Bütün canlılar doğar, büyür, ölür! İnsanoğlunun ömrü belirlidir. Kur’ân’da da belirtildiği gibi ve tasavvufa göre bu belirli ve kısıtlı olan insan hayatı bir oyundan ibarettir; geçicidir; bir eğlenceden ibarettir. Oysa ahiret hayatı kalıcıdır, süreklidir, hayırlıdır ve işte asıl hayat odur! “ Dünya hayatı bir oyundan, bir oyalanmadan başka bir şey değildir. Elbette ahiret yurdu, sakınan muttakiler için daha hayırlıdır. Hala akıllanmayacak mısınız?” (En’am,6/32). İnkârcılar dünya hayatından başka bir hayat tanımadıklarını belirtirler. Kur’an ise yukarıdaki ayetle şu gerçeği hatırlatmaktadır: Ahiret kaygısı taşımadan sırf dünya ile meşgul olanlar için dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Hayata anlam ve değer katan şeyler, Allah’ın hoşnutluğunu ve O’na yakınlaşmayı umarak yapılan hayırlı işlerdir. Böyle bir düşünce ve niyet taşımadan yaşanılan hayat boş, manasız ve faydasız geçirilen, tüketilen bir süreden ibarettir. Buna mukabil muttaki olanlar yani dünyada yaptıkları her işin hesabını Allah’ın huzurunda vereceklerini düşünerek yaşayan; O’nun buyruklarına âsî olmaktan, yasaklarını çiğnemekten sakınanlar, kanunlarına tam bir saygı şuuruyla bağlananlar, bu tutumlarıyla dünyada kendilerine tanınan fırsatı hakkıyla değerlendirdikleri için bunlar hakkında âhiret yurdu dünyadan daha hayırlı, daha güzel olacaktır.( Kur’an Yolu, Türkçe Meal ve Tefsir, s.394)
Aynı hüküm Ankebut sûresinde de vurgulanmıştır: “ Bu dünya hayatı bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurdu ise asıl hayat odur! Bir bilebilseler bunu.” (Ankebut,29/64). Din bir yasalar, kurallar bütünüdür: Buyruk ve yasakları vardır ve bunlar insanın arzularını sınırlar. Bu noktada insan bir ikilemle karşı karşıya kalır: Aklının ve vicdanının buyruklarını nefsanî isteklerine hâkim kılanlar iradelerini inançlarıyla bütünleştirir; dinin buyruk ve yasaklarının makul, değerli ve uyulması gerekli ödevler olduğuna hükmederler. Aksine, nefsanî arzuları akıl ve vicdanlarına galip gelenler ise söz konusu buyruk ve yasakları birer külfet olarak gördükleri için bunların anlamsız ve yararsız olduğuna hükmederek sonuçta din karşıtı bir düşünceyi ve hayat çizgisini benimserler..(Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir,.285)
Hz. peygamber Efendimiz, “Ölüm, mü’minin armağanıdır”; “ Ölüm, her Müslüman için kefarettir!” buyurmuştur.(İmam-ı GAZALİ, Kalplerin Keşfi, s.171)
İslâm felsefesine göre Cenab-ı Allah insanı ana rahminde yaratmakta, kendi ruhundan bir ruh üflemekte; insanın hayatı boyunca bedenini bir kafes gibi kullanmakta, ölüm gelince bedeni terk edip Allah’ın emrine, bilinmeyen bir yere gitmektedir “…Vefat edenler hak Mevlâları Allah’a iade ve teslim edilirler. İyi bilin ki hüküm O’nundur ve O, en seri şekilde hesap görendir !”( En’âm, 6/62). Bu bilinmeyen mekâna, uhrevî hayata Allah’ın emrine girip gidenlerin hiç birisi de geri gelip bir haber vermemiş, verememiştir. Uhrevî hayatın durumu ve muhtevası hakkında ilimle, irfanla, fenle, dinî bilgilerle hiçbir şey öğrenilememiştir. “Bir de sana ruhtan soruyorlar. De ki: ‘ Ruh Rabbimin emrindedir ve size ilimden ancak az bir şey verilmiştir’ .” ( İsrâ,17/85)
O halde Cenab-ı Allah, bu geçici olan, fanî olan, yalan olan, asıl olmayan dünya hayatını neden yaratmış olabilir? Sürekli ve daimi olan ahiret hayatından önce insanoğlunu Dünyaya gönderip, en fazla ortalama 65-70 sene bırakmanın hikmeti, sebebi ne olabilir.? Bunun hikmetini ve sebebini Cenab-ı Allah kendisi açık-seçik belirtmektedir: “ O, hanginizin daha iyi amelde bulunacağını imtihan etmek için ölümü ve hayatı yarattı. O, güçlüdür, bağışlayandır.!” (Mülk,67/2). “ Biz yeryüzündeki şeyleri ona bir zînet yaptık ki; insanların hangisinin daha güzel amel yapacağını imtihan yapmak için…”( Kehf,18/7) Açıkça anlaşılıyor ki, Yüce Rabbimiz, asla sayılamayacak kadar çok ve çeşitli nimetlerini, her birini bir zînet gibi yaratmış, yaymış; asla akıl erdirilemeyecek kadar derin-düzenli gök yüzü sistemlerini, canlı varlıkların yaratılışlarını, organlarını, yaşam sistemlerini; kara-deniz ve havada yaşayan canlıların, çiçeklerin, böceklerin, tabiat olaylarının asla akıl ermeyen mucize yaşam, denge, düzen, renk ve kokularını; tabiat olaylarının mucizelerini yaratmış, insanın kullanım ve yararlanmasına sunmuştur. İnsanın bu kadar nimet karşısında ne yapacağını, nasıl davranacağını; şükreden mi nankörlük eden mi olacağını tespit etmeye karar vermiş; iki melek marifetiyle amel defterini tutmaya buyruk vermiştir. İşte bu tam anlamıyla bir imtihandır.!
Mülk sûresinin 2. ayetinde de aynı hüküm tekrarlanmıştır: “Hanginizin davranışta daha iyi olduğunu deneyerek göstermek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur”. “Allah’ın, dünyada insanların güzel işler yapma hususunda birbirleriyle rekabet etmelerini sağlamak, kimlerin kendi emir ve yasaklarına uyarak daha güzel işler yapacağını ortaya çıkarmak için hayatı ve ölümü yarattığını bildirmektedir.” .( Hayrettn Karaman ve Ark. Türkçe Meal ve Tefsir, s.416-417)
“Biz o göğü, yeri ve arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık !”( Enbiyâ 21/16). Şu halde sorunun cevabı budur: Bu fanî dünyanın yaratılış hikmeti insan oğlunun Cennete veya Cehenneme gönderilmeden önce, asıl ve kalıcı olan ahiret hayatını nerede geçireceğini tespit etmek için, Kur’ân’ın deyimi ile imtihana tâbi tutulması gereğidir!
Bu sebeple ölüm kaçınılmazdır. Kendisine Dünyada yeterli fırsat verilen, Yüce Rabbimize ibadet etmek, sâlih ameller işlemek, amel defterini yarın Ruz-i Mahşerde-hesap gününde yüzünü ağartacak iyiliklerle doldurmak için yeterli zaman verilen insan için ölüm er-geç gelecek bir sondur! “ Her nefis ölümü tadacaktır! Sizi imtihan etmek için, hayra ve kötülüğe müptelâ kılarız. Hepiniz en sonunda bize döndürüleceksiniz.!” (Enbiyâ,21/35) Şairin dediği gibi:
Bu dünya fanidir durmaz döner,
Ademoğlu fener bir gün söner!
Özet olarak şunu tekrarlayalım: İnsanın üç hayatı vardır: Dünya hayatı, kabir hayatı ve Ahiret hayatı… Bunların en kısası ve fakat en değerlisi yani son derecede iyi değerlendirilmesi gereken de dünya hayatıdır. Çünkü, diğer iki müteakip hayatın niteliğinin, derecesinin, kalitesinin nasıl olacağı; mutluluk ve huzur içinde mi geçeceği yoksa acı ve ızdırap mı çekileceği dünya hayatındaki yaşam şekli ile belirlenir. Yani kabir ve ahiret hayatı, dünya hayatında ekilen-dikilen davranışların, amellerin hasatının yapılacağı yerdir.! Bunun bilincinde olmadan yaşayanlara, başı bozuk bir dünya hayatı sürüp gelip geçenlere Allah Tealâ acısın!
Zannedilmesin ki, insanoğlu kıyamet günü Mahşer’de imtihan edilecektir! Ruz-i Mahşerde-hesap gününde yapılacak olan bir imtihan değildir; O’rada sadece Dünyadaki yaşam süresince yapılmış olan imtihandaki alınan ve amel defterine kaydedilmiş olan imtihan notları, başka bir deyimle iyi-kötü ameller değerlendirilecektir