İnsanoğlu doğduğundan itibaren tertemizdir. Adeta bir sanatçı tarafından en güzel ve en uyumlu renklerle çizilmiş yeryüzündeki bütün masumluğu ve temizliği mucizevi bir şekilde üzerinde farkında olmadan hakkıyla taşıyan nadide bir tablo gibidir. Bu yüzden bebeklerin tebessümlerini toplayıp bir müzeye koymak insanın özünü yani en saf ve temiz halini korumakla eş değerdir. Gülümsemek içtenlikle yapılan bir eylemdir. Kaynağı; aidiyet, huzur ve sevgiden gelir. Ancak bu tebessümler ya da kahkahalar zamanla tek tek eksilir ve azalır. Kimisi sessiz sedasız bir gece yarısı gecenin karanlığına bulanır kimisi de yarı yolda bırakılır. Bazıları da hiç izin alınmadan bir başkası tarafından sorgusuz sualsiz çalınır.
Büyüdükçe tebessümleri çalındığı için bir gencin genç yaşında gözlerine ağır bir yorgunluk çöker. Suratındaki ifadeler değişir. Eksildikçe yarım hissetmeye başlar ve bu his gittikçe onunla beraber büyür. Elinden tutan olmazsa bu hissin altında ezilir gider. Ezildikçe keşke çocuk kalsaydım bunları yaşamak zorunda kalmazdım diyerek kendini eksilten hırsızı aramaya başlar. Uzaklarda arasa da bu durumu yaşayan gençlerin çoğu o hırsızları yanı başında bulur. Ve gerçekle yüzleştiğinde aslında bir ailesinin hiçbir zaman olmadığını anne, babasının sadece bir figüran olarak hayatında yer alarak duygusal anlamda kendisini eksittiğini fark eder. Günümüzde de birçok çocuk yakınları ya da ailesi tarafından tabiri caizse duygusal olarak kundaklanıyor ve adeta bir ateşin ortasına sorumsuzca atılıyor. Ve bazen keşke hep çocuk kalsaydım belki böyle olmazdı diye düşünüyor. Çünkü ebeveynlerin çocuklarına karşı sorumsuzlukları öyle bir raddeye geliyor ki hem evladının mutluluğunu çalıyor hem de hırsız damgasını evladına vuruyor. Çocuk büyüdükçe suçu kendinde aramaya başlıyor ve ipin ucu o noktada kopuyor. Çocuk ailenin yansımasıdır sözündeki ayna kırılıyor. Ve birey olunca aidiyet duygusu olmadan sorumsuzca öylesine büyütülen bir genç aidiyet duygusunu kaybederek kendine olan saygısına yitiriyor.
Bu yitirilmişlik duygusu geçmişten günümüze kadar ne yazık ki birçok sorunu da beraberinde getiriyor. Uyuşturucu kullanan gencin sayısı artarken yaş sınırı altlara iniyor. Uzaktan gören insanlar belki kınıyor belki üzülüyorlar ama uyuşturucu kullanan o gencin asıl uyuşturmak istediğinin hisleri olduğunu bilse ve derine inilse belki bu sayının azalmasına vesile olacak. Bir genç hırsızlık yaptığı zaman önce kınamak yerine ailesinin yapısına bakılsa ki hırsızlık yapan gencin maneviyatı çalınmışsa bu çok daha büyük bir suç ama hukukta cezası yok. O zaman belki hırsızlık azalacak. Birisini öldüren katili yargılarken yine ailesinin yapısal sorunlarına inilse belki de geleceğe psikopat gençler değil sağlıklı ve çevresine faydalı bireyler kazandırılacak.
Ancak bu sorunlara toplumsal bakmak yerine ne yazık ki bireysel bakılıyor. Benzetme yapacak olursak at gözlüğü takan toplum ifadesini kullanmak yanlış olmaz. Çünkü bu sorunlara çözüm aranırken topluma değil sadece o sorunu yaşayan kişiye bakılıyor. Bir kayıp aranırken onu kaybedenin aslında içindeki eksikliklerden kaynaklanan arayışlar olduğu düşünülmüyor. Etrafa bakmadan hedefe odaklanıyoruz.
Hırsızlık ve yolsuzluk en başta ailede başlıyor ve bu ailenin ebeveynlerinin sorumsuzluğuna ve zorbalığına maruz bırakılan gençler kırık aynalardan yansımasını bulamayınca ne yazık ki yolun sonunda o kırıklar topluma bir yara daha açıyor. Ve maalesef ne tarafa baksak cam parçalarıyla dolu kanayan manzaralar görüyoruz. Toplumsal olarak parlak değil ne yazık ki kendimize karanlık bir gelecek hazırlıyoruz....