Nereden başlasam nasıl anlatsam bilemiyorum. İnsan, yaşı ilerledikçe, birçok hatıra biriktirdiğini ve kaybettiği değerlerini yakında hissediyor. Bu yazımda Sivas deyince hemen akla gelen birkaç isimden biri olan merhum Erzurumlu Ahmed Efendi’den bahsetmek istiyorum. Çocukluk ve gençlik dönemlerimin, duruşu ve ilmî gayretleriyle beni kendisine hayran bırakan, modern tabirle idolüm olan o mümtaz insan. Hatırlıyorum Paşa Cami’nin altında kitapçı Ahmet amca vardı. Ahmet Efendi hocamız Arapça ve fıkıh kitaplarını ondan almamızı söyler, kendisi de Paşa Cami’nde vaaz ederdi. Kendime rol model aradığım bir dönemdi demek ki Ahmed Efendi’nin Paşa Cami’ye koltuğunun altında siyah bir çanta ile geldiğini görmüş, içerisinden Arap harfleriyle yazılı bir eser çıkarıp Paşa Cami’nde vaaz ettiğine şahit olmuştum. Hiç vakit kaybetmeden bir yolunu bulup kitapçı Ahmet Amca’nın dükkânına yolumu düşürmüş, o siyah çantayı ve hiçbir şey bilmediğim halde emsile-bina-maksûd kitabını almış ve tıpkı Ahmet Efendi gibi koltuğumun altına alıp kendime bir âlim havası vermeye çalışmıştım.
Kendisinden ders okumadım ama duruşundan, ilmî gayretlerinden ve Sivas halkını derinden etkileyen manevî yönünden çok etkilendiğimi ifade etmek isterim Ahmet Efendi’nin. Tabi bir de kader sırrı var. Yıllar sonra Ahmet Efendi’nin evine yakın Şems Cami’ne imam-hatip olarak atandım ve iki Ramazan Ahmet Efendi’nin önünde teravih namazı kıldırmak nasip oldu. Namaza verdiği önemi ve namazdaki o samimi hali hiç gitmez gözlerimden. Bir defa çok samimi gelirdi bana Ahmet Efendi. Onca ilmî birikime rağmen, kendini kimseden ayrı görmez, halkın içerisinde Hak ile olmayı şiar edinmiş bir âlim olduğuna cân-ı gönülden inandığım biri idi. Bir uyarı da bulunacağı zaman “Oğul, camide kimse kaldı mı?” der, kimse yoksa “Hoca Efendi, şurayı şöyle okusak, namazda şu adımı şöyle atsak” diye sıralardı uyarılarını. Allah ondan razı olsun. İncitmez, insanlar içerisinde aşağılamaz ve değer verdiğini gösterirdi merhum Ahmet Efendi hocam. Sarığı, bastonu, ilmî sahadaki gayreti ile onu gören hayran olurdu. Şahit olduğum bir iki olayı anlatmak istiyorum bu vesile ile. Tuğut Kardeşler Camimiz vardır Sivas’ta. İmam-hatipte okurken o caminin büyüklüğü ve büyüleyici atmosferi sık sık o camiye misafir olmama vesile olurdu. Bir Cuma günü, herkesten önce başımı döndüren bu muhteşem camiye Cuma namazı kılmak üzere gitmiştim. Köşede bir sandalye vardı. Üzerine oturup camiyi hayran gözlerle süzüyordum. Ahmet Efendi o dönem, Tuğut Kardeşler Cami’nde Cuma vaazlarına geliyormuş. Uzaktan tanıyordum ama yakından görmek ve hitabına muhatap olmak nasip olmamıştı. Ben cami ile ilgilenirken Ahmet Efendi’yi gördüm. Vaaz kürsüsüne doğru gidiyordu. Ben gençliğin verdiği hamlıkla “Hoca Efendi beni neden muhatap alsın ki. Vaaza gidiyor” deyip caminin o gün bana çok ihtişamlı gelen yapısını incelemeye devam ettim. Tabi edeben onu görünce ayağa kalkmıştım. Ben caminin tezyinatına dalınca Ahmet Efendi, uzak bir köşede olmama rağmen yanıma kadar gelmiş, ben fark etmedim. Bir anda sarıklkı, cübbeli, memleketin koskoca âlimini karşımda görünce şaşırdım. “Acaba bir hatam mı oldu?” diye panikledim. Ahmet Efendi, “Oğul, bir hastalığın mı var?” dedi. “Yok hocam” dedim. “Bu sandalyede neden oturuyorsun o zaman? Sandalyede namaz olmaz oğul! Namaz ciddi bir ameldir. Hastalığın varsa oturarak, olmadı sırt üstü yatarak, daha olmadı yan yatarak namazını kıl. Ama sandalyede namaz olmaz” dedi. “Hocam, camiye bakıyordum. Onun için sandalyeye oturdum” dedim. “Oğul, camide oturmanın da bir adabı var. Kıbleye karşı otur. Vaaz varsa ona kulak ver. Vaaz yoksa ve kerahet vakti değilse namaz kıl. Tevbe ve istiğfar ile meşgul ol. Kıbleye doğru otur” dedi ve vaaz kürsüsüne geçerek Cuma vaazını yaptı. İyi hatırlıyorum vaazda namazdan, fıkhî hükümlerinden, diğer ibadetlerle ilgili fıkhî hükümleri öğrenmenin öneminden bahsetmişti. Ahmet Efendi gibi bir âlim, sandalyede oturan bir genci neden uyarma ihtiyacı hissetmişti. Belki de sandalyede namaz konusunun epeyce gündemimizi meşgul edip birçok garip uygulamaya sebep olacağını önceden sezmişti. Bunu tam olarak bilmiyorum ama Ahmet Efendi’nin verdiği nasihatler bende unutulması mümkün olmayan ve değerine paha biçilmez hakikatler olarak yansıdı: Camide gereksiz yere konuşulmaz. Namaz çok önemli ve ciddi bir ibadettir. Sandalyede namaz olmaz…. Bir gencin gönül dünyasına böyle dokunmuştu Ahmet Efendi.
Şems Cami’nde Ahmet Efendi’nin şahit olduğum birkaç özelliğinden bahsetmek istiyorum. Ahmet Efendi ciddi bir insandı. Yolda yürümesi bile insanlara ders niteliğindeydi. Namaz kılması, namazın fıkhî boyutunu gönüllere işleyen bir âlimin dersi gibiydi. Tadil-i erkâna son derece riâyet eder, bu konuda acele edilmesine asla tahammül edemezdi. İyi bir hâfızdı Ahmet Efendi hocam. İmamın arkasına durur, bir yerde takılırsa usulünce ikaz ederdi. Bazı arkadaşlarım, onu görünce heyecanlanır, “Hoca Efendi, keşke bizim görmeyeceğimiz yerde namaza dursa. Onu görünce şaşırıyoruz” derlerdi. Ben de tam aksine Ahmet Efendi’nin arkamda olduğunu görünce rahatlar “Elhamdülillah Ahmet Efendi gelmiş, yanılırsam, arkamda dağ gibi Ahmet Efendi var. O, bana destek olur” düşüncesiyle daha bir huzurla namazı kıldırırdım.
Şems Camimizde, camimizin emekli imamlarından ve Ahmet Efendi’nin talebelerinden Molla Mehmet hocamız da vardı. Ahmet Efendi, Molla hocamıza göre kısa boylu idi. Molla hocam biraz babayiğit ve sert mizaçlı idi. “Hoca Efendi, Allah benim mayama ateşi fazla katmış” diyerek biraz şaka biraz da savunmacı bir tavırla sertliğinin sebebini dile getirirdi. Molla Mehmet hocamın, hocası Ahmet Efendi’nin karşısındaki hali hiç gözümün önünden gitmez. O babayiğit adam iki büklüm olur, elini öpmek ister ve sırtını ona hiç dönmezdi. Hayran olurdum aralarındaki muhabbete. Molla Mehmet hocam bir gün “Hoca Efendi, namaz sureleri ile teravihi kıldırıyorsun. Dokuz ve onuncu rekâtta Felak ve Nas surelerini, on birinci ve on ikinci rekatlarda Fil ve Kureyş surelerini okuyorsun. Bu mekruh oluyor. Ahmet Efendi’ye bir söyle bakayım” dedi, şöyle bıyık altından gülümseyerek. Ben de o akşam Ahmet Efendi’ye “Hocam, bir hocam, böyle böyle diyor. Ne dersiniz?” dedim. Hemen Molla Mehmet hocama döndü “Bunu şu bizim Molla söylüyordur” dedi. Şaşırdım. Demek ki Ahmet Efendi hem âlimmiş hem de insan sarrafı. “Oğul, teravih namazının aslı ikişer rekât olduğu için bu şekilde okumak mekruh değildir. Böyle devam et” dedi ve söylediklerini Molla hocama da duyurdu. Hocamın her halinden ilmî bir meseleyi öğreniyordum. Ne güzel günlermiş.
Sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar dizlerinin üstünde tesbihatı ile meşgul oluşunu mu anlatayım, sorulan sorulara verdiği cevaplarla insanları irşad edişini mi? Bir soru ve cevap konuşması daha gönlüme düştü onu da paylaşayım müsaadeniz olursa. Camiden çıkarken biri “Hocam, güneş enerjisiyle ısınan su ile abdest veya gusül abdesti almak caiz midir?” diye sormuştu. Ahmet Efendi, güneş enerjisinin ısıtma sistemini uzunca izah etti. Efendimizin (sav) bakır kapta ısınan su ile abdest almayı yasaklamasındaki hikmetleri delileriyle ayrıntılı bir şekilde izah etti. İşte yine ilmî bir meselede bilgi sahibi olmuş ve bir fakihin meseleleri ele alış biçimine şahitlik etmiştim.
Belki çok anlatacak şey var ama şu itirafımla bitireyim: Erzurumlu Ahmet Efendi hocam, Molla Mehmet hocam ve memleketimizin güzide başka illim adamlarıyla geçirdiğimiz o günler ne güzel günlermiş. Farkında olmadan onlardan ne kadar da çok şey öğrenmişim ilim ve İslam ahlakı adına. Ahmet Efendi hocama da Molla Mehmet hocama da Mevlâ rahmet eylesin. Mekânları cennet olsun. Yerleri doldurulamayacak izler bırakıp gerçek âleme gitmişler. İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn.