Her karış toprağı şehit kanları ile sulanarak bizlere emanet edilen bu mukaddes toprakların her köşesinde insanlığa hizmet için hayatlarını hiçe sayan birçok kahramana rastlamak mümkündür. Bu toprakların İslâm dini ile tanışması, Müslümanlaşması/insanlaşması ve huzurlu bir hayata kavuşması için Hz. Peygamber´in (sav) işareti ile başlayan fetih hareketleri her geçen dönemde daha da hızlanarak devam etmiş, O´nun (sav) gösterdiği hedeflere ulaşabilmek için bu topraklara hizmet amacıyla birçok gönül elçisi gelmiştir. Bu vesile ile İstanbul surlarının dibinde şehit düşen Eyyûb el-Ensârî (r.a) ve onun gibi nice maneviyat önderleri ile bu topraklar tanışma fırsatı bulmuştur.
Alparslan´ın Malazgirt Savaş´ında atına binerken: ?Ya Rabbi! Maksadım saltanat veya şöhret elde etmek değildir. Senin rızan için bu topraklara hâkim olmak istiyorum? diyerek ivme kazandırdığı bu gönüllü fetih hareketine katılan sayısız isimden biri de mücadeleleri neticesinde Sivas´ta şehâdet şerbetini içerek vuslata eren Abdülvehhâb-ı Gazi´dir. Burada, Sivas´ı az-çok tanıyan veya tanımak için girişimlerde bulunan herkesin bir nebze de olsa hakkında bilgi sahibi olduğu bu maneviyat kandilini tanımaya çalışacağız.
Sivas´ın en hâkim tepesi olan ?Akkaya Tepesi? üzerindeki kabri ile hazret şehit düştüğü bu topraklara manen himmetini hissettirir gibidir. ?Vatan uğrunda can veren varsa vatandır? diyen şairin mısraları bu noktada daha da anlamlı gelmektedir insana? Abdülvehhâb b. Buht/Abdülvehhâb-ı Gazi´nin doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Anlatılanlara göre, Battal Gazi, Ahmet Turan Gazi ve Abdülvehhâb-ı Gazi bu toprakların İslamlaşması için mücadeleye girişen üç cengâverdir ve Battal Gazi Malatya´da, Ahmet Turan Gazi Sivas yakınlarında (Soğuk Çermik mevkiinde) ve Abdülvehhâb-ı Gazi ise Sivas´ta şehit düşmüştür. Düşünelim, dile kolay, tâ Medine´den sadece Allah rızası için kalkıp geleceksiniz, fiilî mücadeleye tutuşacaksınız ve bu uğurda canınızdan dahi vazgeçeceksiniz? Ne diyelim Mevlâ niyetlerini kabul, himmetlerini âlî eylesin?
Tahminen M.621 tarihine denk gelen doğumunun ardından askerî alanda iyi bir eğitim alan Hazret, tarihî verilere göre, Emevî devri kumandanlarından Abdullah el-Battal´ın silâh arkadaşıdır. Meşhur tarihçi Taberî´nin ifadesine göre Hazret, Sivas´ta Bizans ile yapılan bir savaşta şehit düşmüş ve bedeni yıllarca bir suyun içerisinde kalmıştır. Anlaşıldığı kadarıyla Hazret, sahabe değil tabîinlerdendir ve bu gerçek Çorumlu Ali İzzet efendinin ?Tezkire-i Makâmat? adlı eserinde de dile getirilmiştir. Halk arasında sahabeden birisi olduğuna inanılan Hazret, Hz. Peygamber´in (sav) sağlığına yetişememiş ama O´nun (sav) bütün hâli ile donanmış ve mesajını dünyanın dört bir tarafına ulaştırmak için fedakârca davranışlarda bulunmuştur. Hz. Peygamber´in (sav) onu ordu komutanlığına tayin ettiği, ağzına tükürdüğü ve bu tükürüğün ağzından çıktığı yerde şehit düşeceği şeklinde anlatılan menkabeler, muhtemelen maneviyat sahasında cereyan eden hâdiseler olmalıdır ki, Abdülvehhâb-ı Gazi´nin Hz. Peygamber´i (sav) dünya gözü ile görmediği tarihî veriler ile sabit olmuş bir hakikattir.
Hazret, şehit düştüğünde takvimler M. 731 yılını göstermektedir. İfade edildiği gibi, bedeni bir su içerisinde kalmış, vefatından yüzlerce yıl sonra salih bir kulun rüyasına girerek bedeninin bu suyun içerisinde çıkartılmasını istemiş ve belirtilen yerden bedeni alınmaya gelindiğinde bedeninin yeni vefat etmişçesine sıcak ve bozulmadan durduğu görülmüştür.
Birçok menkabesi halk arasında anlatılan hazretin, kaynaklarda, özellikle Ahmet Turan Gazi ve Battal Gazi ile ilgili sayısız menkabe ve kerametine yer verilmektedir. Evliyâ Çelebi´nin Seyahatname´sinde onu sahabeden Süheyb-i Rumi ile karıştırarak hakkında birçok menkabe rivayet etmesi ise işin tuzu biberi olmuştur.
Abdülvehhâb-ı Gazi, gül kokulu Peygamberin (sav) mesajları uğrunda ömrünü mücadele ile geçirmesinden dolayı Hz. Peygamber´in (sav) sancaktarlığı gibi büyük bir makam ile anıla gelen bir şahsiyet olmuştur. Şehrin kuzeyinde kalan sekizgen yapılı ve kubbeli olan türbesinin üzerinde onun Hz. Peygamber´in sancaktarı olduğu yazılıdır. Bu ifadenin ne kadar doğru bir ifade olduğu onun hayatı gözden geçirildiğinde daha iyi anlaşılmaktadır.
Aynı zamanda birçok maneviyat erine de ilham kaynağı olan Hazret hakkında yazılan en meşhur manzume Şair Ahmed Sûzî´ye (ö.1830) aittir. Bu manzumede Sûzî Efendi, cenk-nâmelere ve Battâl-nâmelere paralel bilgiler vermiş ve Hazret´in birçok menkabesine de değinmiştir. O, Hazret´in bedeninin sudan çıkartılıp bugünkü makamına defnedilmesini şu veciz ifadeler ile anlatmıştır:
Düşüp ol dem suya Abdülvehhâb
Kurbu Sivas´a götürdü seylâb
Nice yıl taht-ı remmalda oldu
Çok zaman cismi orada kaldı
Bir aziz gördü ânı rüyada
Beni çıkar dedi ol vakada
Subh olup cümle kabariyle varup
Buldular cismini yerden çıkarıp
Demi mahlutta gördüler ânı
Nev şehid olmuşa benzer kanı
Cümle ayan ve kibar ol hinde
Defn edüp bu kayanın üstüne
Pes münacat edip ehl-i hacât
Ere maksuda bula hem berekât
Abdülvehhâb-ı Gazi´nin türbesinin bulunduğu camiye gelince, bu ibadethanenin ihtiyaçlarını temin için bir vakfiye tahsis edilmiş ve bu vakfiye daha yakın zamana kadar işlevini devam ettirmiştir. Hâlihazırda câmî hem ibadethane olarak hem de Abdülvehhâb-ı Gazi´yi ziyaret etme fırsatı veren bir mekân olarak varlığını korumaktadır.
Mücadelesi, şehâdeti ve manevî yüksekliği ile bu toprakları ve insanını derinden etkileyen Abdülvehhâb-ı Gâzî hakkında daha çok söylenecek söz vardır elbette? Ama ?Yukarı Tekke? olarak bildiğimiz Sivas Şehir Mezarlığı´na yolu düşen yerli ve yabancı herkese bu büyük zâtı ziyaret etmelerini, kelimelerin nasıl kifayetsiz kaldığını, oradaki manevî atmosferi teneffüs ederek hissetmelerini tavsiye ederek çalışmamızı noktalamak istiyoruz. Mevlâ rahmet eylesin.