası, Sivas

[15] Mehmet Ali Öz, Bütün Yönleriyle Ulaş İlçesi, s. 204, 2002, Dilek Matbaası, Sivas

[16] Mehmet Ali Öz, Bütün Yönleriyle Ulaş İlçesi, s. 240, 2002, Dilek Matbaası, Sivas

[17] Kutlu Özen, Sivas Yöresi Geleneksel El Sanatları, Kitabevi Yayınları. 2008, İstanbul

[18]Müjgân Üçer-Fatma Pekşen. Aslanburcu’ndan Yükselen Selçuklu Kartalı: Divriği. Kitabevi Yayınları. 2010, İstanbul.

[19] Doğan Kaya, Çöm Çöm Çömbelek/Sivas Çocuk Oyunları. Kitabevi Yayınları. 2011, İstanbul.

[20]Derleyen: Muzaffer Sarısözen.

[21] Sebahattin Bekki, Baş Yastıkta Göz Yolda- Sivas Türküleri, Kitabevi Yayınları, İstanbul 2004.

[22] Derleyen: Muzaffer Sarısözen.

[23]Derleyen: Nida Tüfekçi.

[24]Muzaffer Sarısözen.

[25]Sökün ayı: Karların erimeye başladığı ay, mart ayı.

[26]Muzaffer Sarısözen.

[27]Gelin: Geliyorsun anlamındadır.

[28]Muzaffer Sarısözen.

[29]Mehmet Ali Karababa.

[30]Âşık İsmail Nar

[31]Yusuf Erdoğan.

[32]Firkat: Ayrılık.

[33] Vehbi Cem Aşkun, Sivas Folkloru, s. 57, Sivas 1000 Temel Eser, 2006. (Bu eserin ilk olarak, iki cilt halinde 1940 ve 1943 yıllarında Sivas Halk Evi Yayınları Serisi içinde, Kâmil Matbaası’nca yayınlanmıştır. Sivas İl Kültür ve Turizm Müdürlüğünce, 2006 yılında tek cilt olarak aslına uygun şekilde yeniden bastırılmıştır.)

[34]Muzaffer Sarısözen.

[35]Muzaffer Sarısözen.

[36]Âşık Veysel, Muzaffer Sarısözen.

[37]Âşık Veysel, Muzaffer Sarısözen.

[38]Muzaffer Sarısözen.

[39]El: Memleket, diyar.

[40]Kûh: Dağ anlamına gelen Farsça bir kelime.

[41] Ucar ~ uçar: Mektup yollanan kuş.

[42] Feride Yanık’tan derlenmiştir.20 Eylül 2000.

[43] M. Hanefi Şekerci, Konuşan Yuva (Şiirler, Ankara, ty.) ; İbrahim Aslanoğlu, “M. Hanefi Şekerci” Sivas Meşhurları, Sivas, 2006, C.II. s. 427; Divriğililer Rehberi, “Sahra Destanı”, İstanbul, ty. s. 19.

[44] Fatma Pekşen, Divriği’de Hayvan Kavramı, Yeşil Divriği Gazetesi, Yazı Dizisi, 2005

[45]Harg: Ark, su kanalı.

[46]Zarinci, yanık türkü, feryat edip inleyen anlamındadır. Ayrıca halk müziğinde bir makamdır.

[47]Hoşhoş: Köpek.

[48]Zağar: Bekçi köpeği.

                                                               Ekim 2024

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?