Gelişmiş ülkeler bağlamında Avrupa ülkelerinde haset, şükran gibi duyguların olgunlaşması en geç 20.yüzyılın başında nihayete ermiştir. 21.yüz yıl eserlerinde çoğunlukla kalkınma odaklı konulara rastlamaktayız. Ancak bizim gibi evrim sürecini tamamlamamış ve gelişmekte olan ülkeler bu duyguların pençesinde debelenip duruyor. Eğer bu konuları aşmış olsaydık kalkınma yolunda emin adımlarla ilerliyor olacaktık. Bizim toplum yapımızın duygularıyla problemi mevcut, bu yüzden ne ekonomi de ne siyasette ne de aile yapısında ilerleme kaydedemiyoruz, örneğin çok kötü bir evlilik kültürümüz bulunmakta, maddi manevi doyumsuzluğumuz doğrudan evliliklere yansımaktadır. Her neyse, bu yaşananların temel sebebi evrim sürecinin gelişmiş ülkelerin seyrinde devam etmesi değil, tersine bazı kesimlerin öze dönüş diye tabir ettiği geri zihniyetin yeni bir dünya görüşü olarak sunulmasıdır. Onları da anlamak lazım, rasyonel bir akıl ve bilimsel yaklaşım emek ister. Biz de hazıra alışkın bir toplumuz. Sahi neye hazırız?
Emek vermek okyanusun içinde inci, mercan aramak gibidir. Kimi zaman tek başına kalmak sessiz nefessiz olmak, yeri geldiğinde su yutmak yeri geldiğinde oksijen tüpsüz kalmak kimi zaman nefesimizi tutmayı öğrenmektir. Suyun derinliklerinde yüzerken köpek balığı istilasına maruz kalabilir bedeniniz kan revan içinde yolunuza devam etmek zorunda olabilirsiniz. Kimi zaman yorgunluktan baygınlık geçirmiş bir haldeyken bile yaşadığınızı fark edeceksiniz. Yüzdüğünüz engin denizlerde dost canlısı yunus balıklarına da denk geleceksiniz, size rehberlik edip yoldaş olacaklar, derdinize sırdaş olacaklar. Yunus balıkları ile yolumuza devam edeceğiz, er ya da geç karaya çıkılıyor, köpek balıkları okyanusta yaşamaya devam edecek ve diğer balıklara saldırmaya devam edecektir. Görevleri nihayetinde bu elbette…