Bir insanı sevmek, onunla dost olmak, içini dökmek, sırlarını paylaşmak, iyi ve kötü gününde birlikte olmak arzusu, insanın doğasında vardır ve insan buna muhtaçtır. İnsanın; canı sıkıldığı, morali bozulduğu, bir musibetle karşılaştığı zaman kendisini teselli edecek, yardımcı olacak, yol gösterecek, mutlu ve sevinçli, hayırlı ve başarılı işlerinde birlikte olacak, tebrik ve teşvik edecek bir dosta her zaman ihtiyacı vardır.
ÂYET-EL KÜRSÎ HAKKINDA MESNEVÎ’DEN:
Âyet-el Kûrsî hakkında Mevlâna Hazretlerinin, Mesnevî’de anlattığı şu olayı da zikretmek güzel olacaktır:
“Şeyhlerin ünlülerinden İyâzoğlu Fuzayl; ilk zamanlarda yol kesiciydi. Günün birinde, bir kervanın yolunu kesmişti. Tâcirlerin kimisini öldürmüştü; kimisinin ellerini bağlatmıştı. Tâcirlerin mallarının denklerini açtırıp, döküp saçınca bir elbise sandığında misk ve safranla Âyet-el Kürsî yazılmış olduğunu gördü. Bu sandığın sahibini bulup bana getirin dedi. Buldular adamı getirdiler. Dedi ki: ‘Elbiseni Âyet-el Kürsî’ye mi emanet ettin, O’nun korumasına mı bıraktın?’. Adam: ‘ Evet’ dedi. Bunun üzerine Fuzayl: ‘ Şu malların arasından kendi mallarının hepsini bul ayır, al ve git…Hatta geri kalanları da sana bağışladım. Benim yüzümden Âyet-el Kürsî’ye inancın sarsılmasın; bana faydası olmadı demeni istemem’ dedi. ‘Aklı başında olana bir işaret yeter!.’”(Mevlâna Celâleddin-i Rumî, Mesnevî ve Şerhi,Cilt 5,s.486)
HZ. ÖMER’İN HİLÂFETE GEÇİNCE VERDİĞİ İLK HUTBE.
Dineverî, Şa’bî’den şöyle rivayet etmektedir: “Hz. Ömer, Halife seçilince minbere çıktı ve ‘Allah kendi nefsimi Ebu Bekr’in meclisine lâyık görmediğimi biliyor’ dedi ve minberde bir basamak aşağıya indi. Allah’a hamd ve sena ettikten sonra dedi ki: “ Kur’anı okuyun ki onunla tanınasınız. Onunla amel ediniz ki Kur’an ehli olasınız. Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz. Allah’a amellerinizin arz olunacağı büyük arz gününe hazırlık yapınız. Yaptığınız hiçbir şey size gizli kalmayacaktır. Allah’a isyan hususunda hiç kimsenin kimseye itaat hakkı yoktur. İyi biliniz ki ben kendimi, Allah’ın malı üzerinde yetim velisi gibi görüyorum. İhtiyacım olmadıkça almayacağım, ihtiyacım olunca daq uygun şekilde alacağım.” (Yusuf Kandehlevî, Hayatü’s Sahabe, s.258)
HZ. MEVLÂNA’YA VE HZ. ALİ’YE
GÖRE İNSAN.
İnsanoğlunun nasıl bir varlık olduğunu çözmek gerçekten son derecede zordur! Bakarsın melek gibidir; bakarsın şeytandan da adî bir yaratık olur çıkar. Yırtıcı bir hayvan ancak aç kalınca başka bir hayvanı parçalar, öldürür ve ihtiyacını giderir; ihtiyacını giderdikten sonra da başkalarına zarar vermez. Oysa bazı insanlar hiç de açlığını giderip hayatını kurtarmak gibi hayatî bir ihtiyacını karşılamak zorunda olmadığı halde başka insanları, hatta karısını-öz evladını incir çekirdeğini doldurmayacak sebeplerle öldürebiliyor. Bazısına da bakıyorsun, elindekini avcundakini yoksullara saçıp veriyor; onları koruyup kolluyor; “Yaratandan ötürü” sevgi-saygı ve merhamet gösteriyor. Bu durumu Hz.Mevlâna şöyle açıklıyor:
“Biz insanlar öyle mahlûkatız ki, bazan melekler insan olarak yaratılmadıklarına üzülürler; bazen de şeytanlar bizden olmadıklarına şükrederler! Hem meleklerden öteye, yukarıya yücelmek, hem de hayvanlardan dahi aşağıya düşmek insana mahsustur! Her iki durumda olmak ta yani düşmek de yücelmek de elimizdedir ve bizim seçimimize bağlıdır! Kime ve neye benzemek istiyoruz; meleklere mi, şeytana mı ? Varmak istediğimiz hedef nedir?” (Halil Altuntaş, a.g.e.s.164)
İnsanoğlunun bu yüksek değerini, evren kadar yüksek değerini en iyi anlayanlardan birisi de Hz. Ali’dir. Veliyullah, kendi kendisini hor gören insana şöyle hitabeder: “Ey insan! Sen kendinin küçük, değersiz bir maddi yapı olduğunu sanırsın. Halbûki sen küçük bir evrensin; büyük evren de sende dürülmüştür!” (Halil Altuntaş, a.g.e.s.165)
Büyük şair Şeyh GALİP, Hz. Ali’nin yukardaki sözünü şiir dili ile tercüme eder gibi, bakınız insanı nasıl anlatıyor: “Ey gönül neden böyle gam dolusun? Her ne kadar virane olsan da tılsımlı bir hazinesin sen; meleklerin secde etmekle emrolunduğu değerli bir varlıksın sen! Bildiğin gibi değil her şeyden üstünsün sen! Ruhsun, Cebrailin nefesi ile eşsin, Hak’kın sırrısın, Meryemoğlu İsa gibisin sen! Zâtına hoşca bak, çünkü evrenin özüsün, varlık ve oluşların göz bebeği insansın sen !”(Halil Altuntaş.a.g.e.s.164)
CENNET HAZİNESİ :
Ebû Zerr şöyle anlatmaktadır: “Hz. peygamber bana, “Ey Ebu Zerr, Seni, Cennet Hazinelerinden bir Hazineye yönlendireyim mi ?” dedi. Ben de “Evet anam babam sana kurban olsun ya Resulallah!” dedim. Hz. Peygamber de ‘Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh cümlesini çok söylemelisin!’ buyurdu.”(Hâkîm,IV. 290)
DÜNYA HAYATI GEÇİCİDİR: HESAP GÜNÜNE HAZIR OLUNMALIDIR.
Kitabımız Kur’ân-ı Kerim’de, dünya hayatının insanı aldatan bir meta olduğu (Âl-i İmrân,3/185), Faydası ahirete göre daha az olduğu (Tevbe,9/38), bir nevî oyun, oyalanma ve eğlenceden ibaret olduğu (Enam,6/32) açık şekilde bildirilmektedir. Peygamber Efendimiz de dünya hayatında kendisini bir yolcu gibi görmüş, ebedî hayatı unutmayarak ona göre hazırlık yapmış ve ümmetine de bunu tavsiye etmiştir. O’na göre dünya hayatı, uzun bir yolculuk esnasında, altında geçici olarak gölgelenilen bir ağaç gibidir. “Muhakkak ki ahiret senin için dünyadan daha hayırlıdır !”(Duha,93/4) ayetinde buyrulduğu şekilde, ancak ahiret hayatı için elzem olan amellere engel olmayan bir dünya hayatının meşru, mubah, nimet ve mutluluk vesilesi olduğu unutulmamalıdır. Başka bir deyişle, müslüman kişinin, hem dünya için ahretini, hem de ahreti için dünyasını ihmal etmemesi; ikisi arasında bir denge kurması; dünya hayatının bir imtihan sahası olduğunun farkında olması gerekir.(Dr.Ömer Yılmaz, Dünya ile Ahiret Arasında Denge Kurmalıyız, Kur’ân’dan öğütler 1, D.İ.B.Yayını ,s. 218-219)
“Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir. Elbette ki ahiret yurdu Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için daha hayırlıdır…”(En’am,6/32) ayetinde belirtildiği üzere dünya hayatı gerçekten geçicidir. O halde bu dünyada kaldığımız bu geçici sürenin yararlı, anlamlı ve değerli olması için Allah’ın hoşnutluğunu ve rızasını kazanmak, O’na yakınlaşmayı umarak hayırlı ameller yapmak önceliğimiz olmalıdır. -“Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir.” (Zilzâl,99/7-8) “…Size kıl kadar haksızlık edilmez” (Nisâ, 4/77). Böyle bir niyet taşımadan yani hayırlı-salih âmel işlemeye öncelik verme niyetinden yoksun olarak yaşanılan hayat boş, manâsız ve faydasız geçirilen bir süreden ibaret olacaktır.(Sabri Akpolat, Dünya Hayatı Geçicidir, Kur’andan Öğütler 1, D.İ.B. Yayını, s.212). Hz.Peygamber (s.a.s), “ Kişiyi ölürken üç şey uğurlar: Sevdikleri, malı ve yaptıkları. İlk ikisi geri döner ve o yaptıkları ile baş başa kalır !” ( Buhari, Rikâk, 42)
buyurmuşlardır.
Cenab-ı Allah, her kötülüğün misliyle bir cezası bulunduğunu ( Yunus, 10/27); Öyle bir günde hiç kimsenin başkası adına bir şey ödeyemeyeceğini (Bakara, 2/48); hiçbir günahkârın, başka bir günahkârın günahını yüklenemeyeceğini (Fâtır, 35/18) buyurmaktadır.
HUZURLU YAŞAMANIN SIRRI.
İnsanların başına gelen her türlü olumsuz sanılan olaylarda bir hikmet, Rabbanî bir sebep olabileceği düşünülmelidir. Kur'ân-ı Kerim’e göre Cenab-ı Allah’tan başka hiç kimse gâibi bilemez. “…De ki: ‘ Gayb ancak Allah’ındır…!” (Yunus, 10/20). “Göklerin ve yerin gaybı Allah’a aittir” (Nahl,16/77) “ De ki: Göktekiler ve yerdekiler gaybı bilemezler, ancak Allah bilir..”(Neml, 27/65) “Gaybın anahtarları yalnızca O’nun katındadır. Onları ancak O bilir!” (En’am, 6/59). Gelecekte ne olacağını, neyin, nasıl bir olaya sebep olacağını hiç kimse bilemez ve tahmin edemez. İnsanoğlu, maalesef ihtiraslıdır, Cenab-ı Allah'ın verdiklerine şükretmeden yenilerini istemekte çok sabırsızdır ve ölçüsüzdür. Hayırlı veya hayırsız olacağını düşünmeden daima istemekte; beklentileri-istekleri tahakkuk etmeyince de hemen hayal kırıklığına uğramakta; kara yaslara bürünmekte, bedbaht olmaktadır ! Bu İslâmın yolu değildir, Kur’ân-ı Kerim’in yolu değildir.!
Mutlu ve huzurlu yaşamın formülü çok basittirYapılacak şey:
1- Sahip olunan sağlık, varlık, huzur ve mutluluk için; kısaca her şey için şükretmek,
2- Herhangi bir istemde bulunmak için, arzu edilen makam-mevki-varlık-sağlık v.b. için elden gelen gayret ve hizmet tam olarak gösterilmelidir ve sonrasında: “Tevekkeli Tealâllah; bundan sonrasi Yüce Râbbimin takdirine kalmıştır; inşallah hakkımda her ne hayırlı ise onu takdir buyurur!”. diyebilmektir. İnsan; hayatı boyunca beklentileri için daima dua etmeli ve sonra da, beklediği her ne ise, Allah Tealâ’dan, hakkında hayırlı olacaksa nasip ve ihsan etmesini dilemelidir:
BAKTIĞIN HER ŞEYE HAK TEALÂ
AKSETMİŞTİR.
İnsanoğlu doğada, evrende, yerde-gökte, denizde-karada-havada; çiçekte-böcekte, hâsılı her baktığı yerde Mevlâ’nın mucizelerini, muhteşem eserlerini görebilir; Yüce Râbbin gücünü, büyüklüğünü temsil eden; O’nun güzelliğinin, ihtişamının aksetmekte olduğu yaratılmış varlıkları görebilir; görmelidir! “
…Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü işte oradadır…”(Bakara,2/115) Şüphesiz ki, görmek için de iyi niyetle ve içten bir arzu ile aramalıdır!
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?