Bu yıl “Dostluk Vakti” temasıyla düzenlenen Hz. Mevlana’nın 749. vuslat yıldönümünü tekrar yaşadığımız şu günlerde o anlaşılmalı, anlatılmalı ve anılmalıdır.
O, bütün insanlığı kucaklamış ve tüm insanlık tarafından kucaklanmıştır. Hiç kuşkusuz bugünün dijital çağ insanına da Hazreti Pir’in söyleyecekleri vardır.
Hoşgörü ve sevgi elçisi Hz. Mevlana çağlar ötesinden : ‘’Bâzâ bâzâ her ânçi hestî bâzâ ‘’ (Gene gel, gene. Ne olursan ol) demişti. Hala onun ‘’Gel ‘’ çağrısı semalarımızda yankılanıyor.
Yine insanlık onun manevi iklimiyle yeşerdi ve ışığıyla aydınlandı bugünlerde. Noksan gelen tamam oldu, kemal olan cemal buldu.
Tasavvuf felsefesinin büyük alimi Mevlana’ya bunca saygı ve sevgi neden? Kıtaları aşan etkisiyle her yıl onun ‘’gel’’ çağrısına her ırktan, her dilden, dinden, renkten insanların bölük bölük gelmesinin ve gelmeye devam etmelerinin asıl sebebi ne ? Bu sözün etkisinin yalnızca bir ulusla veya etnik kimlikle sınırlı kalmayarak pek çok farklı millete ulaşmasının gizemi nerede saklı? Mevlana, çağının çok ötesinde bir düşünceyle insanlığa doğruyu, gerçeği göstermiş, yaşadığı yüzyılda ve gelecekte insanlığın yaşadığı, yaşayacağı olumsuzlukları çok iyi tahlil etmiş :
‘’Dünle beraber gitti cancağızım
Ne kadar söz varsa düne ait
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım’’
diyerek aslında yüzyıllar ötesinden, yüzyıllar sonrasının sözünü söyleyerek , öğütleriyle hazreti insan olmanın ve bu dünyada nasıl hep beraber dostluk ,barış ve sevgi içerisinde yaşamanın tarifini vermiştir. Bu anlamda her bir sözü, şiiri ya da öyküsü üzerine cilt cilt kitap yazılabilir. Türk tasavvuf kültürünün en önemli kişiliklerinden biri olan Mevlana, insanoğlunun yüzyıllardır üzerinde tartıştığı konulara çözümler sunan ve hiçbir insan arasında ayrım gözetmeyen manevi bir öğretici ve aydındır çünkü.
O yüzden ki asırlar ötesinden bugüne ışık tutabilmiş olmasının sebebi odak noktasının tamamıyla insan olmasından kaynaklanmaktadır.
Nitekim, uçsuz bucaksız, aklın sınırlarını zorlamış bir derya gibi olan bu düşünceleri insanlığın ilgisini çekmiş, bunun için toplum ve kültür üzerinde etkisi kalıcı ve sürekli olmuştur.
Çünkü; o bütün dünyaya yepyeni bir manevi görüş getirmiş, karşılıklı sevgiyi, saygıyı , barışı , dostluğu hoşgörüyü , herkesi eşit sayan birleştirici gücü dünyaya tanıtmıştır. İnsan olmanın gerekliliklerini kısacası özlemi duyulan kavramları hayatımıza sokarak, uyuyan gönüllerimizi uyandırmış, ufkumuzu genişletmiş, gönüllerimize böylelikle ışık tutmuştur. Mevlana’nın fikri hayatını, insanlara verdiği mesajları layıkıyla anlayabilmek için en önemli vesikaları olan eserlerine, özellikle muazzam, her zekayı ve her devri tatmin etmiş en ünlü ve en hacimli olan eseri Mesnevi’ ye; dolayısıyla Mesnevi ‘de yer alan hikayelere bakmak lazım. Bu hikayelerde insanlığa iletmek istediği o çok mesajlar vardır ki yalnız idrak edebilenler için eşi bulunmaz bir ilim, idrak edemeyenler için de basit birer hikaye olmaktan asla öteye gidemezler. İnsanı çok iyi tanıyan ve insan olmanın gerekliliğini her daim ön plana çıkaran Mevlana, kendisine kadar hiç kimsede görülmemiş ve görülmeyecek kadar zengin olan bir bilgi, kültür, görgü, duygu, ahlak , düşünce ve kültür hazinesinin mimari olmuş ve bir medeniyetin temellerini atmıştır.
Burada Mevlana ‘nın birçok insan görüşünden birkaçının üzerinde durmak istiyorum. İnsanlar farklı din dil mezhepten olabilirler fakat ona göre her insan eşittir. Gökkubbenin altındaki tüm insanlar yaratılış olarak kardeştir. Her dilden, milletten , mezhepten, ırktan olan insanı , en başta Allah ‘ın yarattığı ve yaratıcının nurunu taşıdığı için , sevmek panteizmini ancak onun eserlerinde ve düşüncelerinde buluruz. İnsanları birlik hamuruyla yoğurup, Ferhat misali kalplerdeki ayrılık dağlarını delmiştir. İnsanlara bağlayıcı ve müşterek bir dil tavsiye eder ki bu da en güzel anlaşma vesilesi olan ‘’gönül dili ‘’dir. Her dilden, milletten, insan onun nazarında idrak etmeye en elverişli bir duyuş ve düşünüşe sahip olan yeryüzündeki tek varlıktır. O zaman insan düşünme ve anlama melekesine sahipse, duyuyorsa, sezinliyorsa tek ve gerçek hakikati bulmalıdır.
‘’Ey kardeş, sen sadece duyuş ve düşünüşten ibaretsin .Geri kalanın ise yalnızca et ve kemiktir.’’ deyişi bunun içindir. Ruhların mimarı Mevlana, özellikle ruha edep ve tevazu tavsiye edip çalışmayı da öğütler. Ey Gönül / Sen, sen ol kimsenin gönlünü yıkma / Dikenin ucuna çık da edep çizgisinden çıkma ! deyişi boşuna değildir. Çünkü edep, beşeri diğer varlıklardan ayıran en önemli özelliktir. Aynı zamanda edep , kişinin gönül aynasıdır. İyiliği, cömertliği, terbiyeyi ve özellikle de aşkı çok vurgular. Aşkın kibri, benliği, nefreti yok ettiğine ve nefsin bütün ümidini kestiğine inanır. En ayıpladığı kötülük hasettir. Yeryüzünde barış ve dostluk içinde yaşamanın önemini vurgular. İnsanların savaşı çocukların kavgasına benzer, hepsi de saçmadır .’’ der. "Ayıpsız dost arayan dostsuz kalır." gibi dostluğun altın kuralını bizlere hatırlattı. Kişinin davranışlarına ve dini inançlarına karışılmasını asla doğru bulmaz. Küsmek için bahaneler aramak yerine sevmek ve sevilmek için bahaneler bulmamız gerektiğini bize öğütler. ‘’Kalbin edebi sükûttur. Susan kurtulur. Güzellik dilin altında gizlidir. Sükût, incelik, edep ve zarafet insanı her gittiği yerde sultan yapar.’’ der. Aşksız olma ki ölü olmayasın, aşkta öl ki diri kalasın. Diyerek gerçek aşkın insanı ölümsüz yapacağını anlatır.
İnsandaki kötü huyların üzerinde de eserlerinde genişçe durur. Bunların insanları ne gibi durumlara sürükleyeceğini, ne gibi kötü durumlara düşüreceği uzun uzun misallerle anlatır. Hem de öyle bir anlatır ki sanki bütün ömrünü bunları müşahede etmekle geçirdiğini sanırsınız. Söz sultanı Mevlana, işte bu düşünceler doğrultusunda, insanlara sevgi yolunu göstermiş, dostluk bağının en tatlı kardeşlik çiçeklerini dermiştir. 13. asrı aşarak, vermek istediği mesajı bugünlere ulaştırabilen, yalnız bilim çevrelerinde değil, dünya çapında popüler olma mutluluğuna ermiş tek insandır. O, bu insani değerlere sahip olması yönüyle dünyanın dahileri arasına girmiştir. Kâmil insan bir damlada gizlenmiş deniz, bir zerreye sığınmış güneş gibidir. Ve bizim bugün onun verdiği mesajlara hala ihtiyacımızın olduğu muhakkaktır.
Mevlana’nın oğlu Sultan Veled’ e yaptığı ‘’mutlu yaşam ‘’ öğüdünü burada hatırlatmak istiyorum. Umarım bize de yapılmış olan bu nasihat, hayat yolumuzu her dem aydınlatır ve sadece ete kemiğe bürünüp insan olarak görünmeyiz.
‘’Ey oğul !
Eğer daima cennette olmak istersen,
herkesle dost ol,
hiç kimsenin kinini yüreğinde tutma!
Fazla bir şey isteme ve hiç kimseden de fazla olma! Merhem ve mum gibi ol; iğne gibi olma!
Eğer hiç kimseden sana kötülük gelmesini istemiyorsan; kötü söyleyici,
kötü öğretici,
kötü düşünceli olma!
Bir adamı dostlukla anarsan,
daima sevinç içinde olursun.
İşte o sevinç cennetin ta kendisidir.
Eğer bir kimseyi de düşmanlıkla anarsan,
daima üzüntü içinde olursun.
İşte bu dert de cehennemin ta kendisidir.
Dostlarını andığın vakit gönül bahçen çiçek açar,
gül ve fesleğenlerle dolar.
Düşmanları andığın vakit,
gönül bahçen dikenler ve yılanlarla dolar;
canın sıkılır, içine pejmürdelik gelir.
Bütün peygamberler ve velîler böyle yaptılar; içlerindeki temiz karakteri dışarı vurdular.
Halk onların bu güzel huyuna mağlup olup tutuldu; hepsi gönül hoşluğu ile
onların ümmeti ve müridi oldular.’’
(Ahmed Eflâkî’den naklen, Âriflerin Menkıbeleri, II, 213, 214)