Hani derler ya tarih tekerrürden ibarettir diye. Doğru, tarih aslında hataların tekrarından ibarettir. Her dönem aynı oyunları, aynı yöntemle tekrarlayarak bizi dize getiriyorlar ama biz hiçbir seferinde ders alıp akıllanmıyoruz. Merhum şairimiz İsmeti’nin dediği gibi “ Düştüm ibret aldım, kalktım unuttum”. İki yüz yıldır böyleyiz. Eşek bile çamura bir kere çökerken biz aynı bataklığa her seferinde elimizle düşüyoruz.
1944 yılana kadar dünya ticaretinin rezerv (geçerli) parası İngiliz Paundu. 1944 yani İkinci Dünya Savaşından sonra bütün dünya dizaynını kendi doğrultusunda yapan ABD Dolarını rezerv para yaptı. O dönemde dolar altına endekslenmişti. Yani bir karşılığı vardı. 1972 yılına gelindiğinde ABD hiç üretmeden dünyayı sömürmenin yolu olarak doları kullanmaya karar verdi. Altın endeksini kaldırdı. Artık ihtiyaç duyduğu anda kâğıdı matbaada basacak, para diye dünyada satacaktı. O günden sonra dolar para olmaktan çıktı. ABD’nin elinde bir silah haline geldi. Değişen dünyada topla, tankla, askerle işgal devri minimize olurken, ekonomik savaşlar, ekonomik işgaller başladı.
Bugün itibari ile dünyada 200 tanınmış ülke var. Bu 200 ülkenin 130’unda dolar sürekli yükseliyor, kendi paraları sürekli değer kaybediyor. Kalan 70 civarı ülkede ise neredeyse hiç değişmiyor. Sebep ne ola ki diye azıcık düşündüğünüzde gerçeği görüyorsunuz. Değişmeyen 70 ülke aslında 70 ülke değil. Aslında tek bir ülke. Bizim bazı saflarımız sebebi ekonomik gerekçelerde arıyor ya hiç de öyle olmuyor. Örneğin; dünyanın en güçlü ekonomilerinden birine sahip olan Japonya’da bir ABD doları 113 yen ederken, Kuveyt denen küçücük bir ülkeciğin dinarı 30 dolar ediyor. Diyeceksiniz ki onların petrolü var. Peki, Rusya’nın hem petrolü onlardan çok, üstüne bir de zengin doğal gaz rezervleri var, onların parası niye düşüyor. Ürdün diye bir ülke var, bir dinarı 4 dolar ediyor. Çok mu iyi yönetiliyor, ya da ne üretiyor? Koca bir hiç. Diğer tarafta cari fazlası trilyon doları bulan dünyanın her yerine mal satan Çin’in Yuanı sürekli dolar karşısında değer kaybediyor. Hiç bir şey üretmeyen Malta’nın parası hiç değer kaybetmezken, petrolü, gazı olan, uranyumu zenginleştirmeyi başaran İran’ın parası yerlerde sürünüyor. Sebep, sebebi anladığınızı düşünüyorum.
Gelelim ülkemize; Bizde durum hiç değişmiyor. Dönem ne olursa olsun, hangi parti, hangi, gurup ülkeyi yönetirse yönetsin hiç kafamızı kaldırmamıza müsaade etmiyorlar. Çünkü bizi bize bıraktıklarında ne olacağını en iyi onlar biliyor. Kurtuluş savaşından aldıkları dersle bize cephede değil, bankada saldırıyor, orada kontrol ediyorlar. Çok uzağa gitmeye gerek yok, en son yaşadığımız ekonomik krizleri hatırlamamız yeterli. Bizi 24 Ocak kararlarına götüren krizde dolar yüzde iki yüz değer kazandı. İktidarda Demirel’in Adalet Partisi, ekonomi bürokrasisinde Özal vardı. 5 Nisan kararlarını aldığımızda dolar bir yılda TL karşında yüzde 168 değer kazanmıştı. Hükumetin Başında Çiller’in Doğru Yol Partisi vardı. Çiller dünyanın kabul ettiği ekonomi profesörüydü. ABD Üniversitelerinde ekonomi dersi veriyordu. Bildiği her şeyi uyguladı ama sonuç değişmedi. 2001 krizinde dolar yine TL karşısında yüzde yüzün üzerinde değer kazandı. İktidarda Karaoğlan vardı. 2021 Şimdi batının sevmediği Erdoğan var. Yıllık değer kaybı neredeyse yüzde 60... Sonuç değişmiyor.
Çünkü sebep kimin iktidarda olduğu değil. Sebep onlar bizi sevmiyor. Onlar bizim güçlü olmamızı istemiyor. Sebep biz yaşadıklarımızdan hiç ders almadan aynı oyunla kendi elimizle seçtiklerimizi onlara biat etmeye zorluyoruz... Son fırtınanın sebebi bu...
Kim ne kadar zorlarsa zorlasın Erdoğan diz çökmüyor. Türkiye’nin çıkarlarından vaz geçmiyor... Tıpkı yüz 130 yıl önce olduğu gibi. 130 Yıl önce batının iki hedefi vardı. Birincisi petrolün önemi anlaşılmıştı ve dünya petrolünün büyük bölümü Osmanlı sınırları içinde olan Ortadoğu topraklarındaydı. O topraklara çökmeleri gerekiyordu. İkincisi ise yine aynı Ortadoğu’yu kontrol için orada bir İsrail devleti kurma peşindeydiler. Bu iki büyük hedefin önündeki tek engelse 2. Abdülhamid’di, onun devrilmesi gerekiyordu. 33 yıl direnen Abdülhamid’i içerideki işbirlikçileri eliyle tahttan indirdiler. İmparatorluk dağıldı. Lozan Antlaşması ile Petrol bölgelerini ele geçirdiler. Sonrada Filistin topraklarında İsrail’i kurdular. Onlar iki büyük hedefini gerçekleştirirken biz yüz yıl fakir yaşamak zorunda kaldık.
Yine iki büyük hedefleri var, yine biz o olaylardan ders almamış gibi davranıyoruz. Bugünkü iki büyük hedeften: Birincisi dünya hidro karbon yataklarının büyük bir bölümü Doğu Akdeniz’de yani Türkiye’nin kıta sahanlığı içinde, yüz yıl önce olduğu gibi oraya çökmek istiyorlar. İkinci Büyük hedef Suriye, Irak hatta Türkiye toprakları içinde İsrail gibi ikinci uydu devlet olarak bir Kürt devleti kurmak istiyorlar. Bu iki hedefin önündeki tek engel Erdoğan. Erdoğan’ın Türkiye’nin başından gitmesi gerekiyor. Senaryo yine aynı. Aslında oyuncular da aynı. Yine içerideki hain ya da saf işbirlikçilerle Erdoğan’ı devirmenin peşindeler...
Bu Uğurda 2007 kapatma davasından itibaren her yolu denediler. Hatta 2016’da darbe bile yaptılar, ama yemedi. Tek bir çareleri kalmıştı. Ekonomik operasyon. Bir tek onunla götürebilirlerdi. Örneğin Gezi büyük bir kalkışmaydı. Ancak halk yemedi çünkü o tarihte dolar 1.86, faiz 4.61’di. Vatandaşın cebi rahat olduğu için dönüp gezicilerin peşine takılmadı. Onlar oradan ders çıkardı. Erdoğan’ı götürmenin yolunun ekonomi olduğunu gördü. Bugün o gerçekleştiriliyor. Ekonomiye operasyonu yaptılar. Vatandaş nezdinde algıyı da oluşturdular. Artık herkes sürü psikoloji ile ekonomi çöktü nakaratını tekrarlıyor. Ne yazık ki Erdoğan ve partisinin bu algıyı değiştirmesi için pandemi ortamında yeterli zamanı yok.
Eğer biz geçmişimizden ders çıkarmaz, fotoğrafın büyüğüne bakmazsak tıpkı 112 yıl önce olduğu gibi Erdoğan gidecek. Batı iki yeni büyük hedefine oluşacak ve maalesef biz bir yüz yıl daha fakir yaşayacağız. Bugün birkaç yıl özveri, sabır mı? Yüz yıl kaybetmek mi önümüzdeki sınav bu.